Yazarlar

Dereden Tepeden

post-img
Yaklaşık iki yıldan beri her hafta, dedemden, ona da dedesinden kalan Keles’teki meyve ağaçlarıyla bezeli bahçeye gidiyoruz birkaç saat piknik yapıp, hava almak için. İçinde ahşaptan küçücük bir kulübe var. Rahmetli anneannem verandasına bir çan asmıştı sağlığında, “Oğul, ben bu dünyadan göçtüğümde buraya her gelişinizde buna bir kere vurun. İşte o vakit dedenle birlikte sesi duyup biz de geliriz” demişti ardından! Yanına bir tane de ben ekledim. Her gidişimde elimle ikisine de dokunuyorum. Bulundukları yerde sallanıp, sanki bir koyun sürüsünün yandan geçerken çıkardığı seslerin tınısını yayıyorlar etrafa. İşte o zaman biliyorum ki sadece anneannem ve İsmail dedem değil, daha önce o toprağa kan vermiş, emek vermiş tüm atalarım da atlarına binip sessizce gelerek, birer hayalet gibi katılıyorlar aramıza! Arada bir Yavuz dayım da geliyor. Geçmişten söz edip eskileri anıyoruz. Kulübenin içinde bir fındık faresi yaşıyor ailesiyle. Adını “Kerimcan” koyduk. Her akşam ayrılırken onlara bir hafta yetecek kadar ekmeği içerideki sedirin altına bırakıyoruz. Sonra, “Şımarık” dediğimiz bir av köpeği geliyor yanımıza mutlaka… Yerlerde sürünüp, bin bir türlü şaklabanlık yaparak, o günkü kısmetini alıyor bizden. Doğada her şey, herkes birbirine vesile. Sonra “Bam Bam” ismini yakıştırdığımız Kangal uğruyor bahçeye, onun da payı ayrı elbette. Biz gidene kadar da ayrılmıyor yanımızdan Bam Bam. Hiçbir şey şey almasak bile Keles’te mutlaka “Çikin Üsen’in” fırına uğrayıp, birkaç ekmek götürüyoruz doğadaki diğer canlılar için. Hayvan sevmek çok ayrı bir duygu. Bizim ünlü düşünür, söylenir ve Yazar Can Ertan’ın yeni muhabbet kuşunun adı “İlham”. Tam 70 liraya kuşu aldı, üstüne yemiydi, taşıydı, toprağıydı derken, 750 lira daha masraf etti. Nasıl mutlular, nasıl mutlular ama hiç sormayın?!. Medea, Thyestes, Agamemnon, Octavia, Phaedra, Oedipus gibi oyunların yazarı Romalı Ünlü düşünür Seneca der ki, “Büyük bir servet, büyük bir köleliktir”. Daha da ötesi var: “Aza sahip olan değil, çok isteyen fakirdir.” Dünyada o kadar çok zengin insan var ki, inanın çok mutsuz hemen hemen tamamı. Yüzlerce dönüm güllerle bezeli bahçelerinin keyfini bahçıvanları, altınla kaplı lüks arabalarının zevkini şoförleri, milyon dolarlık yatlarının sefasını kaptanları sürüyor... Onlarsa habire para kazanmanın peşindeler! Aşk ihaneti, ihanetse kimi zaman aşkı doğurur. Kimilerinin sandığı gibi “lay lay lom” değildir aşk, “acıdır”, çoğu zaman da pek fazla “acıtır” insanın canını. Hayat da öyledir aslında. Meslek hayatım boyunca hiçbir gazeteciyi kıskanmadım. Kendime, uzun yıllar boyunca bin bir emek ve bedelle geliştirdiğim yazı yeteneğime güvenim her zaman tamdı çünkü. Kıskanan beni kıskansın! Fakat bir kadını kıskanmadım mı? Öfff! Deliler gibi hem de, vakti zamanında. Beynin kafatasını patlatıp etrafa yayılacakmış gibi bir kalp misali zonkluyor, dudaklarından başlayan kuruluk önce ağzına, sonra yutağına doğru yayılarak ilerliyor, nefes bile alamıyorsun bu iğrenç ve berbat duygudan ötürü. “Aşk acıdır” ve bildiğin bir “hastalık halidir” Sevgili Can Ertan! İçinde elbette romantizmi de vardır, mutluluk zamanları da ancak, aşk acıdır ve çok acıtır insanı. Konuşuruz bu konuları zaman zaman Can’la. O’nun için şimdi en büyük aşkı kuşu İlham. Sevinç’i yazmış geçenlerde, bekarlık soyadını yeniden alan Gazeteci Yazar Sevinç Feyzioğlu’nu. Sevinç’i oldum olası çok severim, nitelikli ve gazetecilik mesleğini onurlandıran eğitimli ender insanlardan biridir. Eşek ölür kalır veterinerde semeri, insan ölür Sevinç gibi dünyada eseri! Mesela benim bundan 25 yıl önce kaleme aldığım bir yazının gazetelerden kesilmiş küpürlerini hala cüzdanında ya da iş yerinin duvarına asarak saklayan çoktur. Sevinç’in de öyledir. Bundan uzun seneler önce Uludağ Gazoz Firması’nın sahibi Mehmet Erbak’la yaptığı söyleşiyi de hafızamda saklarım ben. Gazozun formülünü sadece kendi beyinlerinde muhafaza eden ailenin fertleri kesinlikle birlikte aynı uçağa binmezlermiş mesela! Peki neden? “Ya uçak düşerse?!.” Bunu Sevinç’in röportajından öğrenmiştim. Geçen gün Can Ertan yazdı Yeni Marmara Gazetesi’nde, Sevinç Feyzioğlu’nun “ihaneti” anlatıp kaleme aldığı “Madalyonun Üç Yüzü” başlıklı kitabını tanıttığı makalesinde. Henüz okumadım. Ancak bu konudan ötürü Sevinç’in müşteki olduğunu biliyor, kendisine yapılanları henüz hala hazmedemediğini açıkça seziyorum. Yine Seneca demiş ki yüzyıllar öncesinden, “Hafif acılar konuşabilir ama, derin acılar dilsizdir”!.. Boş ver be Sevinç! Yazdığından da belli, aslında seninki hafif acı! Hani bir de değecek insan var, değmeyecek olan var! Bildiğin “çöp” bazıları! At klozete, çek sifonu, layık olduğu yere çeksin gitsin. Sen hem gönlü, hem ruhu bir de… Hele hele özgürlüğüne kavuştuktan sonra, fiziği de çok güzel olan bir insansın. İçinin güzelliği yüzüne yansımış buna inan. Hayat güzel, yaşamaya bak. Hatırlar mısın hani yıllar önce çocuklarımız henüz çok küçükken Kirazlıyayla’da kışın, kar üstünde hamsili bir mangal partisi yapmıştık? Yanına misafirini de al, aynısını ilk fırsatta dedemin bahçesinde yaşayıp, sizi ağırlayalım. Hamsiler de yağlanmaya başladı, nefis oldular. Hele şimdi tam da ayva zamanı. Toplayıp, reçel yaparsın sevdiceğine. Mangalda kestane de pişiririz size. Geçmiş çoktan geçmişte kaldı cancağızım, şimdi artık yeni yeni şeyler yaşamak lazım!

Diğer Haberler