Tüm dünyada arıların yaklaşık olarak 20.000 farklı türü vardır.
Bu hayvanlar kendi aralarında çeşitli ritmik hareketler ile iletişim kurarlar. Bilim adamları tarafından bu hareketlere “arıların dansı” denilmektedir.
Arılar saniyede 250 kez kanat çırpabilirler. Bu kanat çırpışı genellikle kovanı soğutmak için yapılan “yelpazeleme” sistemidir.
Arılar koku alabilirler. Antenleri ile ilgili yapılan son araştırmalar, bu organlarında koku almak için kullandıkları kimyasal reseptörlerin bulunduğunu kanıtlamıştır.
Bal arıları toplu halde yaşayan canlılardır ve kovanda yaşamın devamlılığını sağlamak için iş birliği içinde çalışırlar. Bir kovan içinde yaşayan işçi arılar, kraliçe arı ve erkek arılar bulunur.
İşçi arılar kovandaki bütün işleri üstlenmişlerdir ve büyüdükleri hücreden çıktıkları andan itibaren gelişimleri ile orantılı olarak kovan içindeki görevleri de değişir. İşçi arılar yaşamları boyunca kovan içindeki her türlü işle ilgilenmiş olurlar.
Bal arılarının işçileri yaklaşık olarak 1.5 ay, erkek arılar 6 ay ve kraliçe arı ise 4 yıl kadar yaşar.
Bir işçi arı yaşadığı süre zarfında sadece bir çay kaşığının 12 de biri kadar bal yapabilmektedir.
Bal arıları kovandaki bir adet peteği doldurabilmek için yaklaşık 100 milyon kadar çiçeğin nektarını emerler. Bu süre zarfındaysa yaklaşık olarak 90 ila 100.000 km kadar kanat çırpmış olurlar.
Avustralyalı araştırmacılar, bal arılarının insan yüzlerini ayırt edebildiğini keşfetmiştir.
Bal bozulmayan tek gıdadır.
Bu canlıların petek formunda iki adet bileşik ve üç adet de basit gözleri bulunmaktadır. Basit gözlerinin her biri binlerce ufak üniteden oluşur. Bileşik göz, ana arıda 3.000 adet, işçi arıda 4.000 adet, erkek arıda ise 8.000 adetten daha fazla basit gözün birleşmesinden meydana gelmektedir.
Kendi hayatlarını tehlikede görmediği sürece insanları sokmazlar.
Dünyanın en hızlı bilgisayarları saniyede yaklaşık 16 milyar kadar aritmetik işlem yapabilir. Bir bal arısı ise aynı sürede daha az enerji tüketerek yaklaşık 10 trilyonluk işlem yapma kapasitesine sahiptir.
Bal arıları polenlerini topladıkları bir çiçeğin üzerini diğer arıların bir daha uğranmaması için elektriksel bir alanla kaplarlar. Vücutlarındaki elektro alıcılar sayesinde o izleri görüp algılayan diğer arılarsa bu çiçeklere uğramaz, böylece zaman ve enerjiden kazanmış olurlar.
Arılar yaşlandıkça akıllanıyorlar ve sonunda meslek hastalığına yakalanarak ölüyorlar.
Toplayıcı arılar iki kilo bal üretebilmek için toplam olarak Dünya ve Ay arasındaki mesafeye eşit bir yol kat ediyorlar.
Arılar hastalanabiliyorlar ancak hastalıklarını kovandaki diğer arılara bulaştıramıyorlar çünkü arılar bir virüs kaptıklarında, yön duygularını yitiriyor ve yuvalarını bulamadıkları için de tek başlarına ölüyorlar.
Her kovanda kraliçe arının salgıladığı kimyasal bir madde vardır ve bu madde kovandaki bütün arılar tarafından tanınır. Ayrıca kovandaki bütün arılar da bu maddeyi kraliçeden alarak kraliçe ile aynı kokuya sahip olurlar. İşte bu madde sayesinde aynı kolonideki bütün bireyler birbirlerini kolaylıkla tanırlar. Dolayısıyla dış görünüş olarak birbirlerine çok benzemelerine rağmen kovana giren herhangi bir yabancı arı kolayca tanınır ve kovandan dışarı atılır ya da öldürülür.
Ve 2006 yılından itibaren adına “Koloni Çöküş Hastalığı” (Colony Collapse Disorder) denilen bir durum sonucu tüm dünyada arılar birden bire ortadan yok olmaya başladılar sevgili okurlar.
En çok kayıp da Amerika Birleşik Devletleri’nde meydana geldi.
Kovanlardaki arılar aniden yok oluyorlar, işin garibi ölülerine de rastlanılmıyordu.
“Kimi patojenler, kimi zirai ilaçlar, kimi de viral etmenler yüzünden öldüklerini” söyledi arıların, hatta GSM baz istasyonlarının neden olduğunu iddia edenler bile çıktı.
Bu durum o kadar ciddi ve önemliydi ki, insanlık çok ciddi bir beslenme kriziyle de karşı karşıya kalabilirdi.
Çünkü yeryüzündeki bitkilerin çok büyük bir kısmını bu arılar döllüyor ve onların sayesinde sebze meyve yiyebiliyorduk.
Örneğin portakal yokluğunda bu meyvenin bir tanesinin bile astronomik rakamlara çıktığını düşünün?
Bu durum ABD’de 2006’den bu yana her yıl kabaca %30-34 oranında kovan kaybına neden oluyor. Bazı Avrupa ülkelerindeyse durum daha da vahim. Örneğin İtalya’da, 2007-2008’de kovanların %40-50’si Koloni Çöküşü nedeniyle yok olmuş.
Türkiye de Koloni Çöküş Sendromu’ndan nasibini alıyor. İlk olarak 2009’da Aydın’ın Kuşadası ilçesinde görülen koloni çöküşlerinin ardından, zaman zaman çeşitli bölgelerde aynı durum gözlemlenmiş. Son olarak Adana ve Urfa’da yoğun arı kayıpları gerçekleşmiş.
Geçen gün yazmıştım, belli ki ataları geçmişte arıcılıkla uğraşan Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal’ın yaşadığı Gürsu İlçesi hatta, Sarıbal’ın köyü Adaköy’de “CHP de bir Çöküş Sendromu” yaşamış ve oralarda da oyları topluca AKP’ye gitmişti!
Yani aslında bu gün Sarıbal’ın o yazıda sözü edilen eleştirilere verdiği yanıtları yazacaktım ama baktım ki Orhan beyin “ballı” bir soyadı var ben de bu vesileyle hem arılar ve arıcılık hakkında ilginç bilgiler paylaşayım istedim sizlerle, hem de bu çok önemli “arı kayıpları” konusunu bir kez daha duyurayım dedim.
Kaybolan arıların kovanlarında ciddi miktarda zirai ilaç yani zehir kalıntıları bulunmuş sevgili okurlar.
Üretim yapacağız diye hem doğayı zehirliyoruz hem de kendimizi.
Peki CHP’yi zehirleyen, ona oy kaybettiren ne?
“Bizzat kendisi” diyorum ben yine!
Baksanıza, ne gariptir ki SHP, DSP gibi ardılları geldi iktidara fakat CHP gelemedi bir türlü!
Yüzde 30 bandından yukarı asla çıkamıyor bir türlü bu parti.
Milletin büyük çoğunluğunun zihin kodlarında var bir antipati.
İşte onun için de Cumhuriyet’in kuruluşunda rol almış bir siyasi yapı olarak kapatılıp bir vakıfa dönüştürülmeli ve iyisiyle kötüsüyle bir de müzesi kurularak tarihteki yerini almalı.
Sağlam ve güvenilir bir muhalefet bulunmadığı için çaresiz olarak AKP’nin tabanında sıkışıp kalmış laik, demokrat insanları da cezbedebilecek aydınlık, ileri görüşlü, yepyeni bir parti kurulmalı.
Peki CHP’nin kendi ilçesinde de “Çöküş Sendromuna” uğraması hakkında neler söylüyor ziraatçi Milletvekili Orhan Sarıbal?
“Peki ya ben aday olmasaydım CHP’nin oyları ne kadar düşecekti, beni eleştirenler bunu düşünüyorlar mı acaba” diyor!
Bu kadar kendine güveniyor Sarıbal.
Ne diyelim, iddiasının ölçüsü tartısı yok.
Öyle söylüyorsa inanmak durumundayız.
Ancak ekliyor:
“Gürsu’da yaşayan insanlar duygusaldır. Menfur bir saldırı sonucu kaybettiğimiz Belediye Eski Başkanı Cüneyt Yıldız’ın vefatı nedeniyle de AKP’ye çok oy gitti.”
“Adaköy’deki buzhane kesinlikle benim değildir” diyor daha sonra da.
Araziyi üç kardeş alıp daha sonra 2011 yılında abilerine devretmişler.
Gürsu eski Belediye Başkanı AKP’li Orhan Özcü’nün, abisinin o arazi üzerine kurduğu soğuk hava deposuna ruhsat vermesi olayını da “köy yerleşik alanı içinde tarım amaçlı bu tesise herkesin ruhsat alma hakkı vardır. Ortada iltimas gerektirecek bir durum yoktur” diye açıklıyor.
Belediye meclis üyeliğinin son döneminde partiye, grup toplantılarına fazla katılamadığını kabul ediyor Orhan Sarıbal.
Buna mazeret olarak da Akademik odalarda aldığı görevlerden ötürü zaman bulamamasını gösteriyor.
“Partimle ilgili benim hiçbir sorunum yoktur ancak bazı partililerin benimle sorunları olabilir” diye de ekliyor.
“Arıtma tesisi, TOKİ binaları ve ova talanıyla ilgili muhalefet yapmış” söylediğine göre, hatta bir-iki basın toplantısı da düzenlemiş ama gazetelerden gelen giden olmamış!
Evet, bal çeşitleriyle tamamlayalım bu günkü yazımızı:
Sarıbal, pardon (!) kestane balı, çiçek balı, çam balı, akasya balı, orman gülü balı ve narenciye balı.
Benim bildiklerim bunlar.
Peki ya sizin?