Arkadaşım, meslektaşım Murat Altınseren aradı geçen gün.
Sağolsun Murat, beğendiği her yazımın ardından telefon edip, iyi dileklerini paylaşır.
Ailece, son yazımda sizlere de tanıttığım “Nilüfer Balkan Köfte” ye gitmişler, hem yiyeceklerin lezzetinden hem de ödedikleri hesaptan pek memnun kalmışlar.
Murat da bana Yalova Yolu’ndaki Metro Hiper Market’in girişinde bulunan Köfteci Yusuf’un döner lokantasından bahsetti.
“Hem çok güzel yapıyorlar, hem de fiyatları çok makul” dedi.
O güne dek hiç tanımadığım yeni bir mekân olacak da kalkıp gitmeyeceğim öyle mi?
Hiç ummadığım bir lezzetle karşılaştım, tek kelimeyle nefis.
Yanında 2 adet garnitürüyle birlikte lavaş içinde 140 gram pişmiş döner sadece 25 lira.
Reyonunda her çeşit pişmemiş et de satıyor Yusuf.
Şöyle bir göz attım, örneğin mis gibi işlenip, satışa hazır hale getirilmiş pirzolanın kilosu 95 lira.
Sonra, birkaç ihtiyacımı karşılamak üzere Metro’ya girdim, güya toptan satış yapıyorlar, aynı etin kilosu 134 liraydı!
Sadece o mu?
Örneğin A 101’den 14 küsur liraya aldığım bir top kağıt havlu 18 küsur, KDV’si de ayrı üstelik.
Demek ki bugüne dek Metro’dan her çıkışımda kendimi kazıklanmış hissetmemin nedeni hakikaten kazıklanıyor olmammış!
A 101 boşuna gidip Bademli’de dükkan açmıyor, paranın kıymetini en çok, parası olanlar biliyor!
Peki ya bilginin, kültürün kıymetini?
Abi, işte o para etmiyor bizim memlekette!
Eğer etse, bizim Can Ertan’a ağırlığınca altın, altına son model araba, denize karşı bir de dubleks ev vermeleri gerekirdi.
Paçalarından kültür-sanat akar Can’ım, Ertan’ımın.
Adam 17 sene mi yoksa, 18 sene mi görev yaptı saymadım, Bursa’nın eskiden bir İl Kültür ve Turizm Müdürü vardı.
Heykel’deki halk pazarından biraz sebze meyve alıp, yokuş yukarı Orhangazi Alt Geçidi’ne doğru yöneldik.
Tarihi Büyükşehir Belediye Binasının önüne gelince de sıcaktan bunalıp, oradaki banklarda biraz soluklanalım dedik.
Bir yandan da tuğladan yapılmış koca binayı inceliyorum.
Bir baktım Ahmet Gedik yanında hanımı, elinde torbalar bize doğru yaklaşıyor.
Yüzlerimizde maske var, tanımadı beni zaten.
Selam verdim, “artık emekli olup olmadığını” sordum?
Birkaç ay önce olmuş, ohh!
Belki artık Bursa’ya Devlet adına biraz kültür-sanat girer!
“Müdürüm be” dedim, “aha bak şu duvarda garip garip işaretler var. Sen bilirsin, nedir bunların anlamı”?
Aslında ne olduklarını gayet iyi biliyorum da benim işim muziplik!
Döndü baktı büyük bir bilgiçlik taslayarak, “Bunlar” dedi, “eski Ermeni ustaların kendi aralarında yaptıkları işaretler”!..
“Vay be” dedim içimden, “Devlet adına onca yıldır bu kadim şehrin kültür ve turizm politikalarını bu adam yönetip uyguladı ha”!..
Vay anasını!
Biri adına “Mühr-ü Süleyman” denilen 6 köşeli yıldız, diğeriyse “Hayat Ağacı’ydı” duvarda yer alan simgeler.
Siyonizmin kurucusu Theodor Herzl, Bassel Konferansı’nda her ne kadar bu altı köşeli yıldızı bir Yahudi simgesi olarak kabul ettirse de bu işaret öyle sadece İsrail’i sembolize eden bir çizim asla değildir.
Gerek Osmanlı, gerekse Selçuklu mimarisinde 6 ve 8 köşeli formları her yerde bulunur ve her köşesinin mistik, gizil bir anlamı bulunur.
Barbaros Hayrettin Paşa’nın sancağını bu simge süsler mesela.
Yahudiler buna Davut Mührü ya da kalkanı, Türklerse “Mühr-ü Süleyman” derler.
Türkistan’ın Yesi şehrindeki Ahmet Yesevi türbesindeki sekiz köşeli yıldızla, Sivas Gök Medrese’nin kapısındaki sembol aynıyken, yine Sivas Gökmedrese’nin minarelerindeki oyma süslemeler Mühr-ü Süleyman’ın çeşitleridir.
Ahlat’taki Türk mezarlarını bu sembol süsler.
Bırakın onu, altı köşeli yıldız motifinin Asya ve Ortadoğu coğrafyasında Tunç devrinden itibaren sıkça kullanıldığı arkeolojik kalıntılardan da anlaşılıyor.
Helen, Roma, Asur, Sümer, Bizans gibi eski medeniyetlerden günümüze ulaşan eşya ve eserler üzerinde göze çarpan bu yıldız on iki hayvanlı Türk takviminde bir sembol olarak yer alır.
Çok eski çağlardan itibaren bereket ve güç sembolü diye algılanmış, pagan toplumlarda kutsal kabul edilmiş, tarih boyunca pek çok millet ve kültür tarafından kullanılmış, üretilmiş, bulundurulmuş ve taşınmıştır.
Ona atfedilen anlam da bu sebeple her devirde değişmiştir. Altı yönünün insanın yüzünü, matematikte ilk mükemmel sayıyı, dünyanın altı günde yaratılmasını, bereket ve bolluğu sembolize ettiği, insanı şer güçlerden koruyan bir tılsım olduğu gibi fikirler de kabul görmüştür.
Peki, Bursa Ulu Camii’nin kuzey kapısının sağındaki üstten ikinci pencereyi de Mühr-ü Süleyman ve Hayat Ağacı’nın değişik formlarının süslediğini biliyor muydunuz?
Ahmet Gedik’e kalsa onları da Ermeni ustalar yapmıştır mutlaka!
Hayat Ağacı’na gelince…
Tanrı Ülken, eski Türk ve Altay mitolojisinde “İyilik Tanrısıdır”.
Göğün 6 ya da 16’ncı katında yaşar.
Kayın, çınar, servi ve çam ağaçları Türk inanç dairesinde en fazla anlam yüklenen ağaçlar olarak karşımıza çıkar.
İşte Tanrı Ülken bu ağacın en tepesinde yaşar.
Yeraltında, köklerinin arasındaysa tüm kötülüklerin simgesi Erlik Han bulunur.
“Yaşam Ağacı” hayatımızın her yerinde değişik formlarda karşımıza çıkar.
Haneye bereket ve uzun bir ömür için binalara, halı ve kilimlere, kıyafetlere ve mezar taşlarına konur ancak, orada artık hayatın bittiğini vurgulamak için ucu yukarı doğru dik değil, aşağı doğru eğiktir.
Hasılı, Bursa Büyükşehir Belediye binasını inşa eden mimar ve ustalar duvarlarını Mühr-ü Süleyman ve Hayat Ağacı’yla süsleyerek oralara birer tılsım yerleştirmişler ve yapının çok uzun yıllar bereket ve iyilikle hizmet vermesi için gizil bilimleri kullanmışlardır.
İnsanlık tarihi kendi içinde öylesine çok hazine barındırıyor ki sevgili okur, eşeledikçe gördüklerin karşısında şaşkınlığa düşüyorsun.
Son zamanlarda Heykel civarına çok sık uğradım ve oralardan her geçişimde de içimi büyük bir heyecan ve sevinç kapladı.
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş o kadar büyük, o kadar büyük, o kadar büyük ve önemli bir hizmette bulunuyor ki bu kente, şu anda yaptığı işin değerini anlatabilmek için sayfalar dolusu yazılar yetmez.
Hanlar bölgesinin etrafındaki yapıların tamamını yıkıp, tarihi dokuyu yeniden ortaya çıkarıyor Alinur Aktaş.
Arka taraftaki geçmişte Osmangazi Belediyesi tarafından ruhsat verilmiş 30-40 civarında binanın kamulaştırılma işi de tamam.
Meraklıları sorun etmesin, şu anda bir alışveriş merkezi tarafından kullanılan eski itfaiye binası da yıkılacak.
Bir proje yarışması açıyor Bursa Büyükşehir Belediyesi.
Meydanın son hali ortaya çıksın, tam o safhada Zafer Plaza’ya bağlanan o koca binaya da kepçe vurulacak.
Kentin merkezinde, üstelik de tarihi aksta böyle bir alan kazandırmak yıllarca sadece düşlerde yaşanmıştı.
Şimdi bu hayali Alinur Aktaş gerçekleştiriyor.
Ancak, bir-iki hususu da paylaşmadan geçemeyeceğim.
Pirinç Han’daki zeminlerine Halıfleks serili çirkin görünümlü o kahvehaneler fuhuş, uyuşturucu ticareti ve suç örgütlerinin merkezi olmuş durumda.
Bu işin devamıyla birlikte Şehir Estetik Kurulu harekete geçirilse, tarihi hanlarda plastik masa ve sandalyeler yerine ahşap ya da ahşap dokudan malzemeler kullanmak zorunlu hale gelse.
Sonra, bir binaya işlev katarsanız orası yaşar ve anlam kazanır.
Mesela turist Cumhuriyet Caddesi’ne geldi, etrafı dolaştıktan sonra oturup canı soğuk bir şey içmek istedi, böyle bir yer yok.
Adamların kültüründe var, takdis ederken bile ekmeği şaraba batırıp, çocuğun ağzına veriyorlar.
İşte onun için de işlemiyor Cumhuriyet Caddesi.
Hani tarihi yerlere Vakıflar karışıyor ancak, özel bir-iki işletmeye ruhsat verseniz, sokak ressamlarını ve çalgıcılarını teşvik etseniz, okunmuş kitap, dergi, efemera satışına izin verseniz, İstiklal Caddesi gibi olmaz mı orası da?
İstanbul’da varken Bursa’da niye olmasın?
Gelin görün ki topa tutarlar adamı, onu da biliyorum!