Dondum, dondum geçen gün.
Şaka değil valla, dondum dondum.
Üzerime bir mont verdiler de ancak ısınabildim.
Hayır, Metro gros marketin et reyonuna filan girmedim; Bursa’daydım ve milletin sıcaktan kavrulduğu o gün bendeniz termometrelerin sıfıra doğru yol aldığı Uludağ’ımızın, Kirazlıyayla’sında soluklanıp, soğuklanmaktaydım bir güzelce.
Ne hoştur oranın ismi:
“Kirazlıyayla!..”
Gözümün önüne al kirazlardan kulaklarına küpe yapmış çipil çipil küçük köy kızları gelir oranın adı geçince.
Çocukluğumuzda babam yaz aylarında neredeyse her hafta pikniğe götürürdü bizi oralara doğru.
Kirazlıyayla, Bakacak, Soğukpınar, Koca Yayla, Kendir Yaylası, Ketenlik Yaylası, Yılanlı Kaya veya Sarıalan, ulu çamlarının dallarına kalın bir urgan atılıp kuruluvermiş salıncaklarımızın insanı alıp göklere uçuran hatıralarını taşır hala kalbimin en derinlerinde.
Buz gibi sularında kırmızı benekli alabalıklar kaynaşır, çevreye yayılan mis gibi kekik kokuları doğanın serinliğine karışıp burnunuzadek ulaşırdı.
Mutlaka herkes için hırka ya da kazak alınırdı yola çıkılırken, çünkü bilinirdi ki akşam üzerine doğru mutlaka ihtiyaç duyulacak.
Bizimkiler Asya’nın steplerinden gelip yurt olarak neden dağlık bir bölgeyi seçmişler hala anlayamam doğrusu ama yaylalarından dolayı olsa gerek?
Antik çağın ilk tarihçilerinden Herodot kitabında Uludağ’dan "Olympos" diye söz eder.
Roma’nın paganizmin ardından resmi din olarak Hristiyanlığı seçmesinden sonra pek çokmanastır kurulmuş Olympos’a.
İnsanlar yukarıda, göklerde olduğunu düşündükleri tanrılarına yakınlaşabilmek için kutsallık atfedip yüksek dağları ibadet yeri olarak seçmişler ya da belki de en yükseklere çıkarak kendi tanrısallıklarını duyumsamışlardır yüz yıllar boyu kim bilir?..
Orhangazi, Bursa’yı ele geçirdikten sonra Hristiyan keşişler de Uludağ’da kurdukları manastırları terk etmişler elbette ve oraları da Dolu Baba, Geyikli Baba, Abdal Murat gibi Müslüman dervişlerin mekanı olmuş.
Ne vakit ki Türkler bölgeye yerleşmişler, Olympos artık “Keşiş Dağı” diye anılır olmuş.
Ta ki 1925 yılında,Bursa Vilayeti Coğrafya Cemiyeti'nin girişimleri ve Osman Şevki Bey’inönerisiyle"Uludağ" ismini alana dek.
Babam gençliğinde, Uludağ’dan Bursa’ya hiç durmadan kayaklarla indikleri dönemi anlatırdı.
Onca mesafeyi kayarak katetmek ne muhteşem bir duygudur kim bilir?
Bizse otomobille çıktık.
Sevgili BeytullahMaviçiçek, ünlü Yazar, Düşünür, Konuşur ve de Söylenir Can Ertan’la birlikte bizi aldı ve bir günlük o harika dağ turuna çıkardı sağ olsun.
“Bu gün ne yapalım” diye sorarsanız eğer, “hiç durmayın” derim, “hemen çıkın teleferikle son durağa, oranın ikinci katında “Zirve Restoran” diye bir mekan açılmış; ızgarasından tatlısına, çayından çorbasına dek her şey var, başka hiçbir şey yapmasanız bile oranın muhteşem manzarasında ailecek bir yemek yiyip öyle dönün Bursa’ya.”
Yeni Cami’de güvercinlere yem atmak kadar yerleşmiş bir gelenektir Uludağ’a çıkıp da Bakacak’tan aşağı bakmak.
Bakacak’ın hemen yan tarafındaki büyük antenleri taşıyan o koca direk aşağıdan, Gökdere’nin kıyısındaki evimizin penceresinden bakıldığında, Atatürk’ün Kocatepe’deki silüeti misali gözüme bir adam gibi görünürdü.
Rahmetli Hasip dayıma (İnhal) sorardım çocuk aklımla, “dayı bu adam kim, orada yaz kış neden öylece bekliyor” diye?!.
“Oğlum” derdi muzipçe, “o adam Keşiş Dağı’nın bekçisi, onun vazifesi yaz kış orada durup dağı bekleyip korumak!..”
Neden ve kime karşı koruduğunu da bir türlü çözemezdim doğrusu.
Can’la birlikte selfieler yapıp, fotoğraflar da çektik.
Biz o gün orada çocuklar gibi şendik.
Can normalde kediden köpekten çok tırsar.
Daha doğrusu sokak hayvanlarının aşısız oldukları için mikrop bulaştırabileceklerini düşünür.
O kadar sevdi ki teleferiğin son durağındaki papağanları Can, omuzuna kondurup resim çektirmeyi bile göze aldı doğrusu.
Faytonlar var ayrıca, midilli atlar var çocuklarınız için, sizi Bakacak’a kadar getirip götürecek motorlu taşıtlar var.
Yukarı doğru çıkarken Can yine sordu, “MemedimAlim, bunlar ne ağacı böyle” diye?
Çok zengin ve bu yöreye özgü nadir bitki türleriyle de kaplıdır Ulumuz Dağımız.
Ohoo, neler yoktur ki, defne, katran ardıcı, fındık, laden, funda, kızılçam, kestane, akçakesme, erguvan, koca yemiş, dağ çileği, katırtırnağı, Girit ladeni, mazı meşesi, gürgen, kızılcık, alıç, geyikdikeni, sırımbağı, karaağaç, kayın, titrek kavak, karaçam, sapsız meşe, Uludağ göknarı, bodur ardıç, yaban mersini, ayı üzümü, yabani gül, geyik dikeni, çoban üzümü, kedi üzümü, söğüt, sırımbağı, yoğurtotu, kekik, bitotu, misk soğanı, hindiba, bahar yıldızı, çok çiçekli gelincik, yabani elma, Alpağut, çınar, ceviz, fındık aklıma ilk geliveren Uludağ bitkilerinden mesela.
Zirveden dönerken sağ olsunlar Kirazlıyayla’da, milli park giriş kapısında görevli arkadaşlar da bırakmadılar bizi.
Uludağ’ın bu yaz sıcağında,Kirazlıyayla’nıninsanı üşüten havası eşliğinde sohbetler edip, günü orada indirdik.
Pek çok açıdan o kadar güzel bir yurdumuz, o kadar muhteşem bir şehrimiz var ki çok şükür, sadece yarım saat mesafe giderek sıcaktan bunalırken birden bire üşüyebiliyorsunuz!
Diyelim üşüdünüz ve grip oldunuz…
Bunun da çaresi var bu kentte.
O vakit de Yeni Kaplıca’ya gidip, orada “üşük terleten” bölümüne girerek derdinize derman arayabiliyorsunuz!
İşin esprisi bir yana…
“Yarım saat yol gitmeden hem serinlemek, hem de yemyeşil ağaçların altında dinlenirken bir şeyler yiyip içmenin mümkünü yok mu bu şehirde” diye sorarsanız eğer, o da mevcut.
Daha önce de yazdım…
Çekirge Devlet Hastanesi’nin üstündeki yoldanDobruca’ya doğru birkaç kilometre ilerlediğinizde köye yaklaşırken hemen sağ tarafta “GanitaKafe Restoran” tabelasını göreceksiniz.
“Ganita”, Karadeniz yöresinde “güzel yer” manasında kullanılırmış.
Hem şehrin içinde ve dibinde, hem de ancak kilometrelerce mesafe giderek ulaşabileceğiniz kadar uzağında olan başkaca böylesi güzel bir yer yoktur her halde.
Sadece altınızdan billur gibi akan buzulların suyunu değil, aynı zamanda Uludağ’ın serinliğini de aşağılara dek taşıyan bir dere yatağı düşünün…
Ve o dere yatağının üzerine yapılmış olan ahşap eyvana oturduğunuzda yüzünüze çarpan meltem kıvamında ama buz gibi hava akımını?
Sıcacık, tavşan kanı çaylar önünüzde, şırıl şırıl su sesleri eşliğinde yapılan dostane demli sohbetleri?
Ve ne kadar şanslı olduğunuzu?