
Bu gün de hala dünyanın başına bela olan sömürgeci İngiltere ve Fransa’nın dünyanın değişik bölgelerinden topladığı askerler şafakla birlikte dev savaş makinelerinden alınarak gruplar halinde sahile çıkarılmakta ve ilk anda gördükleri son derece zayıf direnişleri kolayca bertaraf eden bu birliklerin yüksek sırtları aşarak, oradan da kolayca İstanbul’a ulaşmaları hedeflenmektedir.
Savaşa komuta eden Alman General Otto Liman Von Sanders, düşmanın nereden saldıracağını hesap edemediği için hem Türk birliklerini geniş bir alana yayarak zayıf düşürmüş , hem de düşmanın karaya ilk çıktığı yere yakın bir biçimde konumlandırmak yerine tam tersi çok gerilerde mevzilendirerek, itilaf devletlerine ait birliklerin sahilde kolayca tutunmalarına neden olmuştu.
Ruşen Eşref’e verdiği röportajda şöyle diyor Mustafa Kemal Bey:
“Bana göre düşman çıkarma girişiminde bulunursa iki noktadan teşebbüs ederdi. Birincisi Sebdülbahir, diğeri Kabatepe civarı. Ve benim bakış açıma göre, düşmanı karaya çıkarttırmadan bu sahil parçalarını doğrudan doğruya savunmak mümkündü. Bunun üzerine alaylarımı, böyle sahilden savunma yapabilecek şekilde yerleştirdim.”
O sıra gencecik bir yarbay olan Mustafa Kemal’in bu savunma düzenini 5’nci Ordu komutanlığına atanan Von Sanders Gelibolu’ya gelir gelmez derhal değiştirir ve onu gerektiğinde yedek olarak kullanılmak üzere gerideki bir birliğin başına alır.
Tayfun Çavuşoğlu’nun yazdığı “Çanakkale 1915 İftiralar, Yalanlar, Polemikler” isimli kitabını henüz okuyup bitirmeden kendisini aradım ve sordum:
“Savaşta sahilin diğer kesimlerinde tam anlamıyla destansı başka kahramanlıklar da yaşanıyor. Sence Mustafa Kemal’in bu çarpışmalardaki rolü onca yiğit Türk askerinin yanında biraz abartılmıyor mu? Nedir onu bu kadar önemli kılan?”
“Hayır, hiç de abartılmıyor” dedi Tayfun, “Mustafa Kemal henüz savaşın ilk başında, sahip olduğu askeri dehasıyla hızla ilerlemekte olan Anzak birliklerine karşı koyup, kaçmakta olan Türk askerlerini süngüye yatırmasaydı eğer, yani birkaç saat daha zaman kazanmasaydı, arkadan gelen birlikler yetişemeyecek, cephe yarıldığı için sırtları kolayca aşacak olan istilacıların önünde hiçbir engel kalmayacaktı.”
Düşmanın öbekler halinde ilerlemesi karşısında 9’ncu Tümen Komutanı Albay Halil Sami Bey, Kurmay Yarbay Mustafa Kemal komutasındaki ordu yedeği olan 19’ncu Tümen’den bir taburun emrine verilmesini talep eder.
O saate kadar birliğiyle beraber yedekte beklemekte olan Mustafa Kemal kendisine ulaşan destek talebini alır almaz ordu ya da kolordu komutanından emir beklemeksizin hazır olan 57’nci Piyade Alayını bir top bataryası ve bir Süvari bölüğüyle takviye ederek derhal Arıburnu’na doğru harekete geçer.
İşte büyük bir komutan ve liderin doğumuna sahne olan an o andır.
Çanakkale Savaşı ve Mustafa Kemal’in bu savaştaki rolüne ilişkin özellikle dinci kesimler tarafından çok polemikler yapıldı.
Bu polemik, yalan, hatta iftiralara karşı yayın tarihinde çok önemli bir boşluğu doldurup, pek çok kafa karışıklığını gidermiş Tayfun Çavuşoğlu.
Kitabın en çarpıcı bölümlerinden biri de önsözünde yazdıkları:
“…Çanakkale Savaşları üzerine yazılan pek çok kitap var. Bunların bir bölümü tarih ve belgesel niteliğinden öte Çanakkale’de savaşan yüzbinlerce vatan evladının manevi hatırasına fütursuzca saldıran, savaşı elindeki tüfek ya da süngüyle düşmanla boğaz boğaza savaşanların değil de gökyüzünden beyaz atlara binerek gelen ermişlerin kazandığını anlatabilecek kadar kara propaganda eseri.
Hatta bazıları iyice ileri gidiyor, İslam peygamberi Hz. Muhammed’in de Çanakkale’ye gelip, yalınkılıç Türk ordusuyla birlikte savaştığını iştahla anlatıyor. Farkına bile varmadan hem İslam peygamberini ve hem de İslam dinini küçük düşürüyor.
Ama o tür anlatımların hiçbir yerinde hazreti peygamberin neden Osmanlı ordusunun katıldığı yakın tarihlerdeki diğer savaşlarda örneğin, Balkan savaşlarında, Trablusgarp’ta ya da on binlerce askerimizin donarak öldüğü Sarıkamış harekatı sırasında o karlı dağlarda görülmediğine dair tek cümle yok?
Çünkü bu acayip yazıları kaleme alanların derdi tarih anlatmak değil, güya dini propaganda yapmak.
Son zamanlarda moda olan “Aman Mustafa Kemal’in adı geçmesin de kiminki geçerse geçsin!” yaklaşımının ürünü olarak kaleme alınmış sözde tarih kitapları var piyasada. Hiç sıkılmadan “Mustafa Kemal Bey’in rütbesi ne ki? Topu topu bir ihtiyat tümeninin kumandanı, ne yapmış da Çanakkale’de zafer kazanmış? Ordu komutanı, kolordu komutanları ne güne duruyormuş? Aslında Mustafa Kemal’in Çanakkale’de esamisi okunmuyor. O Cumhurbaşkanı olduktan sonra Çanakkale’de bir zafer icat edildi, zafer de Mustafa Kemal’e malolundu. Mustafa Kemal’in tümeni yedeğin de yedeğiydi diye yazabilenler var…”
Halil Sami Bey’in acil çağrısı üzerine derhal yola koyulan Mustafa Kemal’in kendi ağzından dinleyelim ondan sonra yaşananları:
“…Bizzat yol bulup, müfrezeyi oradan sevk etmek suretiyle Kocaçimen Tepesi’ne ulaşıldı. Şimdi Kocaçimen Tepesi’ni tasavvur buyurun? Yarımadanın en yüksek tepesidir. Orada denizde bulunan gemilerden ve zırhlılardan başka hiçbir şey görmedim. Düşmanın karaya çıkmış piyadesinin henüz oradan uzakta olduğunu anladım.
Efrat (erler) o müşkül araziyi dinlenmeksizin kat etmek yüzünden yorulmuş ve yürüyüş aralığı derinleşmişti. Alay ve batarya kumandanına efradı tamamen toplayıp, küçük bir istirahat vermelerini söyledim. Denizden gizlenmiş olarak on dakika kadar dinlenecekler, sonra beni takip edeceklerdi.
Ben de orada bir Abdal Geçidi vardır, o geçitten Conk Bayırı’na gidecektim. Yanımda yaverim, emir subayım ve baştabip ile oralarda tekrar bulduğumuz Cebel Topçu Taburu kumandanı olduğu halde evvela atlı olarak yürümeye teşebbüs ettik fakat arazi müsait değildi. Hayvanları bıraktık, yaya olarak Conk Bayırı’na vardık.
Şimdi burada tesadüf ettiğimiz sahne en enteresan bir sahnedir. Ve vakanın en mühim anı bence budur.
O esnada Conk Bayırı’nın güneyindeki 261 rakımlı tepeden, sahilin gözetlenmesinin sağlanmasıyla görevli olarak oralarda bulunan bir müfreze erlerinin Conk Bayırı’na doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm. Size şu konuşmayı aynen okuyacağım!
Bizzat bu erlerin önüne çıkarak:
“Niçin kaçıyorsunuz” dedim?
“Efendim düşman” dediler!
“Nerede?”
“İşte” diye, 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.
Gerçekten de düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve tam bir serbestlikle ileriye doğru yürüyordu.
Şimdi vaziyeti düşünün? Ben kuvvetlerimi bırakmışım, efrat on dakika istirahat etsin diye… Düşman da bu tepeye gelmiş… Demek ki düşman bana, benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman, benim bulunduğum yere gelse, kuvvetlerim çok kötü duruma düşecekti.
O zaman artık bir mantık yürütme midir, yoksa refleks ile midir, bunu bilmiyorum kaçan erlere “düşmandan kaçılmaz” dedim.
“Cephanemiz kalmadı” dediler!
“Cephaneniz yoksa süngünüz var” dedim ve bağırarak bunlara süngü taktırdım, yere yatırdım.
Aynı zamanda Conk Bayırı’na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile Cebel Bataryası’nın yetişebilen efradının “marş marşla” benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emir subayını geriye gönderdim.
Bu erat süngü takıp yere yatınca, düşman efradı da yere yattı.
Kazandığımız an bu andır!..”
Sadece bununla da yetinmeyecektir büyük komutan Mustafa Kemal.
Kısa süre içinde yanında olacak birlik komutanlarına şu emri verecektir:
“Ben size taarruz emretmiyorum ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar gelebilir.”
O savaşın bir sahnesini yine kendisinden dinleyelim:
“Karşılıklı siperler arasındaki mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak muhakkak Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulmamacasına, hepsi düşüyor; ikincidekiler onların yerine giriyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir duraksama bile göstermiyor; Sarsılmak yok.”
Askerlerine “size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum” diyebilen bir komutan tarihte başka yoktur. Ölme emrini tereddütsüz yerine getiren Mehmetçik’ten başka bir asker de Türk milletinden başka bir yerde kolay kolay bulunamaz.
Peki ya Alman General Von Sanders’in, çıkarmanın yapılacağı sahile yakın mesafede mevzilenip düşmanı daha ilk anda denize dökmek yerine orduyu çok geride tutması meselesi?
Tayfun Çavuşoğlu’nun kitabından öğreniyoruz ki Von Sanders, Alman Hükümeti’nden kendisine verilen talimatı uygulamış ve başka cephelerde de savaşan ülkesinin rahat hareket etmesi için İngiltere ve Fransız ordularının karaya çıkmalarını sağlayıp, bu surette Osmanlı ordusu tarafından oyalanmalarını hedeflemiş.
Tayfun da aynı fikirde, “Mustafa Kemal’in başarısından anlaşılabileceği gibi sahile yakın düzenek kurulabilseydi eğer” diyor, “düşman daha ilk anda denize dökülüp, savaş çok daha kısa sürebilirdi.”
Başta Mustafa Kemal olmak üzere canları bahasına bizlere bu gururu, bu günlerimizi yaşatan atalarımızı rahmet ve minnetle anıyor, Sevgili Tayfun Çavuşoğlu’na da böyle bir eseri hazırlayıp, pek çok bilinmeyeni gün yüzüne çıkardığı için bir kez daha teşekkürlerimi iletiyorum.