Sürekli takipçilerim bizim Hamza’yı artık iyi kötü tanırlar.
Daha önce çalıştığım Gazete Bursa’nın kurucusu ve sahibiydi Hamza Eren.
Sonra Züğürt Ağa’nın, Haraptar Köyü’nü satması gibi bir gecede içindekilerle birlikte satıverdi gazeteyi Hamza!
Parayı cebe indirdikten sonra yanına eşi Naz’ı da alıp Ege taraflarına kaçmış kerata.
İnsan validesi Münevver hanımı da götürür dey mi?
Hep Naz, hep Naz…
Nereye kadar hep Naz?
Sen doğur, onca çabayla büyüt, bebekken bezin yıka, geceleri uykusuz kal…
Sonra oğlan kazık kadar olunca seni unutsun!
Hiç haber bile vermeden parayı bulunca yanına el kızını da alıp tatillere tüysün velet!
Olacak iş mi şimdi bu Münevver hanım?
Annesi aslında İnegöl’de oturuyor.
Hamza’nın bir kardeşi Bursa’da, kendisi de ailesiyle birlikte Mudanya’da yaşıyor.
Bir gün gazetedeki odasında oturmuş ikimiz laflayıp sohbet ediyoruz.
Derken, hiç tıklatılmaksızın kapı yavaşça açılıverdi.
Orta boylu, biraz tombulca, başı örtülü, tonton ama devlet gibi büyük bir ihtişam ve haşmetle bir hanım girdi ağır adımlarla büroya.
Daha içeri girerken sol elini öpülmek üzere sol yana, bizim Hamza’ya doğru uzatan, başını da gönlünde oluşan o derin kırgınlık ve yarayı gösterebilmek için aynı anda sağa, ters tarafa çeviren bu hanım, elinin önce dudağa, sonra da alına götürüldüğünden emin olduktan sonra gerdanını da iki büklüm katlayarak çalışma masasının önünde karşımda duran diğer boş koltuğa ilişip yerleşti.
Hamza’nın daha onu görür görmez atmış beti benzinden, o söze başlamadan önce tek laf bile etmeyişinden, edemeyişinden hemen anladım gelen kişinin haşmetli Valide Münevver sultan olduğunu.
Çantasından belli ki daha hesaplı olsun diye tercih ettiği Chesterfield marka sigarası ve üzerinde Atatürk resmi bulunan Clipper çakmağını çıkarırken kıstığı gözleriyle başını hafifçe aşağı doğru eğerek yarım ağızla da olsa bana da selam verdi bu günün sürpriz misafiri hanımefendi.
Bunun üzerine kabahatini bilip, şirinlikler yaparak suç bastırmak isteyen Hamza derhal masasının üzerinde duran Marlboro paketinden çekip çıkardığı bir adet Amerikan sigarası uzattı Münevver Sultan’a.
Sol elinin tersini kullanarak itti Münevver, uzanan parmakları geldikleri yöne, başını da yine sağa, duvara doğru çevirerek “istemez” dedi!
Ortalıkta buz gibi bir sessizlik…
Ve sigaradan derin derin çekilip tavana doğru üflenen birkaç nefesten sonra hesap sorma vakti gelmişti artık:
“Senin annen 10 gündür Bursa’da, n’erdesin sen bakiim?!.”
-Valla anne bak, iş güç filan…
“Sus!.. Bak bir de karşıma geçmiş konuşuyo! İnsan tam 10 gündür beş dakika vakit ayırıp da uğramaz mı anasının yanına?..”
-Valla anne…
(Bu arada bizim Hamza bir güğüm sütü devirmiş kedi kıvamında.)
“Sus! Zaten ben biliyorum seni benim yanıma kimin yollamadığını!..”
Hah! Artık tam bu noktada devreye girmenin tam zamanıydı.
“Münevver hanım doğru söylüyor, hiç utanmıyor musun sen bunca zamandır ananı arayıp sormamaya vefasız Hamza?!.”
-Abi bi de sen yapma N’olur!
Ben:
“Sus!..”
Münevver hanım:
“Zaten ben biliyom kimin yollamadığını!..”
-Doğru söylüyorsun Münevver hanımcığım, hep Naz’ın talimatlarıyla hareket ediyor zaten senin bu oğlun Hamza! Şimdi bak telefon edip şu an çağırsın, derhal hazırola geçip en fazla yirmi dakikada yanına varmazsa ne olayım!
Münevver hanım:
“Biliyom ben!”
Hamza:
“Abi gözünü seveyim yaa!”
O gün Münevver’ciğimle beraber arka arkaya bindirdiğimiz laflarla bir güzel eskittik Hamza’yı!
İşimiz bittiğindeyse geriye Naz’a posadan başka hiç bir şey kalmamıştı!
Gazeteyi sattıktan sonra önce Mudanya’da bir balık restoranı açmayı düşündü Hamza Eren.
Sonra anladı ki kalan alacağımı orada her gün balık yiyerek tahsil etme yoluna gideceğim, iflas ederim korkusuyla vaz geçti bundan.
Ardından “Gıda sektöründe abimin gelip yemeyeceği, yiyemeyeceği bir alana gireyim bari” diye düşünüp, sabahlara kadar kafa yordu Hamza.
Sonunda bulmuştu!
İnegöl’de atadan kalan arazide kurbağa yetiştiriciliği yapacak, yurt dışına kurbağa bacağı ihraç edecekti.
Benim, “valla Hamza hiç anlamam, her akşam gelip mangalı senin kurbağa çiftliğinde kurarım, kurbağa bacaklarını taze taze çıtır çıtır gelip orada yerim” yollu tehdidim ve Münevver’ciğimin de “ben senin o murdar, iğrenç hayvanlarını ata toprağında barındırtmam Hamza” şeklindeki çıkışı üzerine bu işten de tırstı çocuk.
Şimdi de “zaten yese yese günde en fazla 3-5 tane yiyebilir” diye düşünüp, organik yumurta işine giriyor aklınca!
Hepiniz hazırlanın, bundan böyle sepet sepet yumurtalar benden!
Hasılı, eşi Naz’dan sonra iki baskın ana karakter daha vardır bizim Hamza’nın hayatında.
Biri elbette ki Münevver, diğeri de Mudanya’nın Kumyaka Köyü Muhtarı Ramiz Batmaz’dır!
Bu Ramiz Batmaz geçmişte meğerse gerek muhtarlık yetkisiyle, gerekse köyler artık mahalle haline geldikten sonra Kumyaka’da bir su ürünleri kooperatifi kurup, limanı da Hazine’den alarak orayı teknesi olanlara kiralayıp dururmuş.
Bizim Hamza’nın da 3-5 metrelik ağaçtan dandik bir teknesi varmış o sıra, arada bir arkadaşlarıyla birlikte denize açılıp balık tuttukları.
Hamza’nın dandik motoruna yat muamelesi yapan Ramis Batmaz günün birinde, limanda barınması karşılığı yıllık astronomik bir para istiyor ondan.
Hamza da “n’apıyon sen be, zaten tekneyi satsan o kadar etmez” deyip, aleti çekiyor kıyıya!
Neyse, gel zaman git zaman, Hamza’nın tekne sahilde kuruyup kurtlanmaya başlayınca etraftaki balıkçılar da kıyısından köşesinden yavaş yavaş söküp mangal malzemesi olarak değerlendirmeye girişiyorlar!
Ramiz Batmaz’ın kabotaj ayrıcalığından bir türlü nasiplenemeyen Hamza’nın denizcilik hayatı da tekneden geriye kalan son parçaları eskiciye satmasıyla birlikte artık sona ermiş oluyor böylece.
O gün bu gündür Batmaz’a takık Hamza, Ramiz’in teknesinin batıp oradaki dümeninin kırılması çoktan hayatının en büyük hayali haline gelmiş durumda!
“Abi” diyor, “muhtarlığın yetkileri olduğu sırada da Kumyaka’da barınmaları karşılığında yatlardan 7-8 bin lira para alıyordu. Her yıl orada en az 250-300 bin liralık bir meblağ toplanıyor. Hizmet yok, yatırım yok, hesap kitap bilen yok, nereye harcanıyor bu paralar?..”
Eğer dediği rakamlar doğruysa hakikaten çok o paralar yani, İstanbul’daki lüks marinalarda bile en fazla o kadar ödeniyor; üstelik tesislerdeki yüzme havuzları, spor salonları gibi her türlü imkandan da yararlanabiliyorsun.
Kumyaka’dakiyse bir çekeği bile olmayan basit bir balıkçı barınağı!
Kurmuş bir su ürünleri kooperatifi, sermiş tezgahı oraya Ramiz Batmaz, ohh keyfi beyde yok vallahi!
Dün gece geç vakitlerde Hamza Eren’de olağanüstü bir hareketlilik gözleniyordu!
Sevincinden havalara uçan Hamza birden bire şair olmuş, yaşamındaki ilk şirini Naz’a değil, Ramiz Batmaz’a yazarak ardından Facebook’ta da paylaşmıştı.
Şöyleydi Hamza’nın ilk ve son şiiri:
Bir şafak ansızın gelebilirler...
Günaydın deyip alabilirler...
Sessizce sorular sorabilirler...
Ben uyu demeden uyuma sakın..!
Sesinden kayıtlar alabilirler...
Verdiğin cevabı yazabilirler...
İleride önüne koyabilirler...
Ben uyu demeden uyuma sakın..!
Derhal telefonla arayıp, “n’oluyo len Hamza” diye sordum?
Evinde bir yandan Kemalpaşa çiftetellisi eşliğinde oynayan Hamza, bir yandan da beni yanıtlamaya çalışıyordu:
“Abi, az önce haber aldım. Allah büyük! Bakanlık Ramiz Batmaz’ın kontratını iptal etmiş, Kumyaka Limanı da Tirilye’ye bağlanmış! Ramiz battı abi, Ramiz battı!.. Oh, oh, şıkıdım, şıkıdım!”
Oysa Büyük Britanya İmparatorluğu gibiydi Ramiz Batmaz, topraklarında hiçbir zaman güneş batmazdı!
Hemen ertesi gün aradım acaba haber doğru mu diye Bursa İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürü Ömer Çelik’i, “su ürünleri” yani “balıkçılık” da onlara bağlı ya?
Önce diğer telefondan son durumu sordu ilgili şube müdürüne, sonra da “yoo” dedi, “hala Muhtar Ramiz Batmaz’ın kooperatifi işletiyor orayı, iptal filan yok.”
Allah Allah!
Peki nereden çıkıyor bu Tirilye’ye bağlanmış lafları?
“Ha” dedi Ömer Müdür, “Tirilye’deki balıkçı barınağı da yeniden ihaleye çıkarılmak üzere. Ramiz Batmaz’ın oradaki arttırmaya da teklif vereceğini öğrendik. Belki o duyulmuştur.”
Amaneyy!
Ramiz meğerse işleri büyütüyormuş, değil batmak, limanlarını arttırarak bir güneş gibi doğuyormuş Marmara Denizi’nin üzerine yine!
Bizim Hamza’nın henüz bu gelişmeden haberi yok.
Ancak yazıyı okuyunca olacak.
O hala “Ramiz battı” sanıyor!
Kıyamam ben Hamza’ma, üzülecek, hayal kırıklığına uğrayacak çocuk!
Ama üzülmesin, hayatta hiç bir şeyi olmasa bile her zaman şöyle sığınıp ağlayabileceği Allah uzun ömür versin Münevver’in sıcacık aguşu var yanında.
Unutmayın, küpe olsun sizin de kulağınıza:
Karılar, kocalar ya da sevgililer günü geldiğinde arkalarını dönerek çekip gidebilirler, analar kalır insanın yanında geriye ve bir de emek verilerek kurulmuş sağlam dostluklar.