Yazarlar

Aroma Kazan Dayko Ramazan

post-img
Yazı yazmak güç iş. İkide bir arayıp da “hadi artık yaz yaz” deyip duruyorsunuz ama… Hemen öyle kolay olmuyor! Kimilerinin yazı ishali olduğu şu günlerde bendenizin yazması için önce canımın istemesi gerek! Keyf almalıyım o yazıdan. Zaten para filan ödediğiniz yok. Bedavaya okuyorsunuz, bir de üstüne buğuz etmeyin. Bizde böyle! Çok konuşmayın. İşte o kadar!   Hiç bi şeyden çekmedim bu güne dek bir dilimden bir kalemimden çektiğim kadar. Şu Bursa Adliyesi’ndeki koridorların ağzı dili olsa da bir dillense. Yıllardır gide gele mübaşirler yarim, davalık olduklarım hep zalim oldu. Hadi o neyse… Bir de dostların fil hafızası, yıllar sonra bile gelen serzenişleri yok mu?   Geçen gün cırrr bir telefon. Karşıda Bursa Ticaret ve Sanayi Odası eski Genel Sekreteri Tolga Yücel. -Abi biz o davadan beraat etik. “Bismillahirahmanirahim! Ne davası Tolgacığım?” -Hani yazmıştın ya? Yıllaryılı binlerce yazı, binlerce insan, binlerce olay… “Neyi yazmıştım Tolgacığım?” -Hani biz Oda’ya bir araç gereç alımı yapmıştık. Bir savcı da suç duyurusunda bulunup, bize dava açtırmıştı. “Eee?” -İşte yıllarca süren o dava bilirkişiler, incelemeler sonucu karara bağlandı ve bizim suçsuz olduğumuza karar verildi. “Peki ben ne yazmıştım o vakit?” -Yazıda beni kastederek Celal Bey’e (Sönmez’e) “Ergun Kağıtçıbaşı gibi deneyimli bir genel sekreterden sonra böyle toy ve genç birini işe alırsan, burnun tabiî ki dertten kurtulmaz” demiştin abi! Öyle demişsek ayıp etmişiz yani!     Bak şimdi! Ayıp ettiğimiz bir başka kişi daha geldi aklıma şimdi. O sıra Olay Gazetesi’nde yazıyorum. Yazıişleri Müdürü Gürsel Bayraktutan. Gürsel’in kayınpederi de Osmangazi’de kaymakam. Kaymakam Hikmet Tan, fakir fukara fonundaki parayı bankaya faize yatırmış. Üç aydan beri de eczaneler paralarını alamadıkları için, yeşil kartlılara ilaç vermeyi kesmişler! Yani yaşlı yoksul insanlar, ağrı kesicilerini, kanserliler bu nedenle ilaçlarını alamıyorlar. Durumu şöyle bir tetkik edip, haberin ayrıntılarına da ulaşınca gazeteye döndüm ve yazdığım yazıda kaymakam beye şöyle sağlamca bir çaktım o vakit! Yani aklımın ucundan bile geçmiyor sevgili Gürsel’e “Senin kayınpederin yamuk bi işini yakaladım” demek. Hatta, odasının önünden şöyle el sallayıp, iyi akşamlar bile dediğimi de hatırlıyorum. Ne bileyim bizdeki kafa o sıralar yine, “Denizden babam çıksa yazarım” kafası; adam yaptıysa bir yanlış herkesi nasıl tefe koyuyorsak, ona da gereken yapılmalı kafası. Herhalde Bursa’da basın tarihinde görülmemiş şeydir yani, sen çalıştığın gazetenin yazı işleri müdürünün muhterem kayınpederini topa tutacak ve ona içerik konusunda bilgi vermeden yazını yazacak ve çekip gideceksin! Kendisini de çok severim. Gürsel haklı tabii. Kırıldı bize çocuk. Kırıldı ama efendiliği de hiç bozmadı ve yıllar yılı böyle sürdü gitti. Ama öyle bir gün geldi ki “intikamı” bir yaz günü herkesin içinde  ÇGD Lokali’nde “yenge” aldı!   Bir etkinlik filan vardı o gün her halde. O vakit çocukları henüz küçük ve bebek arabasında oturuyor. Çok da tatlı bir şey. Sağ elimi uzatıp, tersiyle ufaklığın yanağını şöyle bir okşadım. Okşamamla birlikte ufaklık öyle bir ağlamaya başladı ki sormayın! Ortam kalabalık, hep gazeteci arkadaşlar var. Böğrümü delen hançer gibi laflar yüksek sesle yenge hanımdan geldi: “Bacak kadar çocuk bile kimden korkması gerektiğini nasıl da biliyor!..”     Neyse… Yani öyle yazıyoruz yazıyoruz da… Gün geliyor o gün yediğimiz hurmalar bir gün geliyor adamı tırmalıyor! Neyse ben bu gün size Macit’ten söz edeyim bari. Nam-ı diğer Rot Macit. Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’nin vefa ve dayanışma duygusuna güzel bir örnektir Macit. Rot Steward’a benzerliğinden ötürü ki kendisi ısrarla kendisinin ona değil, Rot Steward’ın kendisine benzediğini ifade etmektedir!..   Rot Macit diye anılır kentimizde. Ve sokakta vatandaşa sorun, anket yapın Rot Steward’ı tanıyan çıkmaz ama Rot Macit marka insanlarından biridir bu kentin. Berber Behzat, rahmetli Malafa Salih, Rot Macit, Hazım Adanur gibi kişilikler Bursa’nın belleğinde yerini almış sıra dışı insanlardır. Rot Macit dansçıdır. Babasının yazdırdığı imam hatip lisesinde dersleri kırıp o vakitler Kırcı Otel’in altında bulunan Acar Disko’ya dans etmeye kaçar.   [caption id="attachment_74962" align="aligncenter" width="400"] Ortadaki Rot Macit[/caption]     Daha sonra Tolga Han’la çalışır. Şimdi Cumhuriyet Caddesi’nde, eski Ticaret Borsası’nın hemen altında işletmecisi Burfaş olan bir kafe var. İşte Macit, belediye adına o kafenin müdürlüğünü yapıyor. Geçen gün annemle kahvelerimizi Kozahan’da içtikten sonra, devamla çay için de Macit’e uğradık. Aman bir sohbet pir sohbet. Giyimine, kılık kıyafetine her zaman özen gösterip önem veren Macit, beyaz bir pantolon, beyaz yelek ve beyaz gömlekten oluşan o günkü kostümünü nane yeşili ve limon sarısı karışımı kravatıyla taçlandırıp, etrafa yine ışık saçıyordu.   Macit Arnavut. Ailece 1948’de Kosova’dan göç etmişler. Misafir benim validem olunca tabii, annelerin, Macit’in annesi Nadire (Tunalı) teyzenin de kulaklarını çınlattık. “İlk geldiğimiz yıllarda” diyor, “annem Türkçe’yi fazla bilemiyor tabii… Gidiyor pazara… Patatesçinin önünde duruyor… Çocugum, kaç paradır bu kumpir? (patates) Onbeş kuruş teyzeciğim yanıtını veriyor pazarcı… Bizim valide tutturmasın mı 25 kuruşa vermezsen almam diye!.. En sonunda güç bela ikna ediyorlar 25 kuruşun, 15 kuruştan daha fazla olduğuna!”     Nadire teyze yine gitmiş bakkala… “Çocugum, hani ekmeğin üstüne bıçakla sürüyorlar ya ondan veresin bana?” -Sana mı teyze? “Yok be çocugum, bana değil evdeki masımlara!”     Rot Macit’te muhabbet biter mi? “Bizim Arnavutlardan Dayko Ramazan vardı” diye sürdürdü konuşmasını: Bu Dayko Ramazan uzun bi aradan sonra Aroma Fabrikası’nın kazan dairesinde iş buluyor. Kosava’dan Bursa’ya ziyarete gelen kardeşi de yanına uğrayıp, hal hatır soruyor. “A Ramazan ne yapaysın burda büle more?” “Ne yapayım” diyor, “Allah bereket versin. Bulduk Aroma’nın kazan dairesinde bir iş çalışıyoruz işte.” Gel zaman git zaman Dayko Ramazan’ın kardeşi Kosova’ya geri dönüyor ve oğlunun sünnet cemiyeti yaklaşıyor. Oğlu Sülo’ya diyor ki Dayko Ramazan’ın kardeşi, “Aco’ya” (Amcaya) diyor "mektup yazalım Sülo, düğüne davetiye gönderelim". -A be buba adrese yok, nasıl günderecez? Adam şöyle bir düşünüyor… Yaz diyor zarfın üzerine: Aroma Kazan Dayko Ramazan Bursa/Türkiye     Meğerse Arnavutların adres tarifleri pek meşhurmuş. Yine Zafer Halk Dansları ekibinde “Aga Sülo” lakaplı biri varmış davul çalan. Bu Aga Sülo yurt dışında gidilen folklor festivallerinden birinde bir hatunla tanışıyor ama mektuplaşmak için de adres vermeyi unutuyor. Daha sonra o kente giden bir arkadaşıyla ilk mektubu elden yolluyor. Zarfın üzerine yazdığı adres aynen şöyledir: Aga Sülo (Süleyman Onbaşi) Zafer Male, Numre 8, evin önünde akasya ağacı Bursa/Türkiye     Şimdi sıra Aga Rüstem’de: Aga Rüstem çevirmeli telefonlarla tüpçüyü arıyor: -A be isteyem süleyem bi şey? Buyur amca diyor karşıdaki. “Ben” diyor, "Aga Rüstem, bize getiresin bi tup?" Ve tak diye telefonu kapatıyor. Nice sonra yine arıyor: “Çocugum nerde kaldı bu tup?” “Ee adres vermedin ki be amca” diyor karşıdaki. -Bak be çocugum,adrese şöyle:   Bakkal Salih Çüşede, numre kapı üstü 9, er yer asfalt! (Kosava’da köyde her yer çamur çünkü!) Zafer Male   [caption id="attachment_74969" align="aligncenter" width="400"] Arnavut Ciğeri[/caption]   Ama yaşanmış bir olay daha var ki Bursa’da, onu da anlatmadan geçemeyeceğim: Yine Arnavut’un biri Ankara asfaltı üstünde bir taksiye el eder. Şoföre “More” der, “üzlemişim Kemalpaşa’yı çok, bi göreyim onu.” Şoför sevinir, “ballı müşteri bu “ diye düşünüp İzmir yoluna yönelir. “A be more nereye gidiysin” der Arnavut. -Kemalpaşa’ya? “Yanlış gidiysin, hani var ya eykel önü Mustafa Kemal Paşa. Ben onu üzledim çok!” Mustafa Kemal Paşa’yı ben de çok özledim sevgili Yenibursa okurları. Siz de özlemediniz mi?  

Diğer Haberler