Yazarlar

Ayakkabı köselesi değil, yürek meselesi

post-img
Hiç unutmam... 1990'lı yılların başlarındaydık. Refah Partisi, merhum Necmettin Erbakan'ın katıldığı bir iftar yemeği vermişti Çelikpalas Oteli'nin balo salonunda. İçerisi tıklım tıklım doluydu. Ezan okundu, top patladı. Bir gazeteci olarak karnım da o kadar da açken, kaşığa elimi bile sürmedim! Çünkü, o günkü anlayışıma göre bir gazeteci sadece oradaki gelişmeleri izlemek üzere giden biriydi; hiçbir şekilde müdahil olamaz, katılamazdı etkinliğe, katılmamalıydı! Tabak çanak şıkırtıları içinde iftar yemeği bitti. Sıra "sofra duasına" gelmişti. Salondaki tüm ellerin avuç içleri semaya doğru kaldırılmış, mikrofonda konuşan er kişinin sarf ettiği her cümlenin sonunda içerideki yüzlerce kişi "amin" diyerek eşlik etmekteydi. Yazarınızın elleriyse aşağıda, dizlerinin üzerindeydi! Bir gazeteci katılmazdı, katılamazdı, katılmamalıydı çünkü izlediği bir topluluğun ayinine! İster Müslüman, ister Hristiyan, ister Hindu, isterse Budist olsunlar, O'nun görevi izlemek, not almak, fotoğraf çekmek ve kaleme almaktı sonuçta; hepsi o kadar! Sonra... Olmuyor, bizim gibi feodalitenin yoğun yaşandığı ülkelerde yürümüyordu bu anlayış; onu fark edip yaşadım. Dedim ki kendi kendime "Yahu bu adam bana bir çay mı ikram etti? Ben de kısıtlı bütçemle ona bir çorba sunayım da eksikli kalmayayım"!.. En uygun mekan Kültürpark'taki, üyesi olduğum Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin lokaliydi. Orada üyelere ve misafirlerine hatırı sayılır miktarda bir indirim uygulanıyor, haber kaynaklarınıza da mahcup olmuyordunuz. Yeni doğan kızımızı bebek çantasında masanın üzerine koyup, şair ve yazar dinletilerine katıldığımız çoktur oranın bahçesinde yaz akşamlarında. En köşedeki çocuk oyun parkını sağ olsun, Celal Beysel'den ben rica etmiştim; kırmamış, bir salıncakla, bir de kaydırak göndermişti ücretsiz. Daha sonraki yıllarda başkan adayı da olup, 4 farkla daha doğrusu, divan heyetinin oy verme süresini uzatarak rakip adayın Gemlik'ten zorla, emrivaki getirttiği 2 kişinin aleyhimize verdiği oylarla kaybetmiştik seçimi. Buna rağmen rakip adaya oy veren üyelerin bazı isimleri çizip benim adımı yazmaları sonucu yönetim kuruluna da girmiştim. Başkan seçilen Tayfun Çavuşoğlu'nun yönetim anlayışıyla uyuşamadığımız için istifa etmiş, ayrılmıştım o görevden. Oysa, ÇGD tarihinde hiç görülmemiş, düşünülmemiş projelerim vardı seçim beyannamemde. Örneğin, işsiz kalan gazeteciler için bir fon oluşturacak, onlara yeni iş buldukları zamana dek maaş ödeyecektim dernekten. Dahası da vardı, belediyelerden ucuz arsa temin edecek, taksitle, ödenebilir rakamlarla ev sahibi de yapacaktım onları. Tüm bunları yıllar sonra Bursa Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nuri Kolaylı başaracaktı. Bir adım daha öteye gidecek, çocuklara burs verip, cenaze yardımlarına kadar götürecekti işleri Nuri abi. ÇGD, işe yaramayan solcu, bir baltaya doğru dürüst sap olamamış gazetecilerin derneğiydi. BGC'nin yani, Bursa Gazeteciler Cemiyeti'nin 212 Sayılı Basın Kanunu'na göre çalışmayan gazetecileri üye yapmaması üzerine kurulan sözde muhalif bir dernekti ÇGD. Arzu Yılmaz,Yılmaz Akkılıç gibi o dönem ağırlığı olan gazetecilerin ricası üzerine derneğe, Kültürpark'ın, İpekiş girişinde bir lokal yeri verilmişti zamanın iktidar partisi DYP tarafından. Aslında hiç hakkı olmadığı halde lokal bir işletmeciye kiraya veriliyor, her ay toplanan paraların bir kısmıyla yöneticiler bedavaya bira içip, her gün kafayı bularak, artık sonrasını siz düşünün sabahlara kadar sevgilerini paylaşıyorlardı birlikte! Gelen paralarla dernek başkanları hacizli borçlarını ödüyor, dahası gün be gün zenginleşiyorlardı görevde kaldıkları süre içerisinde! İlk kurulduğu yıllar hariç, gazetecilere iğne ucu kadar faydasını görmedim ben ÇGD'nin. İşin en başında meslektaşların haber kaynaklarını ağırladıkları bir mekan olan lokal yıllar yılı gitgide fahişelerin kendilerine müşteri ayarladıkları bir meydan haline geldi. Herkes elini eteğini çekti elbette sonuçta. Uzun zamandır hiç gitmemiştim. Hiçbir haber ya da duyuru da gelmeyince, yakın dönemde başkanlık yapanlardan Aykut Güngör'ü aradım. -Abi biz seni 3 sene önce üyelikten çıkardık! "Niye?.." -Aidat ödemiyorsun diye. "Aykut, her ay oradan dünya kadar kira alıyorsunuz. Ben Çağdaş'ta bu güne dek aidat ödeyen hiç kimse görmedim. Örneğin Süper Mario... O'nu niye çıkarmadınız kardeşim?.." -Abi o bizim çıkardığımız dergiye yazı filan yazıyor, ödeşiyoruz. "Peki, bana dediniz mi bir kere, 'yazı yaz' diye? İstediniz mi bayramda seyranda bir yazı?.." Yok!.. -Abi, dilekçeni ver, hemen tekrar geri alalım? "Yok Aykut yok, siz bu ayıpla yaşayın, ben halimden sizsiz de memnunum!.." Rabia Deniz diye bir kız var, CHP'li Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz'ın himayesinde orada basın danışmanlığı yapan bir hatun, şimdi o yürütüyor ÇGD'nin başkanlığını sanırım. Tahminim o ki, bunlar bana Orhan Sarıbal'la ilgili geçmişte yazdığım bir yazı yüzünden gıcık oldular. Hani demişti ya Sarıbal Yavuz Sultan Selim için, "Katil Sultan Selim" diye? Yavuz'un İran ve Mısır üzerine yaptığı seferden ötürü bunlar "Şaha gidelim" diye türküler yakan ahfadın torunları! Gidin gülüm siz şaha! Hatta o da yetmez mollalara da gidin! Bursa Büyükşehir Belediyesi bunları önümüzdeki yıl dolacak sözleşmelerinin ardından gönderecek İsfahan taraflarına ve yıllardır hiçbir gazeteciye faydası olmayan mekanlarını alacak ellerinden. Da, Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem'in de yeni bir yer vermek üzere olduğunu işitiyorum! Turgay başkanım, bunların ne sana, ne bana, ne de memleketteki gazetecilere iğne ucu kadar faydası olmaz! Tam tersi, ileride sana büyük zararları olur! Girme bu işe! Madem çağdaş gastecilik yapacaklar, her biri versin aidatlarını, gözleri yiyorsa tutsunlar Çarşamba Pazarı Caddesi'nden bir büro, görelim icraatlarını? Ne etkinlikleri var bunların, ne etkileri, ne de gazeteci olarak bir saygınlıkları.... Bak, ben buradan açıkça belirtiyorum, yanlarında olan herkesin niyetini deşifre etmeye ömrüm oldukça kararlıyım, onu da söyleyeyim! Diğer taraftan, bu Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş hakikaten "yürek yemiş" arkadaş! Şehrin merkezinde beton yığınından adeta bir leş olan eski stadyumu çatır çutur yıkan Alinur Aktaş, şimdi de oradaki ASGD yani, Anadolu Spor Gazetecileri Derneği'nin, Kültürpark'ın dibinde tekiladaki kurtcuk, rakıdaki kırmızı balık, at şeyine konmuş kelebek gibi duran binasını yıkıyor arkadaş!.. Ne diyim ben sana arkadaş, ne diyim, uzat da "şapp" diye alnından öpiyim?!. Ya sen nasıl bir nimetsin Bursa'nın üzerine gelen ilahi iradeden? Hanlar bölgesini açmak bir yana, stadyumdan aşağıya doğru tüm beton alanları her türlü tepkiyi ve de baskıyı göğüsleyerek yıkmak ne Dadaloğlu'na, ne de Bolu Bey'ine nasip olmuş bir şey. ASGD'nin rakıda yüzen kırmızı balıkları nasıl ağlaşıyorlar, nasıl ağlaşıyorlar anlatamam! Verin aidatlarınızı, tutun başka bir yer, yapın orada ekşınlarınızı; ne bağırıyonuz, ne bağırıyonuz? Bunların da hiçbir etkisi, gücü ve inandırıcılığı yok. Başkanları İbrahim Erdoğan "Belki bir baltaya sap olabilirim" diye gitti, Meral Akşener'in eteğine gidip yapıştı geçenlerde! Yaptı mı, yapabildi mi bu güne dek bir spor gazetecisine bi tanecik ev? Rahmetli Hikmet Şahin'den kalan Meydan Gazetesi'nin üstüne çöküp, "gasteciyim" diye ortalıkta gezindi durdu yıllarca! Hülasa konteyner medyasını, ÇGD'yi, ASGD'yi şutlamak müthiş bir performans! Sevgili Alinur Başkan... İnegöl köftesi tamam da... Şu "yüreği" nerede yiyorsan bana da söyle de azıcık cesaretim artsın anasını satayım?!. Çakma gazetecilere çaktığın için tebrik ediyorum seni!

Diğer Haberler