Arkadaşımız Özlem Yağmur Buğday, “Lodos Bursa” isimli bir dergi çıkarıyor, pek hoş.
Son sayısını görünce insanı içine çekiveren yazı ve konular gördüm yine orada.
Bir kere her şeyden önce bir gazeteci gözüyle hazırlandığı çok belli Lodos’un.
Fotoğrafların seçimi ve mizampajında da yine mimarları arasında “hanımelilerin” olduğu görülüyor.
Derginin yönetimini Özlem götürürken, Aslıhan Güngörmez editörlüğünü, Macide Çetin Karaca da görsel yönetmenliğini üstlenmiş.
Hanımeli kokusuna bayılırım.
Sakız, limon çiçeği ve yasemin de favorilerim arasındadır.
Ilık yaz akşamlarında akasya çiçeklerinin okşadığı ruh bir daha iflah etmez; aşkın derinliklerinde kaybolmak ister insan işte o an.
Lodos’un son sayısında hem çiçekler var hem de aşk!..
“Yüzyıllardan bu güne koku gerçeği” başlıklı inceleme alıverdi beni içine.
Ne demiş Mevlana?
“Koku gönül gözünü açar.”
Bendeniz de ekliyorum ve diyorum ki, “güzeli kokmak” da en az “güzele bakmak” kadar sevaptır.
“Tarihte de koku insanları etkileme konusunda çok önemliymiş. Mısır Kraliçesi Kleopatra güzel bir kadın olmamasına rağmen Mısır rahiplerine hazırlattığı içinde gül esansının da bulunduğu kokularla tüm çevresini etkisi altına alırmış.”
Türkçe’ye “Koku: Bir katilin hikayesi” şeklinde çevrilen Tom Tykwer’ın yönettiği, Alan Rickman , Dustin Hoffman , Ben Whishaw , Rachel Hurd-Wood ve Karoline Herfurth’un oynadıkları “Perfume: The Story of a Murderer” isimli filmi seyretmediyseniz mutlaka izleyin derim.
La Dolce Vita!
“Öteki sinemanın sıradışı efendisi” Fellini de almış yerini Lodos’un sayfaları arasında.
Bizim “bir garip Orhan Veli’miz” de oralardan bir yerlerden göz kırpmakta:
“Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.”
Psikiyatri Uzmanı İbrahim Afif Karakılıç’ın “Katil Kim” başlıklı yazısına bayıldım bayıldım.
Muhteşem bir inceleme.
“İnsanın yaratıcılıktan yok ediciliğe serüveni” alt başlığıyla hominidleri 10 milyon yıl öncesinden başlayarak anlatmaya başlamış doktorumuz.
Bir önceki yazımla da örtüştüğü için çok sevdim belki de ama “Homo homini lupus” başlıklı o yazıyı kaleme almasaydım yine de pek severdim, olağanüstü birikim işi bir inceleme olmuş Doktor’un yaptığı; eline, beynine sağlık.
Özlemin bir de www.lodoshaber.com adresli İnternet haber sitesi var.
Okuyucularıyla oradan da buluşmayı sürdürüyor.
İrahim Afif Karakılıç’ın yazısını ana sayfaya koymamış, altta “Yazarlar” kategorisinde kalmış, merak edenler buraya tıklayarak okuyabilirler:
http://www.lodoshaber.com/insanin-yaraticiliktan-yok-edicilige-seruveni-katil-kim/
Ve Özbekistan…
Bir kez daha gittim Lodos sayesinde Taşkent’e, Semerkant’a ve Buhara’ya…
Semerkant’ta Registan Meydanı’nı yine dolaştım, Uluğ Bey, Şirdar, Tilla ve Kari Medreselerini, Bibi Hatun Türbesi’ni, Emir Timur’un anıt mezarının bulunduğu Gur-i Emir türbesini tekrar gezdim; derin derin çektim içime bu kadim kentin tılsımlı kokusunu.
Ve aşk…
Registan Meydanı’nın tam karşısında Timur’un eşi adına yapılmış “Bibi Hanım Türbesi’yle, medresesi” yer alır.
Aslında bir Çin prensesi olan gencecik Bibi Hanım’ın güzelliği dillere destandır.
Timur, Yıldırım Beyazıt’la savaşmak için ordusuyla Anadolu’ya yürüdüğünde eşi Bibi Hanım, dönüşünde ona sürpriz olsun diye büyük bir medrese yaptırmaya karar vermiş.
Ancak tüm aramalara rağmen o devasa yapıyı kısa süre içinde bitirmeyi garanti edebilen hiç bir mimar çıkmamış ortaya.
Haftalar süren aramalardan sonra en sonunda biri kalkıp gelmiş.
İnşaat başlamış.
Ancak baştan hızlıca giderken mimar garip bir şekilde işi yavaşlatmış.
Neredeyse medreseye günde tek tuğla bile konmaz olmuş.
Bibi Hanım bunun nedenini soruşturmuş?
Birileri kulağına “bu mimar size aşık. Yanıp tutuşuyor cemaliniz için. Bu nedenle de sizi daha fazla görmek için işi ağırdan alıyor” diye fısıldamış.
Bibi Hanım mimarı çağırarak “işin neden yavaş gittiğini” sormuş?
İnkar etmemiş genç mimar, Timur’un karısına gerçekten büyük bir aşkla tutulmuş çünkü.
Bunun üzerine Bibi Hanım haremdeki en güzel kızları toplayarak mimardan “istediğini seçmesini ancak, işi zamanında bitirmek için de söz vermesini” istemiş.
Mimar “benim istediğim sizsiniz. Gözüm başka hiçbir şey görmez. Ancak yanağınızdan bir kez öpme mutluluğunu bana bahşederseniz onun bahtiyarlığıyla sözümü yerine getirir, medreseyi çar çabuk bitiririm” demiş.
Bibi hanım mimarı ikna etmek için çareler aramış.
Bir sürü yumurtayı farklı renklere boyatarak mimarın yanına varmış.
“Bak mimarbaşı” demiş, “bunların hepsinin rengi farklı ama içleri aynı. İşte kadın dediğin şey budur. Dışarıdan farklı görünseler de sonuçta kadın kadındır, gel inat etme, haremden birini seç de bu işi halledelim?”
Mimar da eline iki kupa alarak birini suyla diğerini şarapla doldurup Bibi Hanım’a uzatmış:
“Bakın bunların ikisi de sıvı ama birini içerseniz susuzluğunuz gider, diğerini içerseniz sermest olursunuz, dünyanız döner” demiş.
Bibi Hanım en sonunda mimarın kendisini öpmesine izin vermiş ama bir koşulla!
Elini yanağının üzerine koyacak, mimar da onun yanağını değil elini öpmüş olacak!
Sırsıklam aşık genç mimar buna da razı olmuş.
Bibi Hanım’ın elini öpmek üzere yanağında doğru yaklaştığı vakit burnuna dünyanın en güzel kokuları gelmiş.
Derin derin çekmiş tümünü içine.
Ve medreseyi bitirmiş mimar.
Ama Timur seferden dönünce kem gözlü birileri fısıldayıvermiş kulağına.
Küplere dönmüş ihtiyar hükümdar.
Derhal mimarın katledilmesi emrini vermiş.
Bunu haber alan mimar medresenin en yüksek kulelerinden birine çıkarak cellatları onu bulmadan önce kendini bırakmış boşluğa.
Söylenceye göre mimar yere düşüp ölmemiş.
En güzelinden rengarenk bir kuş olup uçuvermiş.
İşte tam o anda ılık bir Lodos esmiş.
Uzaklaşıp gitmeden önce o kadim kentin üzerinde bir tur atan güzel kuşun nefesinden tüm Semarkant’a hanımeli, sakız, yasemin, limon ve gül kokuları yayılmış.
Aşkın gücü buymuş.
İşte o gün bu gündür pek çok insan Zümrüt-ü Anka kadar güzel bir kuşu Bibi Hatun’un türbesinin kubbesinde içli içli öterken gördüğüne yemin edip dururmuş.