Duruşunda bir zarafet, bakışında asalet vardı.
Orhaneli’nin, Göynükbelen Köyü’nde doğan Rıfat Ilgaz gibi bir adamdı Dağlı Hoca.
Adam gibi adamdı.
Bursa Eğitim Enstitüsü’nden mezun,
bir ömür boyu “devrim ateşiyle” mecnun,
“düzene” kafa tutan bir yiğit kabadayıydı O…
12 Eylül’ün işkencelerini görüp yaşamış,
yaşı büyütülüp asılanları daima kalbinde taşımış,
sürgünlerden, acılardan gelen yürekli bir öğretmendi…
Öğrencilerinin ve sevenlerinin “Dağlı Hoca” dediği Osman Atıl’ı 2020’ye ulaşamadan kaybettik.
Osman Hoca’nın ruhu şimdi dağlarının bembeyaz zirvelerinde dolaşarak yorgunluk atıyor.
Ölümü hiçbir yerde haber olmadı.
Çok da önemli değil zaten.
Ancak, yetiştirdiği binlerce insan bu dünyada çiçekler açmaya devam edecek.
Şöyle anlatıyor Dağlı Hoca serüvenini:
“39 yıllık öğretmenim.
Siyasi yaşamım lise yıllarında “umudumuz Ecevit” ile başladı.
Ders kitabı dışında kitabım olmadı.
Kütüphaneye gitmedim çünkü, okul dışındaki zamanlarda çalışmak zorundaydım.
Başarılı bir öğrencilik dönemime rağmen iş bulamadım.
Üniversiteye girmeye karar verdim.
O yıllar üniversiteler işgal altında olduğundan okula gidemedik.
Ta ki 1977’de “Ecevit hükümeti” kuruluncaya dek.
Bu işgal yıllarında “devrimci düşüncelerle” tanıştım.
Deniz’leri, Mahir’leri tanıdım; hayatında hiç kitap okumamış olan ben, bir iki yılda tüm Türk ve dünya klasiklerini okudum.
Kitap teminini nasıl sağladığımızı o dönemin öğrencileri ve kitapçılar gayet iyi bilirler.
1980’de öğretmenlik görevine başladığımda hiçbir şey bilmediğimi fark ettim.
Kitaplardan, basından, en çok da öğrencilerimden, öğretmenliği öğrenmeye çalıştım.
1980’de darbe oldu.
Memleketi kaostan ve kardeş kavgasından kurtarmak için gelen “bizim çocuklar”(!) suçlu olarak bizi tespit ettiler; kimimizi içeri attılar kimimizi sürgün ettiler.
1989’da doğduğum şehre geri döndüm, öğretmenliği öğrendim derken…
2005 yılında sağlık sorunlarından dolayı emekli oldum.
2007 yılından beri de köyde hobi olarak çiftçilik yapıyorum.
Kapımı dostça çalan olursa herkese kapım açıktır.
Düşmanlık için geleni zaten ayak sesinden tanırım!
Köyde bilgisayarım ve akıllı (aptal) telefonum yok; isteyen mektup yazabilir…”
Dikkatli gözler mutlaka fark etmişlerdir…
Hoca 1980’de başlıyor öğretmenliğe ve 2005’te emekli oluyor ancak, “39 yıllık öğretmenim” diye tanıtıyor kendini çünkü, bir öğretmen son nefesine dek öğretmeyi sürdürür hiç usanmadan!
Bunu da öğretmen kızı Aslı Sarıtaş’ın babası için yazdığı son dizelerde görüyoruz:
“Ne çok teselli ettin beni kayıplarımızda...
Dedin ki, “var olan hiç bir şey yok olamaz; her şey dönüşür”.
Sen şimdi bir tomurcuğa, bir kelebeğin kanat çırpışına yahut ne bileyim gökkuşağına renk veren bir yağmur damlasına dönüşünce de yine türkü söyleyecek misin?
Yine dertlenecek misin dünyanın hoyratlığına?
Gülecek misin şakalarıma?
Her şey dönüşür evet!
Senden öğrendiklerim bir yola dönüştü, kararlı, amaçlı bir yol.
Dünyaya başka bir gözle bakabildiğim ve her bakışımda seni andığım bir yol.
Her şey dönüşür ve "baba" kelimesi, bir yürek sızısına dönüştü şimdi. Kanat açıp gel de, bir türkü yakalım bu sızıya...
Işıklarda uyu diyorlar, istemem ben bunu.
Son günlerin hep ışıkların açık olduğu, penceresiz ve makine sesleriyle dolu olan bir odada geçti.
Şimdi huzurla uyu, güneş ve yıldızlar olsun yoldaşın...”
Güle güle Dağlı Hoca.
Ulu Keşiş Dağı’nın uzak yamaçlarında çiğdemler açtığında, sen bir yağmur damlası olarak yeryüzüne bıkıp usanmadan tekrar tekrar düşerken, dağlarımız yeşerecek, görecek, göreceksin…