Yazarlar

Can Ertan’ın yazılarını özlüyoruz

post-img
Yerel gazetelerde yazan arkadaşları yıllardan beri pek okumam. Arada bir önemsediklerime şöyle bir göz atar, kayda değer bir şeyler kaleme almışlarsa eğer oturur okurum. Gündemim de zaten diğer meslektaşlarımla hiç aynı değildir. O gün ne yazacağımı önemli ölçüde kendim belirlerim. Örneğin AKP, CHP ya da MHP Bursa’da miting mi yaptı? Ertesi gün pek çoğunun yegane konusu alana gelen kalabalığın bir önceki buluşmaya göre ne kadar az ya da çok olduğudur. Yıllar yılı ben de yazdım benzer şeyleri. Ama mitinglerin kalabalığından çok “şeytan ayrıntıda gizlidir” diye düşünüp, meydandaki ilginç enstantaneleri yansıtmaya çalıştım. Mesela her partinin toplantısında her türlü yiyeceğin gelenlere sunulduğu seyyar satıcılar mutlaka vardı geçmişte ama erkek milleti arasında “k..hane tatlısı” olarak bilinen irmikten yapılma çam fıstıklı Şam tatlısı sadece Refah Partisi’nin mitinglerinde bulunurdu nedense?!. Kaputlarının üzerinde sergilenen ilahi kasetlerinin yanı sıra arka kapakları açık vaziyette giriş ya da çıkış noktalarına parketmiş Kartal ya da Renault steyşın arabaların bagajlarında satılırdı bu tatlılar. Yine mesela eski mitinglerinin en önemli renklerinden biri yankesicilerdi. Liderlerle beraber sürüler halinde şehir şehir gezerler, her toplantıda en az üç-beş kişinin canını yakarak ertesi günkü gazetelere haber olurlardı. Millette artık para kalmadı da herkes ay sonunu kredi kartlarıyla bulmaya çalıştığı için mi ölüp gitti bu canım meslek anlayamadım doğrusu?!. Kalaycılık, yorgancılık, semercilik gibi meslekler zaten yok olup gitti ve şimdi de görüyor musunuz artık yankesiciliği de öldürüyor işte bu AKP Hükümeti sevgili okurlar! (Yani böyle bir konudan girerek, AKP’ye nereden nasıl bir eleştiri çıkardığımı ben de hala anlayabilmiş değilim açıkçası!..) Neyse… Dünkü gazetelerde siz de gördünüz. AKP yancısı yazarların tümü Ahmet Davutoğlu’nun mitingini överken, Bursa İl Başkanı Cemalettin Torun’dan beklediği kadar reklam alamayan gazetelerde çalışanlar da yermeyi seçtiler. Artık mitingler hemen hemen hiç emsal teşkil etmiyor siyasi partilerin başarılarına. İki buçuk milyonluk bir şehirde 5 bin kişi fazla ya da eksik gitmiş ne olacak sanki? Sadece AKP değil, zaten tümü adam taşıyor otobüslerle, Allah da biliyor, kul da biliyor bu durumu. Yerel basındaki pek çok yazarı okumam ama aralarından birkaç tanesi vardır ki, yazdıkları vakit mutlaka sıkı takipçileri olurum. Bunlardan biri de Can Ertan’dır mesela. Can yazdığı vakit kelimelerin arasından adeta sihirli bir tını yükselir; bilgi, birikim ve zeka ürünü yazılarındaki yorum ve değerlendirmelerinin ayazında üşür, yalazında kavrulursunuz! Kızıyorum ona. Haber Gazetesi’ni bıraktıktan sonra yazmıyor, tembellik ediyor. Aradan dolu dolu tam 4 sene geçti. Nasıl da akıp gitti zaman su misali. Babamı toprağa karıştırıp döndükten sonra “Ragıp Yılmaz: Bir güzel dağ çınarı” başlıklı güzel bir yazı kaleme almıştı Can Ertan. Dün akşam arşivimi karıştırırken rastladım ona. Güzel babamı, eski günleri anıp özlemle hüzünlendim yine. Can’ın yazılarını özleyenler için bu gün sizlerle de paylaşayım istedim: ……………. “Sevgili Halide veriyor acı haberi: ‘’Mehmet Ali Yılmaz’ın babası Ragıp Amca’mızı kaybettik Can…’’ Öyle kalakalıyorum; bir acı, bir uzun sessizlik daha da büyütüyor mesafeleri sanki. Ölüm hiç alışılabilir bir şey değil; kaçınılmazlığına ne derce ikna olsanız da. Bütün algılarım silindi, ölümün anaforu içinde yitti işte. ************************ Tahtakale’de tanıştığımız o ilkbahar gününü anımsıyorum: Mehmet Ali, Halide Türkoğlu Yukay, Ragıp Yılmaz bir kahvehanede sohbet ediyoruz. Fotoğraflarımızı çekiyor Halide. Nasıl da sıcacık bir kişilik, derin tertemiz bir gülüş. Bütün yüzüyle gülen o nadir insanlardandı Ragıp Yılmaz. Kocayayla’ya davet ediyor beni bütün sevecenliğiyle. ‘’ Olur!..’’ diyorum içim kıpır kıpır. ************************ Sonra Setbaşı… Gökdere kıyısındaki evde edilen sohbet. ‘’İyiyim, biraz ağrı var, onlarda geçer gider artık…’’ Mürüvvet yengenin çaylarını yudumluyoruz, boğazımda kör düğümler, Uludağın eteklerine dalıp gidiyorum. ******************************* Babalar gününde aklıma ilk gelen Ragıp Amca’yı ziyaret etmek oluyor; ben babamı yitireli yıllar olmuş. Bu ilk kez yaşadığım bir deneyim, içimdeki öksüzlük dağılıyor sanki. Bir özel hastane odasında kısacık da olsa sohbet ediyoruz; elini öpüyorum, serumlar ve solunum cihazı var.  ‘’Yorgunum Can…’’ usulca çıkıyor sesi. Yine de gülümsüyor. Uğursuz bir önsezi var içimde hastaneden çıkarken. ******************* Büyük Şehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü’nde  bekliyorum. Gasilhane den sonra Keles’e doğru yola çıkacağız. Yakınları o son bakış için içeri giriyor. Bunun anlamını biliyorum iki kere yaşadım; sevilene son kez bakmanın o elvedanın ne olduğunu. Ölümün dili kelimesizlik. Dalgınlık, içe çekilme, bir derin ürperti… Varoluşun o uçuculuğuna, kıyıcılığına, evrenin soğuk aldırışlığına karşı koyu ağır bir anlamsızlıkla kuşatılma ********************** Dağ yolunda Ahmet Yıldız, Tankut Sözeri, Mehmet Ali konuşuyoruz. 70 yaşındaymış Ragıp Amca. İsmail Ekmekçi ve Ragıp Yılmaz Keles’in ilk gazetesi ‘’Kelesin Sesi’’ni çıkarmışlar 1960-70 arası. Ve Keles’in ilk matbaasını kurmuşlar: Gutenberg. Gazete ekonomik nedenlerle kapanmış. Ragıp Yılmaz, Bursa- Keles arasında otobüs işletiyor daha sonraları. 50 yıllık sevgili eşi Mürüvvet Yılmaz’la aile genişliyor: Şahin, Filiz, Çiğdem, Mehmet Ali… Torunlar: Çağla, Tayfun, Furkan, Mürüvvet. ***************************** Hayat anılar biriktirmek değil mi. Mehmet Ali babasını anlatıyor: ‘’Dağları ormanları çok sever Kocayayla’ya her yıl iki büyük çadır kurar akrabalarını dostlarını ağırlardı. Televizyonlu, buzdolaplı, uydu antenli donanımlı iki büyük çadır. Misafir de hiç eksik olmazdı zaten. Piknikçiler de yardım alırdı babamdan. Her sene iki at alırdı. Misafirler ve torunlar binsin diye. Yaz bitti mi satardı. Tavşan avını severdi, ala balık avlardı dereden ve çok iyi kayak yapardı. Fahri Otel’de çalışırken öğrenmiş çocukluğunda CHP’liydi. Bu seçimde çok üzüldü oy kullanamayacağım diye. Ama onun eksikliğini kızım Mürüvvet CHP’ye oy vererek telafi etti.” ******************************** Baba, bir çocuk için o çocuk ne kadar büyüse de sırtını dayayacağı bir koca dağ güveni değil midir. ‘’Babam yine iki at almıştı. Atlardan biri Uzunöz köyünden. Ve bir eşeğe aşık. İpini koparıp koparıp kaçıyor eşeği görmeye gidiyor. Bir gün yine kaçmış. Babama Vespa motor almıştım, Keles’e gidip gelsin diye. Motora atladık atın peşine düştük. Kestirme olsun diye orman içi keçi yoluna girdik. Birden önümüze iri bir ayı çıkmasın mı. Yüreğim oynadı yerinden, kalakaldım. Babam ise bana mısın demedi, soğukkanlılıkla indi yürüdü üstüne ayının. Hayvan ağır ağır kaçmaya başladı ama birkaç adım sonra durdu tekrar üstümüze gelecek gibi oldu; babam  daha da kararlı gitti üstüne ve ayı pes etti sıvıştı…’’ ************************ Ev önünde helalleşiliyor. Öğle namazından sonra Keles Mezarlığına giden dik yokuşu tırmanıyoruz. Ve toprağa veriyoruz Ragıp Amca’mızı. O çok sevdiği canı bildiği Keles toprağına. Ölüm, ancak bir yakınımız sevdiğimiz silinip gittiğinde hayatımızdan o yakıcı varlığıyla somut bir görünün kazanıyor. Yokuşu çıkarken bunu düşünüyorum. Çınarlara bakıyorum. Dağın o bilge sessizliğine kulak veriyorum. ******************* Bursa’ya dönerken sevgili Hamza Eren: ’’Ragıp Amca Regaip Kandilinde doğdu Miraç Kandilinde öldü’’ diyor. Mehmet Ali son kez babasıyla kutladığı babalar günü için: ‘’Bu en mutlu balar günü kutlamamızdı’’ demişti. Bir güzel dağ çınarıydı benim için Ragıp Yılmaz. Çınarlar yaşadıkça, yaşayacak Uludağ’da. Hakkım yok sende. Bir babalar gününde unuttum ya babasızlığı yanında, hakkını helal et Ragıp Amca.”  

Diğer Haberler