Günlerce aralıksız yağmur yağmıştı.
Sonra bir gün öğleye doğru şiddetini arttırdı.
Gökdere’nin kıyısında bulunan evimizin balkonundan Uludağ’dan kopup gelen suyun an be an yükselişini izliyorduk dehşetle.
Önce dere kenarlarındaki asırlık söğüt ağaçları devrilmeye başladı.
Sonra bahçemizin ön duvarı yıkıldı gümbürdeyerek.
Yağmur şiddetini gittikçe arttırıyordu.
Ardından selin önüne kattığı arabaların geçtiğini gördük şaşkınlıkla.
Devlet Su İşleri lojmanlarının Setbaşı’ndaki otoparkından geliyordu hepsi.
Tam 11 otomobil saymıştım o gün.
Ve inanın, o yağmur şiddetini çok değil, bir yarım saat kadar daha sürdürseydi Gökdere kıyısında bir tane bile ev kalmayacak, temellerinin sel tarafından oyulması sonucu hepsi yıkılıp gidecekti.
Bir doğa felaketinin ne denli yıkıcı, ne denli önüne geçilemez olduğunu işte o gün anladım.
Ve Bursa’da dağdan gelen pek çok derenin üstü bugün kapatılmış durumda.
Umarım günü geldiğinde yine intikamını almaz doğa.
Gökmenzade Hacı Çelebi “İşaretnüma” isimli çalışmasıyla deprem konusunda ilk bilimsel verileri sunan biri olarak tanınır tarihimizde.
Sözünü ettiğim eserinde de 1855 Bursa depremini anlatır.
Hacı Çelebi, "İşaretnüma" kroniğinde 1820-1859 döneminde memleketi Bursa'dan hissedilen bütün depremleri günü, saati, şiddeti ve sebep oldukları tahribatıyla birlikte titizlikle kaydetmiştir.
Ah ne büyük yıkımdır o günlerde yaşananlar!
Dünyadaki tüm kara parçaları her yıl güney yarımküreden, kuzeye doğru 1-2 santim ilerler.
Kıtaların birbirlerinden ayrılma sebebi de bundandır zaten.
Anadolu coğrafyasıysa kuzey batıya doğru sürüklenir; sıkışan Arap yarımadası alttan batı yönünde ittirir çünkü.
Tarih boyunca oluşan depremlerin asıl sebebi işte bu her yıl azar azar oluşan baskının günün birinde öndeki kara parçalarını ileri doğru hareket ettirmesidir aslında.
Anadolu’daki taştan imal edilmiş bütün kadim antik kentlerin harabeye dönerek yok olmalarının asıl nedeniyse, neredeyse her yüzyılda bir meydana gelen depremlerdir.
İlk şiddetli sarsıntı 16 Şubat 1855 Çarşamba günü saat 9’u 10 geçe başladı.
Eski adı Susığırlık olan Gürsu’dan, Değirmenlikızık’a kadar büyük tahribat yaptı önce.
Artçı depremler her 10-15 dakikada bir sürüyordu.
Halk dehşet içerisinde o kış günü sokaklardaydı.
Yaklaşık 40 gün sonra hayat tam normale dönmeye başlamışken 31 Mart Perşembe gecesi saat 1’de“kudret topu gibi havadan bir gürültü kopup” çok şiddetli bir sarsıntı daha meydana geldi.
Yazara göre, “eğer artçılarından biri bile ilk deprem kadar şiddetli olaydı, Uludağ parça parça olur, dere-tepe dümdüz hale gelirdi".
Hacı Çelebi, “Uludağ’dan şehre kayaların düştüğünü, yerlerin yarıldığını, Kükürtlü Hamamı yanındaki Hatice Sultan Türbesi civarıyla, Bademlibahçenin üst tarafında ve Kara Mustafa Hamamı civarında yol üstünde yerden sıcak su kaynadığını” yazıyor kitabında.
Bu eserden “50-60 haneli Kete (Ürünlü) köyünde 47 kişinin öldüğünü, bütün evlerin, hamamın ve caminin yıkılarak sadece bir samanlığın ayakta kaldığını, 300 haneli Kayapa köyünde 110 kişinin öldüğünü, sadece 10 evin ayakta kaldığını, Çalı köyünde 17, Yaylacık’ta 72, Hasanağa köyünde 42 kişinin yaşamını yitirdiğini” öğreniyoruz o tarihte.
1855 depremi Muradiye tarafında çok az hissediliyor mesela.
Buna karşın Bursa ovası, Mesken Deresi ve Ulucami bölgesini perişan ediyor.
Ahmetpaşa Mahallesi’ndeki 30-35 haneden sadece bir tanesi ayakta kalıyor.
Altıparmak, Yahudilik, Veledisaray, Şehreküstü, Kazzazoğlu, Hacıyakup, Doğanbey, Kiremitçi, Aktarhüsam, Mizanoğlu, Narlı, Hocamenteş, Dayehatun, Süzenküfen, Sarıcasungur, Veledienbiya, Mantıcı, Yenipazar, Reyhan ve Zaferanlık mahallelerinde tam bir felakete yol açıyor.
Tophane’deki kale duvarları yıkılıp taşlar aşağıdaki bir ipek fabrikasının üzerine düşerek 40’tan fazla işçinin ölümüne yol açıyor.
Bu arada, mevsim henüz kış olduğu için evlerde yanan sobalar çok büyük yangınlara da neden oluyor.
Hayrettinpaşa, Karakadı, Yiğitköhne, Hasanpaşa, Ebuishak, Bedrettîn, Kirişçikızı, Köseleciler ve Şerefüddîn mahalleleri alev topu halinde cayır cayır yanıyor o günlerde.
Kapalıçarşı civarında tam 1100 dükkan küle dönüyor.
Sadece konutlar değil, taştan sağlam bir şekilde inşa edilmiş resmi ve dini yapılar da yıkıma uğruyor.
Hacı Çelebi'ye göre Bursa’daki 150 cami minaresinden sadece 3-4 tanesi ayakta kalabilmiştir.
Kayhan Camii yerle bir olmuş, Hayreddinpaşa Kümbet Camiî, Şehabeddînpaşa Karamanlı Camii, Veledimîzan Camiî tümüyle yıkılmış, Yıldırım Camii büyük tahribat görmüş, Ulucami’nin iki kubbesi yıkılmış, dört kubbesiyse büyük tahrip görmüş.
Kiremitçi, Veledsarayı, Veledikazzaz, Ertuğrul, Mollagürani, Üftade, Bezci, Hacıseyfeddîn, Kuzgunluk, Dibekli, Hasırcı, Selîmzade, Hacı Camii, Müftüönü, Babazakir, Abdalmehmet, Darbhane, Tomrukönü, Bitpazarı, Taşkın camileri de tümüyle yıkılmış.
Yiğitköhne ve Kanberler gibi bazıları dışında depremde sağlam kalan cami sayısı onu geçmezmiş.
Keçecizade Fuat Paşa deprem ve devamında oluşan yangınlarda yok olanlar için “Osmanlı tarihinin dibacesi” yani, “başlangıcı yandı” demiştir!
Ve biliyor musunuz, şunun şurasında dibimizdeki İstanbul bu depremden 9-10 gün sonra haberdar olabiliyor!
Başkente Gemlik’ten gelen bir vapurdakilerin “Bursa üzerinde bir ateş gördüklerini” söylemeleri üzerine İstanbul’daki devlet yöneticileri bu olayı “bir volkan zuhuru” şeklinde algılıyorlar önce!
Eli kulağında, deprem yine olacak.
Belki yarın, belki yarından da yakın!
Ve bu konuda Bursa’da duyarlı tek kurum var o da Mustafa Bozbey’in yönetimindeki Nilüfer Belediyesi!
Anadolu Üniversitesi Yer ve Uzay Bilimleri Enstitüsü’yle iş birliği halindeki Nilüfer Belediyesi bölgede tam 22 adet “deprem öncü işaretleri izleme ve tahmin istasyonu” kurmuş durumda.
Yapılan araştırmalar 1855 depremine yol açan fay hattının aktif durumda olduğunu ortaya koyuyor!
Nilüfer’de Mustafa Bozbey’in yaptığı bu çalışma sonucu Bursa’da oluşacak bir depremin öncü işaretlerini 1 buçuk ay kadar önce alabileceğiz biliyor musunuz?
Bir çok canı kurtarabilecek olması bakımından sadece bu çalışma ve öngörüsü bile Mustafa Bozbey’in bu kentin “kıymetlisi” olmasına yetiyor da artıyor bile.