Yazarlar

Oğul balı

post-img
Rahmetli goca ninem torunları için "oğul balı" derdi. "Oğul" kelimesi öz Türkçede "oğlan çocuğu" için kullanılan bir terim değildir aslında. "Haneden uçup yeni bir yuva kuran" manasına gelir. Mesela "arıcılıkta" da kullanılır bu ifade. Kovan nüfusu artınca, yarısı yeni kraliçeleriyle birlikte uçarak bir ağaç dalında toplanır. Arı sahibi bunların üzerine kurutulup, körükte tutuşturulmuş tezek dumanı püskürterek sakinleştirir önce, sonra da dalı sallayarak yeni konaklarına yerleştirir. "Oğul vermek" denir bu duruma. Yani, üreyip, çoğalarak türeyen, yeni nesillere denir "oğul" lafı. Goca ninemin torunlarına "oğul balı" demesi işte bu yüzdendi. Oğullarından üreyen Anzer balıydı adeta torunlar... Çok da tatlılardı O'nun için, çok çok severdi oğul ballarını. Keles'ten, Bursa'ya ailece göçtükten sonra şu şarkının sözlerini yakardı, daha doğrusu dillendirirdi üzgünlüğünü, sitemini ifade etmek için her görüştüğümüzde: "Gidiyom Elinizden Gurtulam Dilin(g)izden Yeşil Baş Ördek Olsam Su İçmem Gölün(g)üzden" Genizden çıkan "n" ile "g" arasındaki binlerce yıldır bize ait o kadim sesi de yok ettiler memlekette "harf devrimi yapacağız" diye bu arada. Bu "yakmak" kelimesi de Türkçede sadece "ateş yakmak" anlamını taşımaz mesela; içten içe yanan insanlar sevdiklerine, özlediklerine yanık yanık "türkü" de yakarlar bizim dilimizde. Rivayet o ki, "Şöhret Hanım, Balıkesirli Mehmet Şevket Efendi'nin eşidir. Güre köyünde yaşayan Şöhret Hanım, dönemin zenginlerindendir. Öyle ki zeytin toplamaya bile cam topuklu rugan ayakkabılar giyerek gider. Dünyevi zenginlikleriyle, köylülerden farklılıklarıyla dikkat çeken Mehmet Efendi ve Şöhret Hanım çiftinin Zekeriya adında bir de oğulları vardır. Zekeriya, askerlik çağına geldiğinde Enver Paşa komutasında Sarıkamış'a savaşmaya gider. Sarıkamış'ın çetin kış şartlarında askerliğini yapan Zekeriya, yol almak için yollarına çıkan karları temizlemeye çalışırken bir kuyuya düşerek şehit olur. Şöhret Hanım'sa hasretiyle tutuştuğu oğlunun ölüm haberini nice sonra ovadayken alır ve oracıkta öten kekliklere 'ötme de keklik derdim bana yetiyor,' diyerek ağıt yakmaya başlar.'": "İki keklik bir kayada ötüyor Ötme de keklik derdim bana yetiyor Aman, aman yetiyor Annesine kara da haber gidiyor Annesine kara da haber gidiyor Yazması oyalı kundurası boyalı Yar benim aman aman, yar benim Uzun da geceler yar boynuma Sar benim aman aman, sar benim İki keklik bir dereden su içer Dertli de keklik dertsizlere dert açar Aman amman, dert açar Yazması oyalı kundurası boyalı..." Geçen baktım, soyunu sopunu, kültürünü, geçmişini geleneğini bilmeyen biri Facebook'ta demiş ki, "Türkler ne zaman Araplardan İslamiyet'i öğrendiler, işte ondan sonra medeniyet kurdular. Selçuklu, Osmanlı böyle oluştu... Defter, kalem, kitap Türkçe değildir mesela"... Salak!.. Ulan biz izimizi, töremizi taşlara kazıyıp, "abide" olsun diye Orta Asya'nın bozkırlarına dikmiş bir milletiz be! Salak! Arap kim, biz kim?!. Ne Amerikalısı vardı o yıllarda, ne İngiliz'i, ne Alman'ı ne de Fransa'sı. Fransızların bu günkü dünyada parfüm endüstrisinde söz sahibi olmalarının asıl sebebi, daha düne kadar lazımlıklarına ettikleri dışkılarını sokaklara dökmeleridir. Ortaya çıkan kötü kokuları bertaraf etmek için geliştirilmiştir esansçılık mesleği. Ortaçağ'da Avrupa'daki rahibelerin yüz ve ellerinden başka bir yerlerini yıkamaları kesin olarak yasaklanmıştı. Kastilya'nın Katolik Kraliçesi İspanyol İsabella bile 53 yıl süren hayatı boyunca sadece iki kez banyo yapmıştı. Kocası 2'ci Fernando ne çileler yaşadı bundan dolayı kim bilir, zavallı adam?!. Kirlilik adeti Amerika'ya da bulaşmış, Pennsylvania ve Virginia eyaletlerinde ''banyo yapmayı yasaklayan'' ya da belirli kısıtlamalar getiren kanunlar çıkarılmıştı geçmişte. Philadelphia'daysa kanunla, bir ay içinde birden fazla banyo yapan insanlar cezaevine gönderiliyordu. Bu gün hala Amerika dahil batı ülkelerinde klozetlerin taharet muslukları yok. Çok afedersiniz, k.çlarında b.kuyla gezen bir yığın insan sürüsü hepsi! O döneme kadar tuvaletle henüz tanışmayan Avrupa'da lazımlıkları sokaklara boşaltma adeti 17'nci yüzyıla kadar sürdü biliyor musunuz?.. İnsanların çoğu Haziran'da evleniyordu. Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran'da da henüz çok kötü kokmuyorlardı. Gelinlerin elindeki bir demet çiçek kokuyu bastırması için kullanıldı! Bunu bilmeyen bizimkiler de hala düğünlerde çiçek taşıyor! Ortaçağ Avrupa'sında yaşayan insanlar çiçek hastalığından kırılıp ölürken Türkler ilk aşıyı bulmuş, rahatsızlığı biten çocuklardan bir iğne yardımıyla alınan zayıflamış mikrobu henüz bu illete yakalanmamış kişilere bulaştırarak yayılmasını önlüyorlardı. Hadi gelin, daha da geriye gidelim? "Bilge Kağan" ve "Kül Tigin" yazıtlarını Yollıg Tigin yazdı. Yollıg Tigin aynı zamanda Bilge Kağan'ın yeğeniydi. Üzerlerindeki yazıtlarda yer alan bu abidelerin sonsuza kadar kalması temennisinden dolayı "Bengü Taşlar" denir. "Bengü" dilimizde sonsuz, ebedi, sonu olmayan anlamlarına gelir. Arap henüz çöllerde "yalelli" söyleyerek, donsuz gezip, def çalarken bu ulusun ataları Çin İmparatorluğunu yönetip, tarih yazıyordu tarih!.. Kötü geçen son 300 yılı unutup, aşağılık kompleksinden kurtulun da titreyip kendinize dönün biraz! Çin'in milattan önceki 1'nci binyıldaki ilk hakimi olan Şang Hanedanı Türk kökenlidir. Bunu takip eden dönemde yine milattan öncesinin 500'ncü senesinde Çin'e egemen olan Çi'ler, Chou Hanedanı'na mensuptur. Hanedan halkının ana kitlesiyse Kuzey Çin'deki Türklerdir. Keza, Şang Hanedanı da aynı şekilde kuzey kökenli Türk ve çok yakın akraba olan Moğol halkından oluşmaktadır. MÖ 200'lü yıllarla MS 200'lü yıllar arasında gelişen sürece göz atınca okuyoruz ki, Çin'de Han Hanedanı tamamen dağılmış ve ülke bütünüyle parçalanmıştır. Bu dönemde M.S. 200'de başlayan Çin'in parçalanması 600'e kadar devam etmiştir ve aynı yıllarda kuzeyde bugünkü Tarım Havzası ve Pekin de dahil olmak üzere Sarı Irmak havzası üzerinde Tağbaç diye anılan, Çinlilerin Topa dediği, Wei Hanedanı hüküm sürmüştür. Tağbaçlar da tümüyle Türklerden oluşmuş bir hanedandır. O yıllarda var olan 60 milyona yakın Hanlık nüfusunun % 70'i bazı ayaklanmalar sonucu kırılmış geriye çok az insan kalmıştır. Tağbaçların egemen olduğu bu dönemde artık Kuzey Çin denilen alan tümüyle Türklerin egemenliğindeki bir bölgedir. Heriflerin Doğu Türkistan'daki akrabalarımızdan korkmaları hiç boşuna değil sizin anlayacağınız! Bunu takip eden süreçteyse 6'ncı yüzyılda Göktürkler bugünkü Türkistan ve Moğolistan bölgesinde Hunların dağılmasıyla ortaya çıkan durumu yeniden değiştirmiştir. Göktürkler burada Türk gelişimini oluşturarak o bölgede yaşayan Hun sonrası topluluklar olan Uygurlar, Kırgızlar, Karluklar ve Basmılları yeniden Türk kimliğinde, Türk imparatorluğunda birleştirmiştir. Tang Hanedanı sonrasındaysa Göktürk Devleti'nin yıkılmasıyla bugünkü Tarım Havzası'nın etrafında Uygurlar iktidara gelmiştir. Uygurların egemenliğinin ardından bir Moğol hanedanı olan eski Sienpilerin torunları olan Kıtaylar bugünkü Sarı Irmak vadisi boyunca Çin'de iktidarı ele geçirmiş ve bunların ardılları da Batı Türkistan'da Karakıtaylar olarak tarihe geçmiştir. Çinliler 12 hayvanlı takvimi bile Türklerden almıştır. Her yıla bir hayvan isminin verildiği 12 Hayvanlı Türk takvimi ilk defa Türkler tarafından kullanılan ve güneş yılını esas alan bir takvimdir. Toplamda 12 hayvan bulunan bu takvim, 12 yıl sonra aynı hayvan yılına geri döner. Arap'ın Ay'a dayalı takvimiyse her sene 11 gün geri kalır aynen kendileri gibi! Aklımda deli sorular, zihnim beni Göbeklitepe'de 12 bin yıl önce işlenen tapınak taşlarındaki hayvan figürlerine dek götürüyor buralardan... Daha mı? 12 Hayvanlı Türk Takvimi Mete Han'ın tahta çıkış tarihi olan M.Ö. 209'da başlar. O sıra tam adı Sidon'lu Tiberius Julius Abdes Pantera olan İsa'nın biyolojik babası Yahudi kökenli Roma askeriyle, babalığı marangoz Yusuf henüz doğmamıştı bile. Elbette, öldürüldüğünde Mecdelli Meryem'le evli ve Yahuda isimli bir çocuk babası olan İsa da!.. Dan Brown'ın yazdığı "Da Vinci Şifresi" isimli kitap okunulduğunda, Hristiyanlıkta "kutsal kase" diye anılan olgunun gerçekte bir fahişe olan Mecdelli Meryem'in rahmi olduğu ve O'nun soyundan üreyip de günümüzde hala yaşayan, öldürülmemek için Vatikan'dan gizlenen İsa'nın torunlarına atıfta bulunulduğu görülür! Ve son nefesinde "Baba beni neden terk ettin" dediği gerçek babası o Romalı okçu Pantera'ydı işte! Pantera Yahudi kökenli bir Roma askeridir. İsa da Yahudi'dir elbette. Ne garip bir dünyada yaşıyoruz; günümüzde 4 milyara yakın insan İsa'nın Tanrı ya da Cebrail tarafından annesi Meryem'e üflenerek doğduğunu, 1 buçuk milyar kadarıysa ineğin kutsal olduğunu düşünüyor! Oşlak Ay (veya Aşlak Ay) Özellikle Avrasya göçebe halklarının ve Türklerin şaman takviminde birinci aydır. Uluğ Kün (Ulu Gün) yani Nevruz kutlamalarıyla birlikte 21 Mart'ta başlar. Bu bahar şenliği kurban ayinleri, kutlamalar ve geleneksel eğlencelerle gerçekleştirilir; günümüzde de tüm Asya'da varlığını sürdürmektedir zaten. Bu gün kendilerinin başka bir millet olduğunu sanan, kullandıkları rakamları Farsçadan, kelimeleriniyse çoğunlukla Acem, Türk ve Arap dillerinden, müziklerini ve yemek kültürlerini Ermenilerden alan bilgisiz, cahil bazı insanlar "Nevruz'un" sadece onlara ait olduğunu sanıp, yollarda lastik yakarak zıplayıp duruyorlar her yıl!.. Gidin bakın Özbekistan'a, Kırgızistan'a, Moğolistan'a, Türkmenistan'a, dahası tüm Asya'ya, 21 Mart hangi isimle resmi bayram olarak kutlanıyor görün oralarda? "Öz bek" öz beydir Türkçe'de bu arada, "Uygur" da "uygar" yani, "yerleşik hayata geçmiş" manasında kullanılır. Dünyanın en eski dillerinden biriyle iletişim kuruyoruz. Bu gün Türkçe bilip konuşan her insan Türk'tür. Milattan önce 4000'nci yılda uygarlık kuran ve gezegende yazılı tarihi başlatan Sümerlerin dillerindeki yüzlerce kelimenin günümüzde hala kullanılan Türkçedekilerle aynı olduğunu kaçımız biliyor? İnanmayan ünlü Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ'a sorup, Türkçeye de çevrilen Profesör Kramer'in "History Begins at Sumer" isimli kitabına baksın... Parayı kim buldu? Cavit Çağlar. Pardon! Milattan önce 7'nci yüzyılda Kral Alyattes'in emriyle Lidyalılar... Yazıyı kim buldu? Sümerler. Bursa'da son dönemde arkasında her hangi bir sermaye gücü olmadan günlük gazeteyi kim çıkardı? "Orhan Efe" Gerçi özellikle belediyeleri çok öpüyo, kokuyo, her önüne geleni sürekli okşayarak makas alıp duruyo ama olsun, bu devirde o kadarcık hata kadı kızında da olur canım!.. Ne kadar öpücük, o kadar Lidya Tetradrahmi'si!.. Küçük oğlu Selçuk Efe'yi de everdi geçen gün Orhan. Gelin hanım Ecenaz da bir şeker kız, bir güzel maşallah, hiç sormayın... NilüferBelediye Eski Başkanı, şimdininse CHP'nin Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey birinin düvesi mi doğurdu, gidip dana sahibini mutlaka tebrik eder; birinin tavuğu civciv mi çıkardı, gidip muhakkak bir çeyrek altın olsun takar horoza!.. Bizim Orhan Efe küçük oğlanı everiyor ama aslında kendisi sanki bir daha evleniyordu o gün! Yanağında öpücükler, yüzünde gülücükler, sanki oğlan değil de o gece kendi tekrar girecek gibiydi dünya evine!.. Laf arasında, bu "dünya evi" benzetmesine de gıcık olurum aslında!.. Dünya evine değil, kiralık eve girecek damat ne yapsın?!. Bir de oğlan çocuklarının malzemeden bir parçayı keserler, ondan sonra da "erkekliğe ilk adımını attı" diye haber yapar bazı gazeteciler!.. Daha öncesinde erkek değil miydi sanki velet? Alay töreni, alay karşılama, tavuk alma, tavuk yeme, gelin götürme, kına yakma, takma takıştırma, sürme sürüştürme, bir organizasyon, pir organizasyon, yıkıldı o gece ortalık!.. Sanırsınız Sultan 2'nci Orhangazi evleniyor!.. Bi baktım sonra fotoğraflara, Mustafa Bozbey almış yanına İyi Parti Bursa İl Başkanı Selçuk Türkoğlu'nu, Efe Ailesi'nin yanında göbek atmakta her ikisi: "Bu fasulya iki buçuk lira, hem kaynasın, hem oynasın!.." Bozbey seçim kampanyasına başladı daha şimdiden. Geçen gün baktım, yeni doğan oğlakları tebrik etmek için Keles'e de gitmiş üşenmeden!.. Hatta Kocayayla'da "Bıldırkı Mıstık'a" da uğrayıp, bıldır doğan kuzuları burunlarından öperek "Cezayir" türküsü eşliğinde iki de sekmişler birlikte: "Cezayir'in harmanları savrulur Savrulur da dört bir yana devrilir Cezayir anam, canım Cezayir Sokakları mermer taşlı Güzelleri hilal kaşlı, Cezayir Vay Cezayir anam, canım Cezayir..." Ben hayatımda böyle bereketli bir düğün daha görmedim arkadaş! Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, açık havada davetliler koşup arabalarına sığınıyor... Sonra dinince hayda hop, yeniden sahneye: "Zeytin yağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman..." Sonra bir daha yağmur... "Düğünün abisi ve maestrosu" Mustafa Efe'nin işaretiyle herkes yine otomobillere... Hop, beş dakika sonra tekrar sahneye: "Para bizde Şöhret bizde Düşmanlarla yarışırız para çok para çok Mankenlerle yarışırız güzeliz çok çok Bütün gözler üstümüzde çekemeyen çok çok Fiyakalı arabamız var havamız çok Para bizde şöhret bizde Sizde ne var haydi söyle Hayat bizde her şey bizde Sizde ne var haydi söyle Çakallarla yarışırız para çok para çok Sosyeteye karışırız kaliteyiz çok çok Ailemiz zirvede markayız çok çok Bomba gibi geliyoruz gezeriz çok..." Hani goca ninem torunları için "oğul balı" derdi ya? Orhan Efe'nin ilk oğlu Mustafa'dan şimdilik "Nilüfer Hatun" adında zilli mi zilli bir tek torunu var... Onca yağmur ve rahmete, damadın artık kan küpü olmuş al al yanaklarına bakılırsa Selçuk valla en az 5-6 kadar "oğul balı" yapar bu durumda babasına!.. Ee yani birinin adını da "Orhan" koyarlar artık her halde!.. "Sultan 3'ncü Orhan Gazi!.." Yaşarsam onun düğününe dek eğer, gökten kar bile yağsa ben de oynayacağım sahnede mutlaka: "Haydee İçtim şarabı, çektim rakıyı Buldum kafayı İçtim şarabı, çektim çorabı Öptüm Arap'ı Haydee..." Allah çocukları mesut etsin Orhan'ım... Tamamına erdirsin... Oğul balların bol ve bereketli olsun. Ne kadar çok sevilip sayıldığınızı gördük o gece yine. Tebrik ediyorum yeni evlileri bir kez daha.

Diğer Haberler