Ne çok “unutulmazı” vardır insanın.
Mesela koku!
İçinde örneğin melisa, hanımeli, sakız çiçeği, yasemin veya akasya çiçeklerinin esanslarından nağmeler barındıran parfümünü sıkmış bir hanım mı geçti yanımdan?
Aynen bir “kuyruklu yıldız” gibi peşine taktığı her şeyi ardı ardınca sürükleyen bu cinsi latife bir kerecik olsun dönüp bakmamak, yeryüzünde işlenebilecek günahların en büyüklerindendir bana göre.
Hele bir de oturup bir kahve içilmişse eğer, bir kara delik gibi çekimine kapılıp, sonsuz karanlığında kaybolası gelir insanın!
Her şey unutulur ama koku asla unutulmaz!
Parfüm için “nağmeler barındıran” tanımını kullandım; bu boşuna değil…
Her kaliteli parfümün kokusunu yayma aşamalarına “nota” denir, bunlar üç evreden oluşur:
“Üst, orta, alt.”
Üst nota, tepe noktasıdır; esans sıkıldığı anda alınan ilk kokudur, 3-5 dakika içinde kaybolur ya da siz öyle sanırsınız!..
Orta notaysa parfümün karakterini belirleyen kısımdır; en belirgin hali cilde yerleşmesiyle ortaya çıkar ve baskın karakteri genellikle 20 dakika kadar sürer.
“Dip nota” da denilen alt notadaysa gerçek kişilik ortaya çıkar; kalıcılık ve başarı işte tam da bu noktada kendini gösterir.
Bu üç notanın en dipte kucaklaşması bir kadını bir anda Kleopatra haline getirebilir.
Mesela üstte şeftali çiçeği, ortada gül ve en altta da sandal ağacının izdivacının yarattığı büyü her halde dünyadan başka sadece Cennet’te olsa gerek.
Keza Liçi meyvesi, Isparta gülü ve Vanilya Orkidesi…
Frezya Çiçeği, beyaz gül ve misk, en altta da vanilya.
Ha bir de kullanılan parfümle, kullanan kişi arasında mutlaka bir uyum olması gerekir.
Esmer tenli, beline kadar simsiyah saçları olan endamlı bir hanımla, tombalacık Halime’nin kullandığı parfümlerin kişilikleri elbette aynı olmaz.
Hasılı, koku unutulmaz sevgili okur.
Ha! Bir de damak tadıyla, doğduğun topraklar unutulmaz.
Caretta Caretta kaplumbağaları gibiyiz hepimiz, doğduğumuz, yaşadığımız yerlere tekrar dönmek, çocukluğumuzdaki duygu ve lezzetleri yeniden hissetmek isteriz.
Sosyal Demokrat Eski Politikacı Rahmetli Şemsettin Şen, şimdi Bulgaristan topraklarında kalan doğduğu yer Mestanlı’ya gitmek için Kapıkule’yi her geçtiğinde, yol boyunca sağlı sollu dizilmiş lokantaların birinde alırdı soluğu.
Ve hemen kendisine bir “Balkan köftesi” söylerdi.
Dahası, Bulgaristan göçmenlerinin pek çoğu yapardı bunu.
Uzun uzun şişe dizilmiş köftelerin lezzetini aradan yıllar geçmesine rağmen ben de unutamadım doğrusu.
Sonra bir baktım geçenlerde, Bursa’da da bir Balkan köftecisi açılmış!
Sonra, aynı lezzeti bulabilir miyim diye çekine çekine gittim geçen gün…
Aman efendim, yaman efendim!
Meğerse çok eskiden tanıdığım İzzet Usta bir arkadaşıyla birlikte açmış orayı.
Her porsiyonun yanında közde kızarmış kapya biberi, yarımşar domates, yeşil biber, havuç rendesi, fırında pişmiş arpacık soğan, özel baharatlı soslu haşlanmış patates, tereyağ ve baharatla taçlandırılmış pide müessesenin ikramı.
Bir de Ankara’nın Çubuk İlçesi’nde yetişen körpe hıyarlardan yapılma turşuyu da getirdiler mi masaya…
Az sonra gelen müşterilerden, üzerine çok şık beyaz, dökümlü jarse bir pantolon ve bluz giymiş sarışın hatunun hemen yanımızdan geçerken burnumdan beynimin en ince kıvrımlarına dek ulaşan parfümünün kokusu da geldi mi yamacıma doğru…
Bir tek Kevser Irmağı’nın, Maîn kaynağından alınma bir desti şarap eksikti masada!
“Nilüfer Balkan Köfte Salonu’nu”, başta macırlar olmak üzere Bursa’da yaşayan tüm hemşerilerime ısrarla öneririm.
Ata Bulvarı’ndan, Çalı istikametine doğru gittiğinizi düşünün, Küçük Sanayi Kavşağı’nı geçin, sonraki ilk kavşaktan sola yöneldiğinizde, solunuzda kalacak.
Ya da Navigasyona yazın, “Nilüfer Balkan Köfte” diye, o sizi götürsün.
Şansınıza aynı hatun bir daha gelirse eğer, sevaba da girersiniz vallahi!