Yazarlar

Belediyenin Önündeki Fıskiyeyi Kim Kırdı?

post-img
Bazen sihirli bir el değiverir şehirlere. Gören biri,  gözüyle dokunur önce. Sonra, hiç kimsenin aklına dahi gelmeyen o küçük dokunuş büyülü bir sonuç yaratıverir şaşkın bakışlar arasında. Bizim de bir dönem sıraları arasında bulunduğumuz  Altıparmak’taki eski İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nin bulunduğu, şimdilerdeyse Osmangazi Kaymakamlığı ve çeşitli devlet kuruluşları tarafından ortaklaşa kullanılan o koca binanın bahçe duvarlarının kaldırılıp, ortaya çıkan avlunun da  küçük bir meydan olarak Bursalıların hizmetine sunulması böyle bir olaydır mesela. Sihirli bir el dokunmuştur oraya ve ortaya o küçük dokunuştan çok çok daha büyük muazzam bir sonuç çıkmış, insanların dinlenip iki satır sohbet edebilecekleri bir ada yaratılmıştır. Geçen gün BTSO’nun yeni başkanı İbrahim Burkay ve yönetim kurulunun düzenlediği basın toplantısında söze böyle başladım. Bu olayı gerçekleştiren Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’ye teşekkür ettim. Tabii, bu fikri ortaya atan Osmangazi Kaymakamı Osman Taştan ve sahip olduğu teknik altyapı nedeniyle Büyükşehir Genel Sekreter Yardımcısı  Bayram Vardar’ı da unutmamak gerek. Ve oradan sözü döndürüp dolaştırıp biraz aşağıya, eski SSK müdürlüklerinin bulunduğu alanda yükselen BTSO’nun yeni sosyal tesisine getirdim. SSK’nın kullandığı binalar yıkılıp, ortaya da yine harika bir meydan çıkınca hepimiz sevinmiştik. Ancak, BTSO’nun eski yönetimi sanki koskoca kentte sosyal tesis yapacak başka bir alan kalmamış gibi gözü oraya dikmiş, Oda’ya karşı başka alanlardaki maddi katkılarından dolayı mahcup durumda bulunan Büyükşehir yönetimi de bu talebe “hayır” diyememişti. Dedim ki İbrahim Burkay ve yönetimine:   “Şimdiye dek kaç para harcandıysa harcandı. Gelin o binayı henüz bu noktadayken yıkalım? O alan  yeni bir projeyle doğal bir meydan olarak yeniden tasarlansın. Kenara bir de bir anı duvarı yapalım? Diyelim ki orada, “Bu meydanın bu bölümü şu şu isimlerden oluşan BTSO yönetimi tarafından Bursalılara armağan edilmiştir.” Bu yaklaşım bence torunlarınızın bile gurur duyacağı bir sonuç doğurur!”   Özetle, “Karşıdaki Araplar Parkı’yla birlikte, proje tamamlandığında gözü rahatsız etmeyecek bir sonuç çıkacağını umut ediyoruz” diye yanıtladı sorumu İbrahim Burkay. Yani, BTSO’nun yeni yönetimi de sosyal tesisten vazgeçmek niyetinde değil. Anlaşılan, SSK binalarının yıkılmasıyla boşalan alan bir meydan değil, “meydancık”  olarak bu haliyle kalacak. Diğer taraftan İbrahim Burkay’ı pek beğendim. Bir kere uzun zamandan beri Bursa’da kendini bu kadar  iyi ifade eden, bunun yanında da Türkçeyi bu kadar  yalın haliyle  çok iyi kullanan bir sanayiciye rastlamamıştım. Burkay’ın yönetimi göreve gelir gelmez tam gaz çalışmaya başlamış. İbrahim bey de günün hemen tamamını Oda’daki ofisinde geçiriyormuş. Meslektaşımız Feray Yılmaz’a, BTSO’nun yeni başkanıyla daha iyi tanışıp sohbet etme fırsatı yarattığı için özellikle teşekkür ediyoruz. İbrahim Burkay ve arkadaşlarına diyeceğimiz şudur: Malum, BTSO’nun pek zengin mali kaynakları var. Bunları eski yönetimlerin yaptığı gibi, sen-ben-bizim oğlan metoduyla paylaştırırlarsa, inşaat işlerini, ihaleleri yine “hazır” birilerine paslamaya yeltenirlerse, öncekilerden  hiçbir farkları kalmaz kısa sürede yozlaşıp giderler! Yok böyle değil de kimilerinin iddia ettiği gibi cemaatçilik, tarikatçılık yapmazlar, daha şimdiden etraflarında konuşlanan yalanmaya gelmiş tipleri çevrelerinden uzaklaştırırlar, kadrolaşmaya değil liyakat ve bilgiye prim verirler, hakkaniyetle hüküm sürerlerse eğer oradaki ömürleri de uzun olur. BTSO’nun yeni yönetimiyle ilgili diyeceklerimiz şimdilik budur.     Aynı günün sabahında Vali beyin toplantısındaydık. Bursa Valisi Şahabettin Harput’un termal turizmle ilgili çalışmalarını izliyoruz. Hele hele İznik’te yerin hemen altında yatan tarih hazineleriyle ilgili her hareketi bizi biraz daha heyecanlandırıyor. Ancak, onca söylem ve toplantıya rağmen ortada hala pek bir şey yok. Mesela yerel gazetelerin manşetlerinden “Bursa’ya 1 milyar dolar termal yatırım geliyor”  başlığıyla verilen haberler daha şimdiden fos çıkmış vaziyette. Değil 1 milyar, ortada Bursa’ya gelmiş 1 lira dahi mevcut değil. Vali beye de sırasıyla şunları sorduk:   -Eskiden saniyede 60 litre gelen kaplıca suyunu, saniyede 300 litreye çıkardık diyorsunuz. Biliyorsunuz her termal su şifalı değildir? Yeni çıkarılan sıcak suyun tedavi edici özelliği nedir?   Bu soruya karşı Harput, “gerekli ölçümlerin, ilgili birimlerce yapıldığını ve Bursa’da çıkan suyun tamamının kaplıca tedavisine uygun nitelikte olduğunu” anlattı.   Devam ettik:   -İstanbul’da yaşayan insanların yüzde 40’ı boğazı hayatlarında hiç görmemiş! Bursa’da yaşayanların yüzde 80’i de hayatlarında hiç Uludağ’a çıkıp kayak yapmamış! Kaplıca keyfi eskiden Bursalılar için bir gelenek, adeta haftalık bir ritüeldi. Bursa’da yaşayanlar artık neredeyse kaplıcayı da unuttular. Halkın ekonomik şekilde yararlanabileceği bir tek Yeni Kaplıca kaldı. Sizse çıkan suyun tamamını beş yıldızlı birkaç otelin önüne taşıdınız yani, dar gelirli kitlenin de yararlanabileceği hiçbir proje üretmediniz. Bursalıların da çıkan bu suyun nimetlerinden yararlanmaya hakları yok mu?   Vali beyin yanıtı şöyle oldu:   “Biz devletiz. İmkanları yaratır, kullanılması için sunarız. Bunu yapacak olan belediyelerdir. Büyükşehir ve Yıldırım belediyelerinin bahsettiğiniz konuyla ilgili talepleri var; çalışmalar sürüyor.”   Son sorum:   -Çıkan sıcak suyu önce kendi evinize bağlattığınız konuşuluyor halk arasında?!. Bu doğru mu? Doğruysa neden böyle bir şeye gerek duyuldu?   Yanıt:   “Bursa vali konağında termal su 1940 senesinden beri kullanılmaktadır. Biz sadece eskiyen hattı yeniledik. “   Sorması bizden, yanıtlaması Vali beyden.   Ha! Bir de sıcak suyun şu büyük otellere kaç paradan verildiği, bunu kimin hesapladığı, neye göre belirlendiği konusu da var ama onu da başka bir vakit sorarız?     Efendim, kent kulislerinden vereceğimiz kısa havadisler şimdilik bu kadar.   Ben şu Türk halkını bir kez daha tümden, sırayla tek tek öperek tamamlamak istiyorum bu günkü yazıyı! Ve üretilen esprileri, her gün katmer katmer açan mizah tomurcuklarını gördükçe içim daha da bir ferahlıyor, umutla bakıyorum geleceğe. Taassup ve dincilik, gülmeyi sevmez, gülünmesini istemez! Tam otorite ve ciddiyet ister. Tanrının gücünden kendisine güç atfedip hüküm sürmek isteyen dinci kafa bu uğurda yapmadık şey, almadık can da bırakmaz. Umberto Eco’nun yazdığı “Gülün Adı” isimli roman bunu o kadar güzel işler ki, kilisenin “mizah” durumu karşısında nasıl tüylerinin diken diken olduğunu yaşayarak görürsünüz adeta kitabı okurken. Dinci kafa dünyanın her yerinde her devirde hep aynıdır. Gerçek dindarlar, halkı camiye çekebilmek için onları ayakkabılarını çıkarmadan namaza davet eden hoca kıssalarını övgüyle anlatırlarken, dinci kafaysa “camiye ayakkabıyla girdiniz, ne malum kola kutusunun içinde bira olmadığı” gibi uydurulmuş safsatalardan medet umarak din pazarlamaya kalkar cahil insanlara! Bu kafa espri üretemez, espriden anlamaz, hakaret gibi gelir kendisine. Oysa aydınlık, düşünen, sorgulayan beyinlerse üretken olurlar. Ürettikçe üretirler ve örneğin Melik Gökçek’i espri bombardımanıyla günlerce “ti”ye alıp sinirlerini bozarak, en sonunda kameralar önünde ağlayacak noktaya getiriler, "bizim allahtan başka korktuğumuz kimse yoktur" nidalarıyla üstelik de gazsız ve bombasız!     Facebook’ta yayınlanan o fotoğrafı görünce karnım ağrıyana kadar gülmekten kendimi alamadım pek çokları gibi.   Melih Gökçek, Twitter’dan birine yazmış “Belediyenin önündeki fıskıyeyi kim kırdı” diye! Aman allahım! Günlerden beri Gökçek’in fıskiyesi üzerine yakılan şarkıların, türkülerin, yazılan şiirlerin haddi hesabı yok.     Ama benim favorim az önce sözünü ettiğim fotoğraf.   Fotoğraftaki tabloyu tasvir etmek yerine, henüz görmeyenler için doğrudan değerlendirmenize sunuyor, hepinize mizah dolu ümitli günler diliyorum:    

Diğer Haberler