Referandumu dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Broşürler, ellerde;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
CHP’lilerin hiç durmayan çıngırakları
Referandumu dinliyorum, gözlerim kapalı.
Referandumu dinliyorum, gözlerim kapalı;
Pelin Pelerin ve “hayırcı” arkadaşları geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Nutuklar çekiliyor dalyanlarda;
Şadi Özdemir’in suya değiyor ayakları;
Referandumu dinliyorum, gözlerim kapalı.
Referandumu dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Kozahan
Güvercin dolu avlular
Lokma kuyruğundaki insanların sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında CHP’li tekaüt tombul kadınların ter kokuları;
Referandumu dinliyorum, gözlerim kapalı.
Referandumu dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda “evet” diyecek olmanın sarhoşluğu
İçindekilerin boşa çırpınışlarıyla bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
Referandumu dinliyorum, gözlerim kapalı.
Referandumu dinliyorum, gözlerim kapalı;
Yine Pelin Pelerin geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere;
Bir “hayır broşürü” olmalı;
Referandumu dinliyorum, gözlerim kapalı.
Referandumu dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir Kemal Kılıçdaroğlu çırpınıyor eteklerinde;
Bu kez de yine kaybedecek biliyorum;
Koltuğu artık bırakacak mı biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor Esmeray’ın arkasından
Sifonu çekişinden anlıyorum;
Fışş diye bir ses çıkarıyor buz gibi köpüklü fıçı bira
Referandumu dinliyorum.
Metin Feyzioğlu’nu dinliyorum Facebook’ta canlı yayınlarından
Samimiyetsizlik akıyor kepçe kulak, kıvrık dudaklarından.
Birileri CHP’nin başına hazırlıyor onu besbelli
Etrafındaki yardakçılardan yayılan şak şak sesleri
Referandumu dinliyorum
Sonuçta “evet” çıkacak; biliyorum,
Referandumu dinliyorum.
…………….
Geçmişte Bülent Ecevit’i bize nasıl “halkçı” diye kakaladılarsa, ben dahil uzun yıllar milyonlarca insan buna inanıp da nasıl peşinde koştuysak, nasıl yazdıysak dağlara taşlara adını, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan bi cacık olmadı diye düşünen bu ülkenin eski baronları ve dünya egemenleri bu kez de Metin Feyzioğlu’nu sürmeye hazırlanıyorlar piyasaya!
Kapı kapı Atatürkçü Düşünce Derneklerini geziyor Metin Feyzioğlu ve kendince bir “hayır” kampanyası yürütüyor.
Tamam, adam avukat, Barolar Birliği Başkanı, profesör, fakat bana mı profesör, bana mı avukat, Münevver’i testereyle kesen ve aynı davada yargılanan Cem Garipoğlu’nun babasına profesör, ona avukat, parasıyla profesör, parasıyla avukat!
Piyasaya ilkin Yılmaz Özdil’in bana göre hayli cıvık, buram buram ajitasyon kokan ve amacı belli yazılarından biriyle sürüldü Metin Feyzioğlu; kendisini doğurduktan kısa bir süre sonra ölen annesinin ardından anneannesi ve dedesi tarafından büyütülmüş, büyük bir başarı öyküsünün muhteşem acılı kahramanıydı kendisi güya!
Hani Bülent Ecevit’i de “halkçı” bilip, yıllarca “halkın içinden çıkmış biri” sanmıştık ya?
Alakası yok oysa!
Aynen Metin Feyzioğlu gibi onun da babası profesör, Feyzioğlu’ysa 8 yaşına kadar babası bildiği insanın aslında dedesi olduğunu çok sonra öğrenecekti, aradaki tek fark bu.
28 Mayıs 1925 tarihinde İstanbul’da doğuyor Ecevit.
İlk adı aslında “Mustafa”; bu isim ona Osmanlı’da huzur-u hümayun yani, padişahın yakınındakilerden biri olan dedesi Hoca Kürdizade Mustafa Şükrü Efendi’den gelir.
Bülent Ecevit’in babası, Kastamonu doğumlu Fahri Ecevit’se Ankara Hukuk Fakültesi’nde “adli tıp” profesörüydü.
İstanbul doğumlu bir hanım olan annesi Fatma Nazlı’ysa bir ressamdı.
Şimdi, az sonra anlatacaklarıma bir bakın bakalım, bu ülkede tam 5 kez başbakanlık yapmış olan Bülent Ecevit ne kadar halkçı, ne kadar halkın içinden çıkmış biri?
1944 yılında Robert Kolej’den mezun oldu Ecevit.
Önce Ankara Hukuk Fakültesi, sonra da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne kayıt yaptırmasına rağmen başarılı olamadı ve bu okulları bitiremedi; ömrünü de lise mezunu olarak tamamladı zaten.
İsmet İnönü’nün hüküm sürdüğü yıllarda Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nde işe soktular onu.
Seni beni hadi atasınlar bakalım, 1946 yılında da Türkiye Londra Elçiliği’nin Basın Ateşeliği’ne katip olarak gönderildi.
1950’ye gelindiğindeyse artık CHP’nin yayın organı olan Ulus Gazetesi’ndeydi.
Ülkenin egemenleri tarafından yavaş yavaş hazırlanıyordu bundan sonraki rollerine.
1955 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Kuzey Karolina Eyaletinin, Winston-Salem Kentinde “The Journal and Sentinel Gazetesi’nde”, konuk gazeteci olarak bulundu bir süre.
Düşün bakalım, sana bana verirler mi, 1957’de Rockefeller Foundation Fellowship bursuyla Amerika’ya gitti yeniden.
Harvard Üniversitesi’nde sekiz ay “Sosyal Psikoloji ve Orta Doğu Tarihi” üzerine eğitildi, yetiştirildi Karaoğlanımız, halkçımız, dağlara taşlara adını yazdığımız Ecevit’imiz!
Bu sırada Ecevit’in “Hocam” diye bahsettiği Henry A. Kissinger, Harvard Üniversitesi Rektörüydü!
Almanya doğumlu, Yahudi kökenli bir bilim adamı ve siyasetçiydi Kissinger, uzun yıllar Amerika Birleşik Devletleri’nin Dışişleri Bakanlığı görevini yürütecekti; Amerikan derin devletinin has adamlarından biriydi.
Kısa bir not daha…
Türkiye’de en uzun süre başbakanlık yapacak, tam 7 kez hükümet kuracak Süleyman Demirel de bu adamın rahle-i tedrisatından geçmişti; 1950 yılında Elektik İşleri Etüt İdaresi’nde çalıştığı sırada sözde “elektrik ve sulama” konuları arasında araştırma yapmak üzere ABD’ye gönderilen Demirel’e ilk ayar o sıra çekildi!
Yanarım yanarım, benimki Ecevitçiydi, babamın rahmetli Ömer (Alıç) dayıyla ev oturmalarında 1980 öncesinde sık sık yaptıkları “Demirel mi daha iyi yoksa, Ecevit mi” konulu hararetli, bazen ağır kaçan boş tartışmalarına yanarım; sonra da birbirlerine küserlerdi, aylarca konuşmadıkları olurdu!..
Bilmezlerdi, bilmezdik o zamanlar tornalarının aynı olduğunu, birini “Çoban Sülü” sanırdık, diğerini de “Halkçı Ecevit” işte!..
1946 yılında Robert Kolej’den arkadaşı Rahşan Aral’la evlendi Bülent Ecevit.
Selanik’ten, Şebinkarahisar’a göçmüş dönme Yahudi bir ailenin çocuğuydu asıl adı “Raşel” olan Rahşan yenge, hakkını yemeyelim, Ecevit’i “Ecevit” yapan da asıl odur!
En son Kemal Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP’ye destek verdiğini açıklayarak hem kendi kurduğu partiyi cami avlusuna bıraktı, hem de kendisine biçilen misyonu tamamlayarak siyaseti terk etti.
Çalışma Bakanı yapıldığı dönemde yürürlüğe giren ve işçilere geniş haklar tanıyan sendika yasanın hep Ecevit-in yüzü suyu hürmetine çıkarıldığını sandım ben de aynen başkaları gibi; oysa, uzun yıllar sonra öğrenecektim gittikçe artan işçi örgütlenmesinin yarattığı baskı sonucu hükümet tarafından mecburen kabul edildiğini!
Güya, koskoca Amerika’ya karşı çıkarak Ege’deki çiftçiye haşhaş ekim izni veren de halkçı Ecevit’ti!
Bir projeydi aynen Demirel gibi Ecevit de; sözde biri sağda, diğeri de solda üzerlerine biçilen kendi rollerini oynamışlardı tarih boyunca.
“Haşhaş ekim yasağıyla” bir sosyal proje hedeflenmiş, halk üzerinde yürütülen algı operasyonu sonucu “Halkçı Ecevit” çıkarılmıştı ortaya; hem zaten Ecevit’e Amerika’da tam da bunun dersi verilmemiş miydi zaten?!.
Bugün eğer o sıra Necmettin Erbakan kabinede Başbakan Yardımcısı olarak bulunmasaydı, Kıbrıs Harekatı’nın da yapılamayacağı kanaatini taşıyorum; çünkü hatırlayın İsmet İnönü zamanında yola çıkmışlarken gemilerimizin nasıl geri döndürüldüğünü?
Şimdilerde halka yeni bir proje olarak sunulmaya hazırlanan Metin Feyzioğlu’nun babası da (dedesi) bir profesördür.
Ülkenin elitlerindendir, eski derin devletin asli unsurlarındandır, darbelerden, darbecilerden çok nemalanmıştır bunların sülalesi geçmişte.
Dede Turhan Feyzioğlu 27 Mayıs darbesinin ardından Kurucu Meclis üyeliğine getirildi önce, ardından da önce Milli Eğitim Bakanı, sonra da Devlet Bakanı yapıldı.
1980 öncesi Türkiye için kritik, o kaos dolu günlerde aynen DSP’ye uzun yıllar sonra çekilecek ayar gibi buna birileri görev verdi ve 47 milletvekili ve senatörle birlikte CHP’den istifa ederek Güven Partisi’ni kurdu Turhan Feyzioğlu!
Sonra Cumhuriyetçi Parti’yle birleştirilip, Cumhuriyetçi Güven Partisi haline getirildi bunların oluşumu.
12 Eylül Askeri Darbesi’nin ardından kurulan hükümeteyse tam 6 bakan vererek destekleyecekti Cumhuriyetçi Güven Partisi!
Hatta öyle ki, darbeciler Başbakan olarak önce Metin Feyzioğlu’nun dedesi Turhan Feyzioğlu’nu atayacaklar, sonradan “diğer eski siyasetçileri tutukladık, şimdi bunu görevlendirirsek tepki toplar” diye düşünüp, 5 saat sonra Bülent Ulusu’yu oturtacaklardır koltuğa!
Türkiye’nin en kısa süre görev yapan Başbakanıdır Turhan Feyzioğlu!
Bakıyorum, şu günlerde yıldızı parlatılan torun Metin Feyzioğlu sürekli olarak yakaladığı küçükleri gözlerinden, büyülerinse ellerinden öpüyor, PKK’lılar tarafından öldürülen şehitlerimizi kullanarak siyaset yapmaya çalışıyor ama ı-ııh, tutmaz bu malzeme, olmaz o kumaştan Türkiye’ye yeni bir lider namzeti.
Arada bir salondakilere “şu anda bizi Facebook’tan 100 bin, 250 bin kişi izliyor” diye hava yapıyor ama canlı takipçi sayısı yazıyor ekranda, 983 kişi var sadece!..
Şunu hiç düşündünüz mü?
Şu andaki halleriyle sittin sene zaten iktidara gelemeyecek olan CHP için de aslında eli yüzü düzgün, besleme olmayan, helal süt emmiş, halkta güven ve sempati duygusu uyandırabilecek birini buldukları vakit ülkeyi yönetme şansı veren bir yeni yapı başkanlık sistemi!
Ve aslında buna “hayır” demek yerine normalde bayılarak üzerine atlamaları lazım!
Peki niye böyle bir şey yapıyorlar?
Üzerlerine biçilen donu giyiyorlar, kendilerine verilen görevi yerine getiriyorlar da ondan işte!
Elinizi alnınıza koyup bir düşünün şöyle, bütün diplomatik gelenekleri yerle bir eden Almanya PKK’lılar dahil tüm “hayırcıların” istisnasız önünü açıyor, Anayasa değişikliğine “evet” oyu verecek olanların propaganda yapmalarını da üstelik açıkça devlet gücü kullanarak engelliyor!
Hollanda’nın yaptığı rezaleti gördünüz….
Batı ölümüne karşı bizde başkanlık sistemine, hainler, fesatlar, PKK’lılar da karşı…
İşte sorunun püf noktası asıl burada yatıyor, “iyi de kardeşim, CHP niye karşı”?