Yazarlar

Böcek kerhanesi

post-img
“Döngel Kârhanesi’ni” hatırlar mısınız, başrollerini Metin Akpınar’la, Ahmet Uğurlu’nunoynadıkları filmi? Bir genelev sahibi aldığı krediyi ödeyemeyince umumhane önce bankaya geçiyor, sonra da bankaya bir fon el koyarak orayı kâra geçirmesi için bir memurunu görevlendiriyordu hani? Görevli memurun “Döngel Eğlence Tesisleri”nin aslında bir genelev olduğunu öğrenmesi ve burayı “kârhaneye” dönüştürme çalışmaları sürecinde yaşananların, kara mizah tarzıyla anlatıldığı matrak bir yapımdı. Irgandı Köprüsü’nün, Osmangazi yakasından aşağı doğru uzanan Selçuk Hatun Sokak’ta ya da hemen yan taraftaki Kayhan Semti’nde büyüyen çocukların ortak kaderiydi bir kilometre kadar aşağıda, Kamberler Mahallesi’nde bulunan Bursa Genelevi’ni tarif edip durmak! “Hişt küçük, bakar mısın” diyerek biraz da utangaç ve mahcup bir yüz ifadesiyle sokakta top oynarken yanımıza doğru yaklaşan gençlere karşı bu milli görevi yerine getirebilmek için hepimiz birden sağ elimizin işaret parmaklarını aşağıya doğru uzatarak yanıt verir, “dosdoğru yürüyün abi” diye bağrışırdık! Herkesin ısrarla sürüler halinde neden orayı arayıp, niye gitmek istediklerini bir türlü anlayamazdım o yıllarda? Kocaman bir demir kapısı vardı. Önündeki sandalyede başında şapkasıyla kahverengi resmi kıyafetli bir bekçi oturur, pasaport memuru edasıyla herkesin kimliğini kontrol eder, yaşı küçük olanları almazdı içeriye. İçeride neler yapıldığını anlamalı, kapısında her zaman insan kuyruğu olan o gizemli kapının ardında neler döndüğünü artık öğrenmeliydim. Kısa pantolonumun ceplerine doldurduğum leblebileri yiyerek sağa sola hiç bakmadan herkesle birlikte demir kapının içindeki daha küçük olan geçide doğru yöneldim bir gün. Arkamdan seslendi bekçi, “ge bakim buraya” dedi; “nereye gidiyon sen, kavağa su mu yürüdü yoksa”? Ardından da önüme doğru sağ avucunu uzattı, taze kavrulmuş leblebilerden azıcık da kendisine vermem için. “İçeriye giricem” dedim adama… “Olmaz” yanıtını verdi, “senin daha yaşın küçük, büyü de öyle gel, doğru evine bakim!..” Aradan epeyce yıl geçmesi gerekiyordu içeride neler olduğunu öğrenebilmem için, Bursa Erkek Lisesi’nde nöbetçi olduğumuz günler müdüriyetten çaldığımız defter görünümlü öğrenci kimliklerinin üzerine sahte doğum tarihleri yazarak başardık ki, neden bir insanı ömür boyu aynı yerde görevlendirirler, onu da hiç anlayamam doğrusu, “Valla billa” diye büyük yeminler ederek zar zor ikna edebilmiştik adamı yaşımızın büyük olduğuna. Belli ki acımıştı halimize, artık mektep medrese görme zamanları gelmiştir diye düşünmüştü zaar! Sonra kapattılar Bursa Genelevi’ni, Küçük Balıklı Mahallesi’ne tekrar açtılar. Şimdi Bursa’yı yönetenler “Orası mübarek bilmem kim hazretlerin vakıf arazisidir, orada umumhane olmaz” diye basmışlardı yaygarayı. Biliyor musunuz evde karılarına “umreye gidiyoruz” deyip, topluca Suudi Arabistan’a sırf bu iş için gidiyor yıllardan beri onların pek çoğu! Çarşamba Pazarı ve Altıparmak caddelerinin etrafındaki evlerin hemen hemen tamamı açık kerhane olmuş, şimdilerde kimsenin umurunda bile değil! Bilmem kim hazretlerinin vakfına ait arazide yapılırsa cima kötü, Altıparmak’ta yapılırsa sorun yok! Bursa’da kapandı, Amasya’da kapandı, Kütahya’da kapandı, Isparta’da, Bandırma’da, Sakarya’da, Kocaeli’nde, Mehmet Ali İnan’ın memleketi Kırşehir’de de öyle. Bu arada, Kayhan Mahallesi’nde yetişip de çocukluğu yoldan gelene geçene yol tarifi yapmakla geçmiş tanınmış simalar arasında Bursa Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nuri abiyle (Kolaylı),sanayici dostum Vedat Kantar da var. Hele Vedat’ın sağ elinin işaret parmağı orta boğumundan iz yapmış o yıllarda sürekli aşağıyı işaret edip durmaktan! Küçük Vedat’ın o yıllardaki kısa pantolonlu halini düşünüyorum da gülesim geliyor içimden! Okulların açılma zamanı yaklaştığında öğrenci yakalığı sattırırlarmış ona uzun çarşıda, tezgahın altından sıyrılarak kaçar, mahalleye arkadaşlarının yanına top tepiklemeye gidermiş keraneci. Malum, İstanbul Genelevi hiç gitmedim ama Karaköy’de, Galata Kulesi’nin oralarda bir yerlerde. Ankara, Bentderesi’nde, kaleye yakın. Eskişehir, Borsa Durağı’ndaydı, şehrin dışına taşıdılar, Karapınar Köyü’nün karşısında, Ankara Yolu üzerinde, dolmuş kapının önüne kadar gidiyor! Kastamonulular Dernek Başkanı İsmail Tiftik ve Olay Televizyonu Müdürü Esat’ın (Kaplan) memleketi Kastamonu’daysa Çamlık Mevkiinde, taksiyle gidilir. İzmir’de Tepecik’te, Edirne Kapıkule’ye doğru giderken şehir çıkışında hemen solda, Çorlu’daysanız eğer, otogardan kalkan Tekirdağ arabalarına binin, kent merkezinden çıktıktan sonra 2 kilometre ötedeki “yağ fabrikasında ineceğim” deyin adama, mektep zaten o fabrikanın arkasında. Manisa’daysa, merkezden “4” numaralı dolmuşlara binip, son durakta inmeniz yeterli. Çankırı Genelevi İl tabelasına gelmeden önce hemen asfaltın yanındaki 3 katlı pembe bina. Arkadaşım Bülent Aydemir’in “Ule keraneci, neler anlatıyon bugün sen böyle” dediğini duyar gibiyim! Bülent, yazıyı okuyup, buraya kadar da geldiysen eğer, “asıl keranecinin kim olduğu” belli olmuyor mu sence?!. İşin şakası bir yana… Yukarıda saydığım mekanların hiçbirine ne gittim ne de gördüm, internette tarif ediliyor hepsi, bu gün biraz değişik bir konuya girelim istedim, yazıyı kurgulamak için alıntı yaptım onları. Resmi rakamlara göre Türkiye’deki toplam 56 genelevde yaklaşık 3 bin kadın çalışıyor, çalışmak için başvuru yapan tam 12 bin kadın da sıra bekliyormuş! Yüz binden fazlasının da bu işi yasa dışı yollarla yaptığı dillendiriliyor. Tarihin en eski mesleği fahişelik. Pagan dönemde tapınaklarda icra ediyorlar işlerini, kırdan bayırdan ibadete gelen insanlar hem adak adıyor, dilek diliyor, hem de mekana bağışta bulunarak oradaki hayat kadını rahibelerle birlikte oluyor. Çarşıya pazara çıktıkları vakit diğerlerinden ayırt edilebilmeleri için o kadınların başlarını örtünmeleri zorunlu! Tarihteki ilk örtünme oralardan geliyor. Orta Çağ Avrupası’ndaysa “fuhuş” yararlı bir günah olarak görünüyor! Osmanlı’daysa yasak ama gizli yollardan yapılmasına hiç kimse ses etmiyor! Hem zaten en az dört erkeğin işlenen kabahati aynı anda görüp, şahitlik etmeleri lazım!.. Tarihi öğrenmeyi severim, onca kitap okudum yerli  ya da yabancı kaynaklarca yazılmış, ne bir tek kişinin recm edildiğini gördüm Osmanlı’da, ne de hırsızlık nedeniyle elinin kesildiğini! 1961 yılında da yasal hale getiriliyor zaten. “Nereden çıktı bu gün genelev konusu” diye merak edenler için: “Böcek kerhanesinden” çıktı aslında. Geçen yaz Keles’te, Uluçam civarında Ahmet Hocamla (Yıldız) dolaşıyoruz, çam ormanlarının içerisinde yol kenarlarına iç içe huni şeklinde geçmiş, plastik aparatlar asmışlar. “Ahmedim, nedir bunlar böyle” diye sorunca olanca  muzipliği ve yine pırıltılı zekasıyla patlattı yanıtı: “Böcek kerhanesi!..” -Hadi ya, böceğin de kerhanesi mi olur? Olurmuş. Ama bedeli çok ağırmış, vizite ücretini canlarıyla öderlermiş hayvanlar! Dendroctonus micans, Ips sexdendatus ve Ips typographus. Bu canlılar çam ya da köknar ağaçlarının kabuklarıyla gövdeleri arasında bulunan kambriyum tabakasına girip orada çok sayıda ürüyor, bitkinin öz suyunu emerek kurumasına neden oluyorlarmış. Dişi böceklerin çiftleşme sırasında etrafa yaydığı kokunun kimyasal taklidini yapmışlar Amerikalılar! İç içe geçmiş huni gibi o kutuların içine dişi böceğin feremonu sıkılıyor ve biyolojik olarak erkeklere bir “aşk tuzağı” kuruluyormuş Orman Bölge Müdürlüğü görevlileri tarafından. “Yaşasın, buldum dişiyi, gidip yumurtlattırayım o kişiyi” diye kokuya doğru koşturan erkek böcekler içeri giriyorlar ve tahmin edeceğiniz gibi artık bir daha da çıkamıyorlar! Erkekler bu yolla helak olunca dişiler de kendilerini dölleyecek erkeklerden mahrum kalıyorlar ve en sonunda o bölgede tükenip yok oluyorlar. Ne kadar ilginç değil mi? Ben Ahmet hocamdan ve sağ olsun kendisinden bu konuya dair ayrıntılı bilgi aldığım emekli orman bölge müdürü Erol abimden  (Alıç) yeni bir şey öğrendim ve sizlerle de paylaşmak istedim. Bu olaydan çıkarılması gereken dersse şöyle: “Peynir büyük, yol kısaysa eğer, oradan kaç, kaç, kaç!..”

Diğer Haberler