Hiç unutmuyorum, bundan yaklaşık 4 sene önce Sağlık Bakanlığı üzerinde 2011’le, 2023 arasındaki dönemde çalışılacak “Ruh Sağlığı Eylem Planı” adı altında bir proje açıklamış, sunum sırasında ortaya konulan resmi devlet verileri aynen benim gibi çok sayıda insanı şaşırtıp dehşete düşürmüştü.
Bir kere Türkiye’de yolda yürürken yanımızdan geçen her beş kişiden biri ağır ya da hafif bir ruh hastasıydı!
Üstelik de bu oran bazı şehir ve yörelerde ciddi biçimde artabiliyordu.
Ülkemizde nüfusun yaklaşık yüzde 20’si yaşamı boyunca en az bir kez mutlaka tedavi gerektiren ruhsal bir hastalık geçiriyordu.
Psikolojik sıkıntı yaşayan her 6 kişiden sadece biri doktora gidiyor, yine devlet verilerine göre toplumun yaşadığı psikolojik hastalıklar yaygınlığa göre “kardiyovasküler hastalıkların” ardından “ikinci sıraya” yerleşiyordu.
İşin açıkçası topluca kafayı sıyırmış vaziyetteydik!
Avrupa Birliği ülkelerinde her 100 bin kişiye yaklaşık 13 ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı düşerken bizde bu rakam ne yazık ki sadece 2 buçuk kadardı.
“Kafayı yemek üzereyim” diye hastanelere başvuranların sayısındaysa tam anlamıyla bir patlama yaşanıyordu.
Ülkemizde gelişen bu vahim tabloyu şimdi Bursa’ya milletvekili olması için gönderilen eski Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, CHP’li Sezgin Tanrıkulu’nun verdiği bir soru önergesi nedeniyle bizzat açıklıyor ve korkulası yeni rakamlar bu sayede ortalığa saçılıyordu.
Sağlık Bakanlığı verilerine göre “özele başvuranlar” hariç olmak üzere bu şikayetle sağlık kuruluşlarına gidenlerin sayısı son 5 yılda 3 kattan fazla artarak 9 milyon 163 bin 101 kişiye ulaşmıştı.
En vahim tabloysa İstanbul ve Ankara’dan gelmişti.
Örneğin İstanbul’da 2009’da psikolojik rahatsızlık şikayetiyle başvuranların sayısı 262 binken, 2014’e gelindiğinde rakam 1 milyon 500 bin sınırına dayanmış ve 5 yılda yaklaşık 6 kat artmıştı.
Ankara’daki artışsa 6 katın da üzerine çıktı.
Günümüz Türkiyesi’nde insanların yaşadığı bu sıkıntıların büyük bir çoğunluğunu depresyon, panik atak gibi anksiyete bozuklukları ya da “uyum bozukluğu” denilen hastalıklar oluşturuyor.
Bir de yolda yine yanımızda yürüyen şizofrenler, sosyopatlar, psikopatlar gibi tedavisi zor ve etrafına zarar verenler gibi yaklaşık yüzde 3’lük bir kitle var ki, aman Allah korusun yani!
Gazetemizin denetmeni Deniz’e (Akın) dün sordum, “yakınlarından cezaevine düşen hiç kimse var mı” diye?
Varmış, 12 Eylül 1980’den sonra dayısı “düşünce suçundan” tam 6 sene 6 ay hapis yatmış.
Ardından Yazıişleri Müdürü’müz Ahmet Yıldız’la görüştük o da “var” dedi, “bizzat kendim”!..
1970’li yılların başında yine “düşünce suçuyla” yargılanıyor Ahmet abi de, “devletin gücünü size göstereceğiz” diyen bir savcının hazırladığı iddianame sonucu 42 yıl hapisle yargılanıyor ama Adnan Keskin ve Uğur Alacakaptan gibi önemli hukukçuların etkili ve başarılı savunmaları neticesinde kısa sayılabilecek bir süre içerisinde kurtulmayı başarıyor.
Eskiden bu memlekette insanlar daha çok “düşünceleri nedeniyle” yargılanıp da mahkum olurlardı.
Şimdilerdeyse gazetelerin üçüncü sayfalarını ve manşetlerini her gün cinnet geçiren anne ya da babalar, ailesini katledenler, intiharcılar ya da sağa sola ateş edenlerin haberleri süslüyor.
Toplumun gerilimi inanılmaz derecede çok arttı.
Hiç kimsenin yolda yürürken ya da trafikte ilerlerken başına bir şey gelmeme garantisi yok; milletçe kafayı kırmış durumdayız yani, tablo aynen bunu gösteriyor.
Ee bir şeyi bahane edip saldırana karşı siz de sessiz kalamayacağınıza göre “katil olmanız” işten bile değildir artık.
Ben cezaevlerinde ağır suçlardan yatan insanların önemli bir bölümünün gerçekten “kader mahkumu olduğuna” inananlardanım.
İşlediği suçu alışkanlık haline getirmiş ya da bir cinnet anında veya bilinçli olarak can alıp, can yakmış kişilerse “tedavi edilmeleri gereken birer hastadır” benim gözümde.
Zaten Türkiye’deki adalet sistemi özgürlüklerini kısıtlayıp toplumun dışında tutuyor onları.
İçlerinde bir anlık öfke sonucu yaptıklarından bin pişman ve vicdan azabı çeken önemli oranda bir kitle de var.
Ben bu Bursa Milletvekili Turhan Tayan’a özellikle son zamanlarda bayılıyorum doğrusu.
Eskiden bir parça huysuz ve aksiydi ama yaş aldıkça bir yandan şarap gibi yıllandı Tayan.
Ben Bursa’da şimdiye dek hiçbir milletvekilinin “cezaevlerinde yaşanan sorunlara” değindiğini, yazarınız haricinde yerel gazetelerde hiç kimsenin bu konuya temas ettiğini görmedim!
Kendisi de bir hukukçu olan, sağ kökenli bir siyasetçi Turhan Tayan’ın, kalın duvarların ardında zaten çile çeken insanların üstüne bir de işkence görmelerine karşı sergilediği insanca duruş beni çok çarptı açıkçası.
Hele hele kendini yıllardır solcu ya da hümanist gösteren kimileri kıllarını bile kıpırdatmazlarken!
Gelin Tayan’ın önceki gün yaptığı açıklamadan bazı bölümler aktararak tamamlayalım bu günkü yazımızı:
“Cezaevlerinden gelen haberler iç karartıcı. Cezaevinde dört duvar arasında olmak kolay değildir herhalde. Cezaevi şartlarının insan hakları açısından uygun olması her açıdan gerekir. Uluslararası hukuk ve ceza infaz hukukumuz bunu emreder. Şuanda cezaevlerinde 165 bin tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır. AKP iktidarı iş başına geldiği zaman bu sayı 40 binlerde idi. Tutuklu ve hükümlü sayısı açısından Avrupa’da 2’nciyiz.
Cezaevlerinde uyuşturucu, fuhuş, cinsel taciz, silahlı eylem gibi suçlardan yatanların sayısında patlama var. Cezaevleri dolmuş taşıyor.
Bir kişilik yatakta mahkumlar nöbetleşe yatıyorlar. Bir feci durum var ortada.
Cezaevlerinde infazdan beklenen ıslah edici, terbiye edici, kişiyi hayata kazandırıcı fonksiyonlar çoktan gitmiştir. Aksine topluma, devlete küsen kindar fertler yetişmektedir.
Bu durumdan kurtulmanın çaresi olarak yakında ilgililer ‘Af’ laflarını ederlerse şaşmayın...
Çare ne yeni cezaevleri yapmak, ne de af çıkarmaktır.
Çare toplumdaki gerginliği azaltmak, cinneti durdurmak, insanlara iş imkanları sağlamak, iyi eğitmek, barışçıl yaklaşmak, adalete olan güveni sağlamak, modern ceza ve infaz sistemlerini uygulamak olmalıdır.
Kısacası, cezaevlerinin kapalı ve yüksek duvarları arakasında çok kötü bir gerçek var.
Biline ...”