Bütün kararların tek bir merkezden verildiği ve tüm verilerin tek bir merkez işlemcide toplandığı duruma “komünizm” denir.
Komünist ekonomik anlayış herkesin yeteneğine göre çalışıp, ihtiyacı kadar kazanacağı bir düzen vaat eder.
Eder ama…
Bu sistemde merkezi yönetim ürettiğinizin tamamını elinizden alır ve sizin neye ne kadar ihtiyaç duyduğunuza sadece kendisi karar verir.
Sosyalist dönemde bir kutu Tipitip sakızı ya da bir adet Vog naylon çorap karşılığında abaza Türk erkeklerine bedenlerini sunan Romanyalı kadınların nelere ihtiyaç duyduklarını görmezden gelirsek eğer, dünyada bu düzeni şimdiye dek layıkıyla gerçekleştirip, sürdürebilen hiçbir ülke olmamıştır.
Anladığınız gibi kendisi yaptığı yetmezmiş gibi yurttaşlarını ayda 50-100 dolara uluslararası kapitalist sermayeye sömürten Çin’i, Küba’yı filan dikkate bile almıyorum!
Yine yaşı geçkin andrapozlu abaza Türk erkeklerinin sırf küçük kız çocuklarıyla ilişki kurabilmek için yol yaptığı Küba’nın, seks turizmini bir devlet politikası haline getiren sözde devrimci solcu yöneticilerine de hiç dalmıyorum!
Dediğim gibi, Sovyetler Birliği ve onun uydu devletlerinin hüküm sürdüğü sıralarda dört bir yandan toplanan veriler Moskova’da tek bir merkezde toplanır, tüm kararlar oralarda alınırdı.
Üreticiler ve tüketiciler birbirleriyle doğrudan iletişim kuramadıkları gibi, merkezi idarenin emirlerine de harfiyen uymak zorundaydılar, yoksa aksi çok fena olurdu!
Rejime karşı en ufak bir muhalefet gösteren 10 milyonlarca insan adına “Gulag” denilen çalışma kamplarında acımasızca öldürüldü bu sistem tarafından.
Stalin için “Hitler’den çok daha fazla komünist öldürdü” denilmesinin ve onunla kıyaslanmasının nedeni de işte bu durumdur.
Bırakın rejim muhaliflerini, kendi devrimini gerçekleştirenleri bile katletti sosyalist sistem!
Şimdiki sosyalist gençlik bunları hiç bilmez, Bolşevik Parti'nin 1917'deki Ekim devrimini gerçekleştiren Zinovyev ve Kamanev, Karl Radek, Yuri Piyatakov, Grigory Sokolnikov, Bukharin ve Rykov, Rakovsky gibi tüm lider kadroları göstermelik davalarla işkence altında alınan sahte itiraflarla tasfiye edildi ve öldürüldüler o yıllarda.
Yok edilenler arasında 1919 Macar Devrimi'nin önderi Bela Kun ve Troçki'nin Rusya'daki aile üyeleri de vardı.
Hitler’in toplama kamplarından çok daha beter olan, 10 milyonlarca insanın katledilip, bir o kadarının da işkence altında tutulduğu yerlerde yaşanan gerçekleri öğrenmek isterseniz eğer, Soljenitsin'in “Gulag Takımadaları’yla” Eugenia Ginzburg, Erica Wallach'ın ve Orlando Figes'in yazdıklarını okumanız yeterli olacaktır.
Ama ben meselenin başka bir yanındayım bugün…
O devirde Sovyetler Birliği Ekonomi Bakanlığı bir ekmeğin fiyatını her yerde ve her koşulda örneğin 2 ruble 4 kapiğe sabitleme yetkisine…
Odesa oblastındaki bir kolhozda buğday yetiştirmek yerine tavukçuluk yapılmasına karar verme iradesine…
Moskova’daki meşhur “Red October” fabrikasının günlük üretim miktarını 3 buçuk milyon somun ekmek olarak belirleme gücüne sahipti. (Yuval Noah Harrari-Homo Deus)
Bütün bu duruma rağmen Sovyetlerin her yıl neden ABD’den gittikçe artan miktarlarda un ithal etmek zorunda kaldığını bir türlü anlayamıyordu Ruslar?
Kapitalizmin, komünizm karşısındaki galibiyetinin nedeni daha ahlaklı olması ya da birey özgürlüklerine önem vermesi filan değildi aslında!
Asıl neden veriyi, bilgiyi halk arasında serbestçe dolaştırması “merkezi idareden” uzak durmasıydı!
Tüm veri tek bir merkezde toplanır, tüm yetki yaşını başını almış ve çağın gerisinde duran bir grup moruğun iki dudağı arasına sıkıştırılırsa eğer bu zihniyetle uzaya çıkıp, nükleer bomba üretebilirsiniz belki ama bir Apple ya da bir Wikipedia yaratamazsınız işte!
Rivayete göre Mihail Gorbaçov son yıllarında artık can çekişen Sovyet ekonomisini diriltebilmek için kapitalizmin nasıl işlediğini öğrenmek üzere yardımcılarından biriniLondra’ya gönderir.
İngilizler, Sovyetler’den gelen bu misafirlerine önce bir şehir turu attırıp Londra Borsası ve Londra Ekonomi Okulu’nu gezdirirler.
Ardından ekonomi profesörleri, banka yöneticileri ve girişimcilerle görüştürülen konuk “bir dakika” der, “Benim aklım başka bir yerde kaldı. Bugün şehirde oradan oraya dolaştık ama bir şeyi çözemedim. Moskova’da ekmek tedarik sisteminde çalışan birbirinden akıllı bir sürü insan var. Buna rağmen her fırının, her bakkalın önünde sürekli uzun kuyruklar oluyor. Londra’da da milyonlarca insan yaşıyor ama hiçbir yerde ekmek kuyruğu görmedim. Beni lütfen bu kentin ekmek tedarik sorumlusuyla görüştürün. Bu başarının sırrını mutlaka öğrenmeliyim.”
Ev sahipleri düşünür taşınır ve yanıt verirler:
“Londra’da ekmek tedarikinden sorumlu hiç kimse yoktur!..”
Kapitalizmin sırrı işte burada yatar.
Londra’da ekmek üretimine ilişkin tüm veriyi tekeline alan ve onu yönlendiren bir merkezi işleme ünitesi mevcut değildir.
Bilgi milyonlarca üretici ve tüketici, fırıncı, yatırımcı, çiftçi ve bilim adamları arasında serbestçe dolaşır ve kuralları piyasa belirler.
Ekmeğin fiyatını, her gün ne kadar üretim yapılması gerektiğini, araştırma ve geliştirmenin önceliklerini piyasanın güç dengeleri tespit eder.
Ola ki bu güçler yanlış bir karar mı verdi?
En kısa sürede toparlanıp, kendisini düzeltecek, ortaya mutlaka yeni bir durum çıkacaktır.
Burada önemli olan unsur veri, yani “bilgidir”.
Sadece insanlar değil, ademoğlunun kurduğu kapitalizm, komünizm, diktatörlük ya da demokrasiler de özünde birbirleriyle yarışan “veri toplama ve analiz etme” mekanizmalarıdır aslında.
Komünizm ya da diktatörlükler ki, sosyalist sistem de kendisini “proleterya diktatörlüğü”diye tanımlar zaten, “merkezi veri işleme yöntemiyle” işlerini görmeye çalışırlarken, demokrasilerse “dağıtılmış veri işleme yöntemlerini” tercih ederler.
İşte bu son yüzyılda bilim ve teknolojik alanda yaşanan müthiş gelişme “dağıtılmış veri işleme sistemini” herkes için daha avantajlı kıldığı için demokrasiler daha fazla güç kazandı.
Demek ki neymiş, demokrasi eşittir bilginin serbestçe dolaşabilmesi!
Demek ki neymiş, merkezi idareyi benimsemek, bilgiyi paylaşmak yerine halktan saklayıp gizlemek, eşittir diktatörlük ya da komünizm!
Ben Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne ait şirketlerden kentimizin “ulaşım” işlerinin koordine edildiği BURULAŞ firmasının başında olan Genel Müdür Levent Fidansoy’un kimseye çaktırmadan gizli gizli komünist eğilimler benimsediğini düşünüyorum!
Hatta kulağıma aşırı solcu BURULAŞ-ML (Marksist-Leninist) adında bir örgüt kurduğu yönünde havadisler de ulaşıyor!
Şimdi şöyle:
Herhangi bir amaç yok, fizibilite, pazar araştırması yok, arasıra lazım olur, bakarsın kullanılır diye 2014 yılında 700 bin dolara Cessna T 206 H modeli, toplam 6 kişi taşıma kapasiteli pervaneli bir uçak alıyor BURULAŞ.
Havacılıkta eğer uçak uçmuyorsa bu büyük zarardır.
Hiçbir şey yapmıyorsan kiraya vereceksin, ne bileyim, yangın gözetlemede kullanılacak, trafik analizi yapacaksın vesaire.
Bunu da beceremedi BURULAŞ, gül gibi uçak o gün bu gündür yerinde kuzu gibi yatmaktaydı.
Sonra, baktılar ki zarar büyüyor, “satalım” dediler!
Sonuçta sattılar da ancak bu kez de ortalıkta duyuru yok, rekabet yok, ihale yok, gelen bilgiye göre el altından 400 bin dolara Şenol Şen isimli Bursalı bir işadamına verivermişler!
Oysa bir“uçak” dünya piyasasında “Reşat altını” gibidir.
Yıllar geçse de değerinden hiçbir şey eksilmez, fiyatı daha da artar, kaldı ki, şu haliyle bile sıfır durumda zaten.
Eski model uçak yoktur, bakımsız uçak vardır!
Şimdi bu Şenol Şen kim?
Kimin nesi, kimin fesi?
Levent Fidansoy, bak bunlar tüyü bitmedik yetimler:
Bu yetimler öte dünyada senden hesap sorarlar.
Derler ki, “Levent amca, Levent amca, bizim de içinde hakkımız olan aradaki en az 300 bin dolar farkı niye başkalarına peşkeş çektin; olmadı buna niye müsaade ettin?..”
Hiç oldu mu şimdi?
Eğer sen bu işleri böyle yapıyorsan “BURSARAY’a aldığın vagonlarda ya da belediye otobüslerinde de kesin antin kuntin yamuk işler vardır” diye düşünmezler mi insanlar haklı olarak?!.
Levent Fidansoy’un komünistliğine gelince…
Bundan 15-20 gün önce aradım ben onu, geri dönmedi.
Olur, yurt dışındadır, toplantısı vardır, şimdiye dek nezaketi hiç bozmadı hep dönüş yaptı.
Ardından bir daha aradım doğru ve gerçek bilgiyi onun ağzından alayım, elimdekileri teyit edeyim diye, yine açmadı!
Mesaj yazdım bu kez, “Müdürüm, Cessna uçak satmışsınız, kaç liraya verdiniz” diye?
Yanıt:
“Defter değerinin üzerinde, kârla sattık.”
Cavap verdim:
“Tamam da ne kadara gitti?..”
Müdürden o gün bu gündür ses seda yok, sanki içine kaçtı mübarek!
Ben amortismanı düşülen defter değerinden değil, piyasa değerinden bahsediyorum Levent bey!
Dövizin artışıyla birlikte daha da yükseldi o uçağın fiyatı, sen kimi kekliyorsun böyle bakayım?!.
Al adamdan geriye, ben 20 bin dolar daha fazla veriyorum, hadi?
Ne demiştik?
“Bilgiyi paylaşmak demokratik sistemlerin tarzıdır” demiştik.
Bilgiyi tek merkezde toplayıp sadece kendine saklamaksa diktatör ya da komünist anlayıştaki kafaların!
Fidansoy’dan diktatör olmaz, emir kulu zaten O.
Ancak, komünizme yatkın olduğu konusunda ciddi şüphelerim var!
Ve ben hâlâ yanıt bekliyorum “bilgiyi” okurlarımla da paylaşmak için!