
Öyle bir alçaklık, öyle bir namussuzluktu ki yapılan, vebalini yerleri gökleri verseniz de ödeyemez, cezasını sonsuza dek kor ateşlerde kavrulsanız dahi çekemezdiniz.
Sahte deliller üretilerek açılan davalar sonucu Türk ordusunun vatanperver yiğit askerleri bölük bölük zindanlara tıkılıyor, bu duruma karşı çıkan aydın ve gazeteciler de birer ikişer derdest edilerek aynı akıbete maruz bırakılıyordu.
Durum çok sonra anlaşıldı.
Asıl amaçlanan şey ordu komuta kademesinde yükselme önceliği bulunan subayları vicdansızca tasfiye etmek, yerlerine Fethullah Gülen örgütüne bağlı kendi adamlarını getirebilmekti.
Aynı şey Emniyet Teşkilatı için de geçerliydi.
Örneğin o sıra Emniyet Genel Müdür Yardımcısı olan Celal Uzunkaya, İstihbarat Daire BaşkanıSabri Uzun gibi isimleri yine sırf kendi yandaşlarına yer açabilmek için sahte delillerle zindanlara tıktılar.
Oysa, Bursa’da görev yaptığı dönemlerden bilirim, Celal Uzunkaya dürüst, ahlaklı, vicdanlı, muhafazakar, dinine diyanetine bağlı ancak ibadetini hiç kimseye göstermemek için sessiz ve gizlice arka odalarda yapacak kadar da mütevazı bir insandı.
Ancak, bu yetmiyordu cemaatin çakma imamları için; ille de kendilerinden olmak esastı!
Üstelik de bu mezalimi yapanlar her şeyi çok çok iyi bildikleri halde kendilerine hukukçu diyenzavallı hakim ve savcılardı!
Polis dahil, devletin tüm birimleri habiresahte deliller üretiyor, bunlar da o uyduruk belgeleri sahih kabul edip kendilerine paslanan herkesi içeri tıkıyorlardı.
Yapılan kazılar sonucu yer altından ortaya patlamış roket atar namluları çıkarılıyor, güya evlerin çatılarında el bombaları bulunuyordu.
Sözünü ettikleri darbeyi başlatabilmek için sözde İstanbul’da camiler bombalanacak, bu sayede halk evlerine kapatılarak sindirilmiş olacaktı!
Dönemin Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ durumu izah etmek için yırtınıyordu o sıra,“taarruz ederken ‘Allah Allah’ diye bağıran bir ordunun mensupları nasıl olur da camii bombalar” diye?
Daha sonra “örgüt üyesi” diye onu da içeri tıktılar!
Oysa, günü geldi tüm bu yalanları üretip ortaya atanların kendileri Meclis’i bombaladı, sivil halkı uçaksavar mermileriyle biçerek katletmekten hiç çekinmedi bu caniler.
Mahkemelere sahte delilleri üretip gönderen kurumlardan biri de TÜBİTAK yani, Türkiye Bilimsel Araştırma Kurumu’ydu.
Balyoz davasındaki sahteciliklerin ortaya çıkmasının ardından şikayetçi olan mağdurlar uzun süren bir mücadelenin ardından en sonunda dava açtırabilmiş, sahte TÜBİTAK raporunu hazırlayan üç bilirkişi Erdem Alparslan, Tahsin Türköz ve Hayrettin Bahşi’ninyargılanmasına artık nihayet başlanmıştı.
İşin aslına bakarsanız bu kişiler hiç hakim yüzü de görmediler!
Evrakları İstanbul 18’nci Asliye Ceza Mahkemesi’nde bekletilirken haberini alıp çoktan yurt dışına kaçtılar!
Böylece TÜBİTAK bünyesindeki cemaatçilerin ilişkilerini çözme fırsatı kaçırılmış oldu.
Çünkü aynı bilirkişi ekibi sadece “Balyoz” değil, “Ergenekon” ve “Oda TV” davası gibi diğer tüm kumpas davalarında da sahte raporlar yazmıştı.
Mahkeme hakimi İlhan Karagöz, sanıklara kaçma fırsatı vermek için her şeyi yaptı.
Duruşmaları erteledikçe erteledi.
Bundan sonraki celse ta 23 Eylül’de yapılacaktı.
Darbe girişiminden sadece 11 gün önce çok ilginç, sıradışı bir olay meydana geldi İstanbul Adliyesi’nde.
O gün arifeydi ve günün yarısı resmi tatildi.
Hakim Karagöz, saat 11'de nöbetçi katibi arayıp, "sakın çıkma" dedi.
Adam "yoğun bakımda hastam var" demesine rağmen yine de izin vermedi hakim.
O gün adliyede hiç duruşma olmamasına karşın yanında bilgisayarıyla saat 12 gibi mahkeme salonuna geldi İlhan Karagöz.
TÜBİTAK bilirkişilerine ilişkin önceden yazdığı mahkeme kararını da hazır bir şekilde beraberinde getirmişti!
Saat 12.50’de duruşmayı açtı, TÜBİTAK bilirkişilerinin hepsini beraat ettirdi!
Tam 557 sayfa tutan, Said Nursi’nin “Sözler” kitabı kadar kalın o metinde bol bol ayet, hadis ve sağlıklı bir insan beyninin asla kabul edemeyeceği ifadeler yer alıyordu.
"Gereği düşünüldü" ifadesinin ardından "İzzet ve azametine teslimiyetimi bildirmek, üzerimdeki nimetlerinin tamamlanmasını istemek, tevfik ve inayetinin devamını sağlamak için Allah-ı Teala'yahamd ederim" sözlerinin kullanıldığı kararda ayrıca şu ifadeler vardı:
"İşte buradan ilan ediyoruz, Fethullah Gülen Hocaefendi Son Peygamber Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhivesellem Efendimiz'in kendi soyundan ehl-i Beytinden geleceğini haber verdiği ve bizim de hem Hazreti Ali ve hem de yine El-i Beyt'ten olan Abdülkadir Geylani Hazretlerinin kitaplarından aktardığımız gibi o seçilmiş bir kişi olur ve Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali Peygamber Efendimiz'in halifeleri iken, Mehdi Aleyhisselam ayrı ve özel olarak son kez insanlığı doğru yola sevk ederek yanlışlıkları gösterecek özel bir insan olduğu için her ne kadar harikuladelikleri ve kerametleri olacak ise de zaten ortayla çıktığında birçok kişi hazır beklediği için ona biat edecek ve derhal tamir ve onarıma başlayacak ve kendisi her türlü hareket serbestisine sahip olduğu için nasıl ve ne şekilde davranacağını ve insanların nasıl yönlendirileceğini bildiği için Allah'ın Halifesi olarak Huruc edecektir..."
Hakim Karagöz devam ediyordu:
"Asa'yı Musa Tabii ki Fethullah Hoca ile birlikte ortaya çıkacak, ve Daha sonraki süreçte de Hazreti İsa Aleyhisselam'ın dünyaya gelerek Mehdi Aleyhisselam'ın arkasında namaza duracağı ve ona tabi olacağı fakat daha sonraki aşamada da Mehdi Aleyhisselam'ın da Hazreti İsa Aleyhisselam'ın arkasında namaza duracağını yazmaktadır kaynaklar..."
Hakim Karagöz kararında sadece Gülen’i “Mehdi” olarak ilan etmekle de kalmıyor, ayrıca“Akepe çetesi ve onun şürekası” olarak tanımladığı kesim için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunup, Genel Kurmay’ı harekete geçmeye çağırıyordu:
"Son olarak da, tüm bu hususların kararın mahiyeti ve konumumuza göre başka türlü olması mümkün olamayacağı ve zaten tüm suç duyuruları itibariyle zaten bir çok kişinin yargılanmaları için Yargıtay’ca soruşturmalar da yapılacağından kararın kesinleşmesi beklenmeden derhal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na Suç duyurusunda bulunulmasına…
Suç duyurusu açısından şu anda bu çete her yere sızıp ele geçirdiği için, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından derhal işlemler yapılmaya başlanmadığı takdirde,
Türkiye Cumhuriyet Genelkurmay Başkanlığı yetkililerinin bu suç duyurumuz doğrultusunda derhal olaya el koyarak ismi geçen herkesi derhal gözaltına alması ve sonra da yapılması gerekenlerin sırayla yapılması,
Ve bu bağlamda;
TÜM YURDA GİRİŞ VE ÇIKIŞLARIN TUTULARAK İSMİ GEÇEN YA DA GEÇMEYEN TÜM MİLLETVEKİLLERİ, BELEDİYE BAŞKANLARI, İŞ ADAMLARI, GAZETECİLER VE BİLİNEBİLEN HERKES EMNİYETÇİ, HAKİM SAVCI KESİMLERİ İÇİN DE YURTTAN ÇIKIŞLARININ ENGELLENEREK HAKLARINDA DERHAL SORUŞTURMA İŞLEMLERİNİN ONA GÖRE YAPILMISINA ÖZEN GÖSTERİLMESİNE.."
Sadece bununla da kalmadı Hakim İlhan Karagöz.
Kararını ayrıca UYAP sistemine de kaydettirdi!
Ve böylece Fathullah Gülen’in “Mehdi” ilan edildiği mahkemece verilmiş “darbe kararı” yargı sistemine de girmiş oldu!
Tüm bunlar 15 Temmuz darbe girişiminden sadece 11 gün önce yaşanmıştı.
Adalet Bakanlığı hakkında derhal hakkında soruşturma başlattı ancak, bu skandal kararın ardından birden bire ortalıktan yok oldu Hakim Karagöz.
Kendisinden bir daha da haber alınamadı.
Açılan soruşturmanın haricinde ayrıca 15 Temmuz’un ardından görüldü ki Hakim İlhan Karagöz’ün adı aranan cemaatçi hakim ve savcıların listesindeydi!
Peki, nereye gitmişti bu adam?
Kendisini MİT, Polis ve asker her yerde aradığı halde kim ya da kimler tarafından koruma altına alınmıştı; kim, nerede saklıyordu onu?
Hakim İlhan Karagöz darbe teşebbüsünden tam 7 gün sonra 22 Temmuz’da yakalanarak tutuklandı.
Verdiği ilk ifadesindeyse şunları söyledi:
www.yenibursa.com
“Darbeden haberim yok. Ben o sıra Bursa Dörtçelik Hastanesi’nde psikiyatri kliniğinde yatıyordum. Kararı yazarken gördüğüm rüyaları da ekledim. Mehdilik hususu ortaya çıkacağı muhtemel bir öngörümden ibarettir.”
Dikkat edin, bu kişi herhangi bir hakim değil!
Cemaatin kurduğu tüm kumpasların bizzat içinde bulunmuş bir insan.
Ve kafası da kumpas kuracak kadar zehir gibi çalışıyor!
Ve 15 Temmuz darbe girişiminden 11 gün önce darbeyi imayla, Fethullah Gülen’i de “Mehdi” ilan ederek ortalıktan birden bire yok oluyor!
Ve geldiği yer direkt olarak Bursa!
Son derece enteresan bir şekilde birileri tarafından gizlice Görükle göçmen konutlarının orada bulunan Sağlık Bakanlığı Yüksek İhtisas Fakültesi Dörtçelik Ek Hizmet binasındaki psikiyatri kliniğine yatırılıyor!
İnsanın aklına “acaba “deli raporu” verilip de kurtarılması mı planlandı” sorusu geliyor ilkin?
Hadi İstanbul’dan ayın 4’nde geldi ve psikiyatri kliniğine yatırıldı…
İlhan Karagöz’ü ayın 15’inden sonra da MİT arıyor, polis arıyor, asker arıyor, ta ayın 22’sine kadar sağlık sisteminde görevli hiçbir Allah’ın kulu neden bilgi vermiyor acaba Emniyet kuvvetlerine?
Derken…
Hastane yetkilileri nice sonra adamın durumun farkına varıyorlar ve kaçak hakimi bir yazıyla Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na ihbar ediyorlar.
Her şey bir yana…
Peki, bu adamın geçmişte verdiği kararların, yaktığı canların hesabını kim verecek şimdi?
Adalet sisteminde açılan o derin yara nasıl tedavi edilebilecek?