Sevgili okur…
Kıt kanaat da olsa mutlu bir şekilde geçinip gittiğin sıcacık yuvanda bundan tamı tamına 8 yıl önce bu gün yani, 12 Ocak 2008 tarihinde uyanıp, güne “merhaba” dedin.
Karın henüz ayaklanmamış oğlunuzu beşiğinden alıp emzirdikten sonra kahvaltı hazırlamak üzere mutfağa gitti.
Az sonra tüm evi kaplayan mis gibi çay buğusuyla birlikte, dünyanın en güzel kokan hediyesi sokuldu yanına, yanağından öpüp döşeğine girdi üstelik.
Güneş saçlı kızını bir güzel sevip okşadın, cilveleştin onunla, uzun uzun da kokladın, sanki kavuşmalar biriktirilebilirmiş gibi, en derin hasretlerin korkusuyla yaptın bunu.
Gün hayli uzun olacaktı.
İhtiyar heyeti tarafından, artık kullanılmayan ve çökme riski bulunan köyünün eski camisi için yıkım kararı alınmış ve muhtar bir gün önce kahvehaneye gelerek tüm gençleri gönüllü olarak bu işi yapmaya davet etmişti.
Tam 28 yaşındaydın.
Köydeki lakabın “pehlivandı”, iki metreye yakın boyun, ulu çamlar gibi iri cüssenle taşı sıksan un ufak ederdin.
İmece usulüyle yapılacaktı eski caminin yıkım işi, üstelik Allah rızası vardı bu meselede, çoluk çocuk etrafında her gün oynayıp dururdu, maazallah günün birinde aniden yıkılıverse sabi sübyanın canı yanabilirdi.
Saat dokuz gibi çıktın evden.
Doğruca toplanma yerine, arkadaşlarının yanına gittin.
Önce çatının asırlık kiremitlerini indirdiniz hep birlikte yere.
Sonra…
Akrebin “10” rakamını geçip “11’e” doğru yolu yarıladığı, yelkovanınsa tam “6’nın” üzerine geldiği andı.
İşte tam o vakit zaman durdu senin için, ay dünyanın etrafında dönmeyi kesti, yıldızlar söndü, yeryüzünde yaşayan tüm canlılar sustu, dünyanın dört bir yanında gürül gürül çağıldayan şelaleler bile az sonra yaşanmaya başlanacak hayat ve gelişecek olaylar dizisinin acısından dolayı insanlık adına utanıp kestiler seslerini birdenbire.
O gün, o saat, hiç bir güvenlik önlemi alınmadan çıkarıldığın çatıda o çürük tahtaya bastıktan sonra altı metre yüksekten beton zemine doğru yıldırım hızıyla ayak üstü çakıldın.
Günler sonra gözünü ilk kez açtığındaysa yaslı gönüller ve yaşlı gözler karşıladı seni.
Yere düştüğün an omurlarının paramparça olduğunu, bir arabaya tıkıştırılarak çıkarıldığın hastane yolculuğundaysa omur iliğinin kalan son bağlarının üstelik de bele yakın yerden koptuğunu, artık bir ömür boyu asla yürüyüp koşamayacağını, yani kötürüm kaldığını söyleyemediler sana bir türlü ilkin.
Artık çocuklarını kucaklayıp havaya kaldıramayacaktın, uzanıp ağaçtan elma da toplayamayacaktın, alnını şöyle rahatça iç huzuruyla yere değdirip, secdeye de varamayacaktın, bir ömür boyu hapis kalacağın yatağında tuvalet ihtiyacını bile başkaları vasıtasıyla giderecek, kendi kendine belki de milyonlarca kez “Allah’ım, niye ben” diye soracaktın?
Daha da kötüsü köyde çiftçilikle uğraşıyordun. Elde yok, avuçta yoktu işte. Onun bunun tarlasını “yarıcı” olarak kiralıyor, toprak anaya karşı büyük bir mücadele vererek güçlükle geçindiriyordun aileni.
Başkaca hiçbir gelirin olmadığı gibi, sigortan, sosyal güvencen de yoktu yani.
Şimdi önce bir düşün, ardından da söyle bakalım sevgili okur, Türkiye’de gencecik yaşta günün birinde hiç beklenmedik şekilde aniden kötürüm olup, bir karısı ve iki çocuğuyla birlikte ortada kalıvermek neler hissettirir, neler yaşatır insana sence?
Çok acı değil mi?
Ve bu acının bir tarifi ve büyüklüğünün de ölçüsü yok üstelik.
Bursa’nın Yenişehir İlçesi’ne bağlı Kozdere Köyü’nde sekiz sene önce işte tam da bu gün, 12 Ocak 2008 tarihinde başlıyor her şey.
Köyün eski camisinin yıkımı için muhtar tarafından çağırılan gençlerden 28 yaşındaki Suat Çoban, zaten her yanı çürümüş olan çatıdan feci şekilde düşerek felç oluyor.
Bir daha asla yürüyemeyeceğini aradan geçen 3 ayın ardından psikiyatristler eşliğinde doktoru söylüyor ona, “sen bu tekerlekli sandalyeye alışmaya başlasan iyi olur artık bence” diyor.
Çilekeş dertli babası Ahmet amca, kardeşleri, eş dost ve akrabanın yardımıyla o gün bu gündür bir şekilde devam edip gidiyor onlar için hayat.
Daha sonra kendisine Mobiletten bozma dört tekerlekli bir araç yaptırıyorlar.
Biraz daha aydınlanıyor dünyası, eşi Hatice’nin çektiği bir kilimin üzerine oturarak ulaşıyor ona, yaz aylarında köy kahvesinin önüne dek gidip orada arkadaşlarıyla sohbet edebiliyor; onun için ne büyük bir nimet!
Sonra bir gün kader karşısına Yenişehirli Avukat Halil Ağa’yı çıkarıyor.
Halil Ağa iman ve vicdan sahibi bir güzel insan.
Suat Çoban’ın mağduriyetini biraz olsun gidermek, evlatlarının tahsil ve geleceklerine biraz olsun katkı yapmak için onun adına büyük bir hukuk mücadelesine girişiyor durumu öğrenince Halil Ağa.
Bunları yaparken de bir kuruş dahi para talep etmiyor Suat Çoban’dan; tüm harç ve mahkeme masraflarını kendi cebinden ödüyor.
Fakat iş hiç de öyle kolay olmuyor.
Önce köy tüzel kişiliğine karşı kazanıyor davaları.
Ardından en sonundaysa tam 6 yıl süren bir hukuk mücadelesi sonucu Yenişehir Belediyesi’ni 330 bin lira tazminat ödemeye mahkum ettiriyor.
“Yenişehir Belediyesi” çünkü, 30 Mart 2015 tarihi itibariyle ve 6360 sayılı Büyükşehir Yasası uyarınca köylerin tüzel kişilikleri ortadan kalkmış ve bulundukları ilçelere birer mahalle olarak bağlanmışlardır.
Dolayısıyla artık borçlu, Yenişehir Belediyesi’dir.
Roma Hukuku ve dahi Mecelle’den bu yana geçerli olan hüküm odur ki, “menfaat kimeyse, mazarrat da onadır” yani, aktifler kime geçiyorsa, zarar ziyan da onadır!..
Şu zenginliğe bakın ki, tam 61 köyden, 1150 parça gayrı menkul geçmiştir Yenişehir Belediyesi’ne bu yasanın yayımlanmasının ardından.
İş artık paranın tahsili yani icra aşamasına geldiğinde, aynı zamanda Adalet ve Kalkınma Partisi Yenişehir Belediye Meclis Üyesi olan ve temsil ettiği belediyeye haciz işlemi uygulamayı etik bulmayan Avukat Halil Ağa artık kenara çekilir ve dosyayı İnegöllü avukat arkadaşı Varol Sarılar’a devreder.
Fakat bu süreç başlayınca çok garip bir şey yaşanır; AKP’li Belediye Başkanı Süleyman Çelik, Muhtar Nazım Şen’i yanına çağırarak, mazlum “Suat Çoban alacağını tahsilde inat ettiği mühletçe, Kozdere Köyü’ne bundan böyle hiçbir hizmetin gitmeyeceğini ve bu işi ne yapıp edip bir şekilde halletmesi gerektiğini” söyler!
Çok şaşırdın değil mi sevgili okur?
Bunu öğrendiğim vakit benim de içim kanadı.
Sen ben olsak, hiçbir kusur ve kabahati olmadığı halde tam 8 yıldır felçli yaşayan ve tüm ömrünü çaresiz biçimde yatakta geçirmeye mahkum bu insana değil 330 bin, elimizden geliyorsa on mislini, yirmi mislini daha ödemek için var gücümüzle çaba göstermez miyiz ey okur?
Ey Osmanlı’nın ilk başkentinde oturan kadim Yenişehir halkı, gördüğünüzde Belediye Başkanı Süleyman Çelik’e bir sorun bakalım, 330 bin liraya serçe parmağının ucunu bile verir miymiş acaba kendisi?
Bununla da kalmıyor Süleyman Çelik, ardından yanına AKP Yenişehir İlçe Başkanı Adnan Kamıl, dünün AKP İlçe Eski Başkanı, bu günün Belediye Başkan Yardımcısı Zekai Dündar’ı da alarak köy kahvesine gidip, Suat’ın çilekeş babası Ahmet amcayı yan masadan yanına çağırtıyor!
Ahmet Çoban “gelin, siz benim masama buyurun” diyerek bu fikirsiz ve nezaketsiz tavra karşı ayak diretince konuşmalar uzaktan karşılıklı yüksek sesle yapılıyor.
Köy muhtarı ve koskoca belediye başkanı orada yaşlı adamı, oğlu Suat Çoban’ı alacağını tahsilden vazgeçirmesi için baskı altına almaya çalışıyorlar akıllarınca, şu kadarcık utanıp sıkılmadan, şu kadarcık yüzleri kızarmadan, sanki parayı kendi ceplerinden ödeyeceklermiş gibi üstelik!..
“Ben bilmem” diyor Ahmet amca, “eğer tedavisi mümkün olsaydı canım dahil hemen şimdi verip ne gerekiyorsa yine yapardım ama yok, mümkün değil, dermanı yok bu durumun, kendisi orada evde dalyan gibi yatıyor işte. Hem neden istemesin evladım mahkemenin hükmettiği parayı, ne demeye çalışıyorsunuz siz?”
Sevgili okur, bırak “adaleti” bir kenara, yine sen ben olsak o yaşlı ve yaslı adamı köy kahvesinde ayağımıza çağırtmak yerine önce yanına biz gidip “sabır” diler, ardından da soluğu Suat’ın yanında alarak “bir ihtiyacı olup olmadığını” sorardık, öyle değil mi?
Din, diyanet, adalet, vicdan, onur, insanlık, erdem ve dahi ahlak bunu gerektirmez miydi sevgili okur?
İşte o günden sonra Suat Çoban üzerinde korkunç bir mahalle baskısı da başlıyor Kozdere Köyü’nde.
Muhtar Nazım Şen’in, “Suat yüzünden köyümüze artık hiç hizmet gelmeyecek” yollu söylemleri üzerine bir de konu komşu yüz çeviriyor onlardan.
Giderken yolda hiç kimse dönüp de selam vermiyor, kahvenin önüne vardığındaysa kimse selamını bile almamaya başlıyor Suat’ın.
Kahır ki, ne kahır!
O kadar bunalıyor, manevi olarak yeniden o kadar büyük bir yıkım içerisine giriyor ki Suat, artık 35 yıldır yaşadığı köyünden iyi kötü bir ev bularak Yenişehir ilçe merkezine taşınmayı düşünüyor.
Düşünüyor ama o kadar baskı altında kalmış ki, bu arada da sormadan edemiyor kendi kendine, “orada zabıtalar bana ya da çocuklarıma bir zarar verirler mi acaba” diye?!.
Önceki günün akşamında bir grup güzel insanla birlikte ilçe merkezindeki iki göz odalı evinde ziyaret ettik Suat Çoban’ı.
Bacak kasları çoktan eriyip gitmiş ama hala aslan gibi bir delikanlı.
Allah bağışlasın çok da şeker iki evladı ve ne mutlu ki hiç yüksünmeden kendisine büyük bir sabır ve özveriyle bakan karısı Hatice var yanında.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin gerçekleştirdiği en önemli uygulamalardan birisi de “yerinde hasta bakımı” projesi. Evde yatalak biri varsa eğer, devlet bunun için bir hasta yakınına her ay 750 lira para ödüyor. Bu rakam dar gelirli aileler için çok büyük bir nimet. Hatice Çoban alıyor parayı eşine baktığı için devletten ve yine olduğu gibi hepsini çoluk çocuğu için harcıyor zaten.
Belediye kasasına ulaşacak nakit paralara, kendi makam arabası dahil tüm araç ve gayrı menkullere icra işlemi uygulandığı vakit derhal kurum Avukatı Gürsel Baydur’u devreye sokuyor Yenişehir Belediye Başkanı Süleyman Çelik, o parayı Suat’a ödetmeyecek ya?!.
Yeni Avukat Varol Sarılar’ın, İnegöl’de ikamet etmesi nedeniyle Gürsel Baydur, oranın İcra Müdürlüğü’ne “bu borç belediyenin borcu değildir” diyerek, ihtiyati tedbirin kaldırılması için başvuruda bulunuyor.
Müdürlük eldeki deliller ve mahkeme kararlarına istinaden talebi reddediyor.
Bunun üzerine İnegöl İcra Hakimi Burcu Zorlu’ya gidiyor Gürsel Baydur.
“Bu borç bizim değildir, ben bunu ispat edeceğim ama siz şu işlemi durdurun” diyor o dilekçede de?
Meselenin bundan sonraki kısmı çok daha önemli çünkü vicdanlar artık sızıntı halinde değil, fışkırarak kanamaya başlayacak ve senin de benim gibi “adalete olan güven duygun” çok sarsılacaktır ey sevgili okur!
Hakime Burcu Zorlu da ilkin “ret” yanıtı veriyor Süleyman Çelik’in avukatı Gürsel Baydur’un isteğine, üstelik de açık ve net bir şekilde.
Ama artık o arada devreye birileri mi giriyor, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, Adalet’in manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif etmeyi çok seven kimi aklı evvelleri birilerinin kulaklarına bir şeyler mi fısıldıyorlar işin orası bilinmez…
Dosyaya ne yeni bir delil sunulmuş, ne de yeni bir durum oluşmamışken…
Aynı Hakimeye hiç de usule uygun olmayan bir şekilde bir kez daha başvuran Gürsel Baydur, bu defa da emanette biriken 40-50 bin lira nakit paranın ödenmemesi için talepte bulunuyor kendisinden.
Burcu Zorlu bu kez bu isteği kabul ediyor!
O da yetmiyor, “eski öğretmen evini teminat olarak gösterelim, siz şu araçlar ve diğer gayrı menkuller üzerindeki haciz işlemini de şimdilik iptal ediverin” şeklindeki talebini de yerine getiriyor belediyenin!
Kafa karıştırmamak için buradan ayrıntıya girmiyorum, zaten çok gecikmiş olan adaleti daha da geciktirmek için Belediye Başkanı Süleyman Çelik’in bilgisi ve onayı dahilinde mesnedi ve dayanağı bulunmayan, akla hayale gelmedik, daha başka pek çok yöntem uyguluyor Avukat Gürsel Baydur.
Yargının kesin hükmü, “idarenin alavere dalavereleriyle” geciktirilerek ayaklar altına alınmakta, ne yazı ki buna da yerel mahkemeler alet edilmektedir Yenişehir’de.
Siyasi idarenin keyfi talepleri, kanun koyucunun yasaları ışığında karar verip, bunun ardından da uygulanıp uygulanmadığını denetleyecek olan “adli yargıyı” adeta maymun etmiştir bu memlekette.
Bu mudur “Adalet”, bu mudur “Kalkınma”, bu mudur “Partisi” ve de partilisi?!.
Allah rızası ve hayır için çıktığı cami çatısından düşüp felç kalan yoksul, çaresiz bir insanı daha da süründürmek midir insanlık ve dahi Müslümanlık?
Temennim ve inancım odur ki, Yenişehir Belediyesi’nin başlangıçta reddettiği taleplerini daha sonra usulen kabul eden ve mağdur Suat Çoban için adaletin daha da gecikmesine neden olan İnegöl İcra Mahkemesi, yapılacak ilk duruşmada bu kez talebi esastan reddeder ve uzun süreden beri vicdanlardan fışkıran kanı artık durdurur.
Böyle bir anlayış olur mu sevgili okur?
Böyle bir belediyecilik, böyle bir yönetim olur mu?
Hazreti Muhammet bu gün yaşasaydı, ne söylerdi, hangi cezayı verirdi Yenişehir Belediye Başkanı Süleyman Çelik’e, ne düşünürsün?
Pek ya, Osmanlı devrinde “halka zulüm ediyor, mazlumun ahını alıyor” diye çağırılsaydı İstanbul’a, Bab-ı Ali’ye, ne yapardı, ne yaptırırdı adaşı Sultan Süleyman oracıkta kendisine?
“Otur yerine Süleyman, sıfır!..
Hem de sana öyle bir tane filan değil, bin kere, milyon kere, bin milyon kere sıfır!..”