Geçen akşam Ali Molla Salih, Bursa Televizyonu’nda yaptığı programa davet etti sağ olsun, Niyazi abiyle (Pakyürek) birlikte biraz siyaset, biraz da kentimizin pek fazla bilinmeyen gezilesi yerlerini konuştuk canlı yayında.
Her yönüyle öyle güzel, öylesine şahane bir diyarda yaşıyoruz ki, her köşesinden ayrı bir zenginlik, her yanından ayrı bir hazine fışkırıyor Bursa’nın.
Fakat ne yazık ki bilmiyorlar insanlar her gün önünden geçip gittikleri, geçmişe dair binbir anı ve yaşanmışlık barındıran köşelerin hikâyelerini.
Dünyanın en eski askeri bandosu olan ve Bursa’nın fethinden sonra 1326 yılında ilk kez kentimizde kurulan Mehter Takımının seslendirdiği “Tarihi Çevir Marşını” bilir misiniz?
Şöyledir sözlerinin bir bölümü:
“Tarihi çevir, nal sesi, kısrak sesi bunlar,
Delmiş Roma’nın kalbini mızrak gibi hunlar
Göktürkler, Uygurlar, Oğuzlar, Peçenekler
Türkün yüce tarihine binbir zafer ekler.
Bir gün gemiler dağlara tırmandı denizden
Kudret ve zafer bizlere miras dedemizden.”
Bir gün gemiler, dağlara tırmandı denizden. Kudret ve zafer bizlere miras dedemizden.
İnsanın tarihi mirasına sahip çıkması, milletini sevip, milli değerlerini koruması kadar doğal, normal ve olması gereken bir durum hiç eleştirilebilir mi?
Ancak, özellikle son yüzyılda batılılar tarafından toplum olarak beynimize yüklenen, yüklenmek istenen “aşağılık kompleksi” ya da sosyalist akımlar tarafından “milliyetçiliğin” bir tür “faşizm” olarak algılanıp sunulması, daha da ötesi son derece yanlış bir şekilde Cumhuriyet rejiminin “Osmanlı’yı sürekli kötülemesiyle” oluşan algı, yeni nesilleri ne yazık ki tarih bilincinden koparıp ayırdı.
Bir gün gemiler dağlara tırmandı denizden de…
Peki nasıl tırmandılar, kim yürüttü onları Haliç’e doğru karadan, ertesi sabah doğu Roma İmparatorunun gözlerinin fal taşı gibi açılmasına kim neden oldu?
Yaa!
Çekirge istikametinden, Çelik Palas’a, Villa Biçen’in oraya vardığınız vakit dönün sağa, Muradiye’ye doğru, az sonra bayırı bitirdiğinizde sağ tarafınızda Allah ondan razı olsun, yine Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’nin restore ettirip ayağa kaldırdığı bir cami ve bir de türbe göreceksiniz.
“Hamza Beyimiz” yatar o türbenin içinde yakınlarıyla birlikte.
Tarihimizde öyle enteresan, öyle çarpıcı hikâyeler var ki, bugüne dek o türbeyi ziyaret edip bir Fatiha’yla kendisine teşekkür etmediyseniz eğer, bence bundan büyük bir eksiklik ve üzüntü duymalısınız!
Çünkü o olmasaydı eğer, İzmir’in dağlarında da belki çiçekler açmayacaktı!
Bursa’nın en huzurlu mekanlarından biri olan çok sevdiğim ve zaman zaman vakit geçirmekten büyük keyif aldığım o külliyede yatan Hamza Bey’in öyküsü neydi peki, kimdi bu muhterem zat?
Bir Osmanlı denizcisidir rahmetli, Fatih ve babası 2’nci Murat dönemi vezirlerinden Amasyalı Bayezid Paşanın da kardeşidir.
1395 senesinde İstanbul’u kuşatabilmek için Anadolu Hisarı'nı yaptıran ancak, bunu bir türlü gerçekleştiremeyen dedesi Yıldırım Bayezid’in ardından Rumeli Hisarını inşa ettiren Fatih Sultan Mehmet bununla şehre yardım getirecek gemileri engellemeyi amaçlamıştı.
Ayrıca her iki hisara yerleştirilmiş ağır toplarla da yetinmemiş, Kaptan-ı Derya Baltaoğlu Süleyman Beyi de bir donanmayla İstanbul alınana dek boğazı tutması için görevlendirmişti.
Ceneviz gemileri uzaktan göründüğünde az sonra meydana gelecek kısa bir çatışmayla rüzgarın da rakiplerine yardımı sonucu boğazda yenileceklerini bilmiyorlardı Osmanlılar henüz.
Türk leventlerine ağır kayıplar verdirerek süratle geçtiler Cenevizliler Bizans tarafına ve bir parçasını İstanbul’daki Deniz Müzesinde görebileceğiniz boğazı boydan boya kesen gevşetilmiş demir kalın zincir derhal yeniden gerildi Doğu Romalılar tarafından.
Hiç beklenmedik bu hayal kırıklığı karşısında Fatih, Baltaoğlu Süleyman Beyi derhal görevinden aldı ve yerine de Osmanlı donanması komutanlığına Hamza Beyi atadı.
İşte, İstanbul’un fethi sırasında savaş gemilerimize komutanlık yapan kişi o Hamza Beydir.
Pek kimse bilmez, resmi tarihte proje Fatih’e mal edilir ancak, bugünkü Dolmabahçe’den, Kasımpaşa’ya kadar uzayan güzergaha yağlı kalaslar döşetip, meşe silindir ağaçlar üstünde bir nisan sabahı 70 kadar gemiyi dev mandalara çektirerek denize indirten, Haliç’te kontrolün Osmanlıların eline geçmesini sağlayan kişi de tam 556 yıldır Bursa’nın koynunda yatmakta olan ebedi hemşerimiz bizim Hamza Beyimizdir.
Osmanlı tarihinin en özel, en coşkulu sahnelerinden biri olan bu “gemilerin karadan yürütülmesi” olayı gerçek bir destandır aynı zamanda, bir Türk ve Osmanlı mirasını gururla göğsünde taşıyan biri olarak Mehter’den “Tarihi Çevir” marşını her dinlediğimde içimde canları bahasına bize bu cennet vatanı sunan ecdadıma karşı minnet ve şükran duyguları kabarır:
Bir gün gemiler, dağlara tırmandı denizden.
Kudret ve zafer bizlere miras dedemizden.
Ve Yahya Kemal’in dizeleriyle:
Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!
Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle!
Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle...
Cennette bugün gülleri açmış görürüz de,
Hâlâ o kızıl hâtıra titrer gözümüzde!
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik,
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!
Hamza Beyin hikayesi bununla bitmiyor, daha yeni başlıyor.
Hele hele Fatih Sultan Mehmet tarafından elçi ve intikamcı olarak gönderildiği Eflak’ta tarihe “Kazıklı Voyvoda”, filmlereyse “Vampir Dracula” olarak geçen Eflak voyvodası Vlad Dracul’un elinden talihsiz bir şekilde sona eren yaşamının son sahnesi var ki, insanı derinden üzmemesi mümkün değil doğrusu.
Gerçi Fatih daha sonra Hamza Bey ve beraberindeki arkadaşlarının intikamını alacak, Osmanlı akıncıları Voyvoda’nın kellesini bir bal küpünün içinde ölümüne nişane olarak Topkapı Sarayı’na göndereceklerdir ama...
Hikaye içinde hikaye işte…
Oysa Vlad Dracul birlikte büyümüştür Edirne ve Topkapı saraylarında Fatih’le, uzun yıllar yakın arkadaşlık da yapmışlardır.
Her ikisi de Bursa’da adı yine bir mahallede yaşayan Molla Gürani’den dersler almışlardır.
Molla Gürani’yi çıktığı Mısır gezisi sırasında alıp, Fatih’in babası 2’nci Murat’a getiren, Molla Yegan’dır.
Çevresindeki beton binaları kamulaştırıp yıkarak o güzelim yapının ortaya çıkması için çalışan Belediye Başkanı İsmail Hakkı Edebali’den de Allah razı olsun, Yıldırım’daki Molla Yegan Medresesi’ni hatırlayın, kimler ayak basmamıştır ki havasını soluyup, suyunu içtiğimiz şu kadim kente?!.
Sultan 2’nci Murat şimdiki Romanya topraklarını ele geçirdikten sonra bölgenin ismini Eflak ve Boğdan olarak değiştirip, dönerken de hem koz olarak kullanmak, hem de sarayda Osmanlı anlayışına göre eğitip yetiştirebilmek için bölgenin yöneticisinin iki erkek çocuğunu Edirne’ye, oradan da İstanbul’a getirir.
İleride Eflak ve Boğdan Voyvodası yapılacak olan Vlad Dracul ve onun ardından bu göreve getirilecek kardeşi Radul seçkin bir eğitimden geçirilir özel olarak sarayda.
O dönemde Osmanlı’nın Balkanlar’daki uçsuz bucaksız topraklarını kendisi adına yönetecek olan bu Rumen çocuklarının iyi yetişmesini yine Bursa’da, Muradiye Külliyesi’ndeki üstü açık türbesinde, kendisine komşu yapıdaki talihsiz torunu Cem Sultan’la birlikte yatan Sultan Murat ister çünkü.
Artık zamanı gelmiştir, Fatih Sultan Mehmet 1456 yılında yani İstanbul’un fethinden tam 3 yıl sonra arkadaşı Vlad Dracul’u Eflak ve Boğdan Voyvodası olarak o bölgeye tayin eder.
Vlad Dracul ilk başlarda ülkeyi büyük bir başarıyla yönetir.
İlk yıllarda Osmanlı’nın çıkarlarını içtenlikle korumakta ve devletin vergi gelirlerini düzenli olarak tahsil edip merkeze yollamaktadır.
Sonra birden değişir Vlad, bir “ruh hastası” olup çıkar!
Son durumu araştırıp, cezasını da kesmek üzere bir heyet ve küçük bir askeri birlik gönderilir bölgeye, Voyvoda’yla görüşüp, dersini verecek ekibin başındaysa Bursa’da, adını taşıyan Hamza Bey Mahallesi’ndeki türbesinde yatan Hamza Beyimiz vardır.
İnsanlara acı çektirmekten zevk alan bu hasta ruhlu adam esirlerini diri diri kazığa oturtmasıyla ün salmıştır tarihte.
Kendi halkının üzerinde bile çeşitli işkenceler denemekten çekinmemiş, canavarlık düzeyini de aşan duygularını tatmin edebilmek için ani bir kararla o sıra ülkesinde bulunan dört yüz Macar gemiciyi, altı yüz Alman tüccarını ve beş yüz Eflak soylusunu aynı gün içinde kazığa vurdurmuştur.
Gaddarlıkta sınır tanımayan Vlad, ülkesindeki demirci ustalarına büyük kazanlar yaptırmış, içine su koydurup altlarına da büyük ateşler yaktırdığı bu kazanların içine masum insanları attırarak diri diri haşlatmıştır.
Örneğin, ülkesindeki dilenci sayısının artması üzerine tüm dilencileri tek tek toplatıp, bir araya getirdikten sonra bol bol yemek ve şarap ikram ettiriyor bu hasta ruhlu adam.
Sonra, lezzetli yemeklerle aç karınlarını doyurmaya çalışan yoksul insanları bulundukları binayı adamlarına kundaklatarak hepsini diri diri yaktırıyor.
Tüm bunlar masal ya da efsane değil, hepsi tarihi gerçekler.
Kendisine nasihat eden yaşlı gezgin bir rahibi bile eşeğiyle birlikte kazığa oturttuğunu yazar tarihler.
Ülkesini korkuyla yöneten Vlad, kudretli Macar kralı Matyas Korven’in de desteğini aldıktan sonra iyice şımardı.
Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı sınırını geçen ve Bulgaristan’a saldırarak masum sivillere olmadık eziyetler eden, geçtiği yerleri kan, ateş ve gözyaşına boğan Vlad’ın yakalanması ve gereken cezanın verilmesi için o sıra Vidin sancakbeyi olan Hamza Bey’i görevlendirdi.
Zavallı kadınların memelerini kestirerek yerine çocuklarının başlarını yapıştıran, sarıklarını çıkarmak istemeyen Osmanlı elçilerinin başlarına çiviler çaktıran Vlad Dracul’un bu yaptıklarından haberdar olan Hamza Bey, Fatih’in fermanını alır almaz bölgede hüküm süren çetin kış şartlarına rağmen derhal harekete geçti.
Suyu donmuş Tuna nehri kıyısında ordugâhını kuran Hamza Bey önce kâtibi Yunus Bey’i gönderdi Vlad’ın şatosuna.
Çetin bir pazarlıktan sonra Voyvodayı, Fatih’in temsilcisi Hamza Beyin otağına giderek onunla görüşmeye ikna eden Yunus Bey ordugâha bu haberle birlikte geri döndü.
Yapılan plan şöyleydi:
Görüşmeye gelecek olan Voyvoda ve adamları yakalanacak, cezası da oracıkta hemen görülecekti.
Fakat işler umdukları gibi gitmedi.
Şeytan Vlad ve süvarileri ani bir baskınla o gece saldırıya geçtiler.
Çarpışmalar sırasında Hamza Bey ve kâtibi Yunus Bey orada şehit düşünce askerler de artık savaşmayı bırakıp Voyvodaya teslim oldular.
Cellat Vlad teslim olan Türk askerlerine hiç acımadı ve hepsini kazıklara oturttu.
Çarpışmada şehit olan Hamza Bey’in başını, kollarını ve bacaklarını kestirdikten sonra rütbesinden dolayı diğerlerinden daha büyük bir kazığa vurdurdu.
Ortalık ceset kokuyordu.
Zaferinin delili olarak da Hamza Bey’in kesik başını Macar kralına gönderip kendisine Osmanlı’ya karşı yardım etmesini de istedi ayrıca.
Bu baskının ardından askeri harekâtını sürdüren Vlad savunmasız kalan Niğbolu, Vidin ve Tuna boylarındaki Türklerin yaşadıkları şehir ve köyleri yakıp, yıktı.
Erkek, kadın, çocuk, yaşlı demeden yirmi binden fazla insanı katletti.
Vlad’ın, Osmanlı diyarını tahrip ettiğini ve yanına yirmi beş bin esir alıp ülkesine döndüğünü öğrenen Fatih Sultan Mehmet, ilkbaharda Eflak’a sefer kararı aldı.
Fatih’in öncü olarak gönderdiği Mahmud Paşa Tuna nehrini aşıp Eflak’a girdi ama Vlad’ın kuvvetlerine rastlayamadı.
Öncü kuvvetlerin ardından gelen bizzat Fatih’in komutasındaki Türk ordusu, karşılarına çıkmaktan çekinen ve vur kaç taktiğiyle savaşan Vlad’ın süvarilerini her karşılaşmada mağlup ederek Eflak’ın içlerine doğru ağır ağır ilerledi.
Osmanlı ordusu harekâtını devam ettirirken, Kazıklı Voyvoda da ele geçmemek için sürekli kaçıyordu.
Bunun üzerine Fatih, Vlad’ı yakalamak için ordusunun içindeki Turahanlı akıncılarını görevlendirdi.
Turahanoğlu Ömer Bey komutasındaki akıncılar şimşek gibi fırlayarak, durmadan kaçan Vlad ve askerlerine Moldovya sınırında yetişmeyi başardılar.
Rumeli fatihi Türk akıncılarıyla Vlad’ın süvarileri arasında korkunç bir çarpışma başladı.
Artık sonunun geldiğini anlayan Vlad birkaç sadık adamıyla birlikte savaş alanından yine kaçmayı başardı.
Fatih, mızrakların ucuna takılmış iki bin Rumen askerinin kelleleriyle Osmanlı ordugâhına dönen Turahanoğlu Ömer Bey’i başarılarından dolayı kutladı ve Teselya sancakbeyliğineatadı.
Eflak seferi sona ermiş ama şeytan Vlad bir türlü yakalanamamıştı.
Süvarilerini Türk akıncılarına terk edip savaş alanından kaçan Kazıklı Voyvoda önce Moldovya’ya oradan da Macaristan’a geçti.
Fakat Vlad’ın bilmediği bir şey vardı.
Türk ordusunun Eflak’tan sonra Macaristan’a yönelmesinden çekinen Macar kralı Matyas Korven, korkudan her isteneni vererek Osmanlı devletiyle alelacele bir barış antlaşması imzalamıştı.
Macar kralı kendisine sığınmak için ülkesine gelen Vlad ve adamlarını derhal tutuklattı ve hemen Budin’de bir zindana kapattırdı.
Eflak topraklarında yeniden düzen kuran Fatih, Vlad’ın kardeşi Radul’u Eflak voyvodalığına atadı.
Geri dönerken Hamza Bey’in cenazesini de parçaları toplatıp koruyarak Anadolu’ya getirdi ve ailesine teslim etti Fatih.
Bursa’nın Hamza Bey semtindeki türbesinde yatan Hamza Bey’in Osmanlı devletine büyük hizmetleri olmuştur.
Fatih dahil 3 Osmanlı padişahıyla birlikte çalışan Hamza Bey, fetret devrinde Çelebi Sultan Mehmet’in yanında yer almış, Sultan 2’nci Murat’a vezirlik yapmış ve İzmir’i de o fethetmiştir.
Daha sonra Macar kralı tarafından sessizce salıverilen Kazıklı Voyvoda'ysa yeniden Eflak’ı ele geçirme planları yapmaya başladı.
1478 yılında Türk ordusuna karşı giriştiği bir muharebe sırasında öldürüldü ve insanlığın yüzkarası bu canavarın kesik başı İstanbul’a gönderildi.
Hamza Beyimiz, Bursa’da Hamza Bey semtinde, kendisine yakışan bir türbede, minnet ve hürmetkârlarının duaları eşliğinde istirahat etmekte artık.
Vlad’ın kellesiyse Edirne’den henüz 12 yaşındayken gittiği ve orada büyük bir itibar gösterilip ağırlandığı Topkapı Sarayı'nın avlusunda bir yerlerde gömülü.