O yüzden yine Mehmet Ali hangi kepazeliği yazmış, hangi üç
kağıtçının ipliğini pazara çıkarmış, hangi unvanı büyük ruhu küçük
insancılları rezil etmiş diye bir beklentiye girmeyin.
Gidin biraz da siz taşın altına elinizi koyun kardeşim.
Gölgelerde saklanıp bir deli yürek beklemeyin artık.
Yahut bekleyin bana ne.
Benim size diyeceklerim, tavsiye edeceklerim başka.
Dinleyen dinlesin, dinlemeyen gidip bulmaca sayfasına geçsin.
Size bir sır vereyim mi?
Bir gün hepimiz yok olacağız!
Hepimiz derken sadece senden benden, köşedeki bakkaldan
bahsetmiyorum.
Hatta sadece insanlardan ve hatta hayvanlardan ve bitkilerden bile bahsetmiyorum yalnızca.
Şu insan aklının boyutlarını bile anlamaya yetmediği kocaman evrenin
içindeki her birinde yüz milyarlarca yıldızı olan milyarlarca galaksiden
zavallı bir tanesinin kıyıda köşede kalmış toz zerreciği kadar dünyadan bile bahsetmiyorum tek başına.
Var olmuş ve bundan sonra da var olacak her şeyden bahsediyorum.
Maddi ve metafizik olarak var olmuş, var olacak her şey sonsuzluk
içerisinde bir göz kırpması kadar kısa bir süre sonra yok olacak.
Düşünceler bile onları düşünmeye devam edecek beyinler olmadığı
zaman hiç var olmamış gibi yokluğa karışacaklar.
Görkemli yörüngelerinde devinen gezegenler, süpernovalar, galaksi
grupları bile rüzgarda dağılan sigara dumanı gibi hiçliğe dönüşecekler.
Uzatmayayım, demem odur ki bir tiyatro sahnesinde yer alan küçük
Hatta, küçücük rolleri olan dekorlarız çoğumuz.
Çok azımız gerçekten replikleri olan aktörler, aktrisler.
Zaten kısacık bu sahne sıramızı boşuna bir şeyleri bekleyerek yahut sürekli geçmişle hesaplaşarak harcayıp gidiyoruz.
Anladıysanız anladınız, anlamadıysanız zorlamayın.
Ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar cümlesinin sadece masallarda
Olduğunu da bilin.
O yüzden vazgeçin evin kredisi bitsin diye, oğlan okulu bitirsin, kız bir
koca bulsun, hele bir terfi edeyim yahut emekli olayım da rahat
edelim diye beklemeyi.
Bırakın başkaları ne halt ediyor diye izleyip durmayı.
Gelecek yüzü seçilmeyen güzel bir hayal, geçmiş tek bir taşını bile
oynatamayacağın yosun tutmuş bir duvar.
Gün bugün, an bu an, hayat şu salisede çektirdiğin fotoğraf karesinden ibaret.
Gerisi ve ilerisi yok.
Evet ben keşfetmedim bunu, kopya çektim minicik yazdığım küçük
kağıtlardan ve büyük insanlardan.
Bu yüzden inanın zaten.
Ne anlatıyorsun kardeşim ne yapalım o zaman dediğinizi duyar gibi
oluyorum desem yalan olur!
Hadi lafın gelişi öyle olsun.
Kaldırın başınızı bakın etrafınıza.
Kimi görüyorsanız gidin şap diye öpün yanağından!
Bu ister yıllardır her gün kavga ettiğiniz eşiniz olsun, ister her şeye homurdanan ergen çocuğunuz.
Gidip komşunun karısını öpmeye kalkmayın tabii!
Vebali benim olur.
Yine de bir selamı eksik de etmeyin.
Etrafta kimse mi yok?
Çıkın kardeşim sokağa.
Bir sokak kedisi de mi yok etrafta?
Alın kucağınıza sevin gıdışından, kaşıyın ensesini.
Mırıltısını hissedin.
Küs olduğunuz birilerini arayın, hatta mümkünse ziyaret edin.
Boşverin geçmişi, size neler yaptığını, söylediğini.
Ben hatalıydım deyin, özür dileyin.
Bırakın onun egosu şişsin, sizinki yerlerde sürünsün.
100 yıl sonra kimse adınızı bile hatırlamayacak zaten.
Öpmüşüm egonuzu, gururunuzu.
Hiç mi bir şey gelmiyor içinizden?
Yürüyün sokaklarda güzel kardeşim.
Derin derin nefes alın.
İçinize çekin hayatı.
Yaşamak için yarını beklemeyin.
Hadi şimdi dağılın, yaşamadan gelmeyin.
(Mehmet Ali Yılmaz’ın küçük kardeşi Şahin’im ben, bu günlük bu köşeye el koydum!..)