Nilüfer Belediyesi yine ne güzel bir şey yapmış.
Hani bankalarda ya da devlet kurumlarında sıraya girmek için girişteki cihazlardan alınan kağıt parçaları var ya?
İhsaniye’deki vergi dairelerinin veznelerinin önüne birer geri dönüşüm kutusu yerleştirmiş Başkan Turgay Erdem yönetimindeki belediye ekibi.
İnsanlar işleri bittiğinde ellerindeki kağıtları oralara atıyorlar.
Üzerlerinde de mesaj var, işte “bir ton geri kazanılmış atık, şu kadar ağaç kurtarır” filan diye…
Şeytan ayrıntıda gizlidir!
Kağıt toplamak için tasarladığı kutuları özellikle kağıttan değil de plastik kartondan yaptırmış Nilüfer Belediyesi!
Bu ince fikir kiminse alnından öpüyorum!
Umarım bu kişi hayatı boyunca açtığı tüm barları batırıp batırıp, sonra da çalıştığı Nilüfer Belediyesi’nden kıdem tazminatı alarak paçayı kurtaran, sonra da yeniden işe alınarak her nedense sürekli mutmain edilen Feza Soysal değildir!
Zaten O’nu asla hiçbir şekilde öpmem, öpemem, huylanırım çünkü!
Zira doğuştan biraz fazla kıllıdır kendisi; öpenler dikkat etsin, ağızlarına bulaşabilir öpüşme anında!
Vergi dairesinden çıkıp da Pamuk Ekrem’in AVM’sine doğru yöneldiğimde hemen köşede, dörtlü çakarları açık vaziyette geçişi engellemeyecek şekilde, belli ki kısa bir süre için park etmiş aracı telaşlı hareketlerle bir an önce “çekicinin” üstüne çıkarmaya çalışan elemanlara ve yanlarındaki trafik polisine takılıyor gözüm.
Daha sonra soruşturunca öğreniyorum işin aslını…
Meğerse aynı yerde sürekli yapıyorlarmış bunu!
Örümceğin ağını döşemesi gibi tuzak kurarlarmış oraya her gün!
Vızır vızır akşama kadar otomobil taşırlarmış çekicilerin sahipleri oradan.
Ohh!
Park cezası, çekici bedeli, götürülen yere ödenecek geçici konaklama parası…
Kim bilir kimler para kazanıyor her gün bu devinimden?
Devlet hiç vatandaşlarına tuzak kurar mı ya?!.
Bursa İl Emniyet Müdürü Tacettin Aslan Bey, komşuyuz, bir akşam ev oturmasına gelcez size haberiniz olsun!
Komşu komşunun külüne muhtaçtır!
Biz de sizin ilginize ve dikkatinize muhtacız.
Pamucak Ekrem’in anasının ak sütü gibi helal paralarıyla yaptırdığı AVM’sinin yanında vatandaşa tuzak kuruluyor sevgili müdürüm!
Devlet vatandaşına tuzak kurar mı ya?
Gidin, bir Çarşamba Pazarı yani, Darmstad Caddesi’ndeki rezilliği görün!
Ana caddenin sol tarafını tamamen kapatmış, araba kiralama firmalarının araçlarıyla dolu her yer!
Çalışan bir tane çekici, bir tane trafik polisi var mı orada?
Niye yok?
Ekrem’in orası cadde de burası çıkmaz sokak mı?
Devlet vatandaşına tuzak kurar mı sayın müdürüm?
Kulakları çınlasın, Ertuğrul abinin (Yalçınbayır) girişimleri sonucu yapılmıştı düzenleme…
Anayasa’ya aykırı bir şekilde yolda sürücülere kurulan “radar tuzaklarına” karşı mertçe ve demokratça durmuştu Ertuğrul Yalçınbayır ve sonrasında da bu uygulamanın yapıldığı yerlerin ötesine “dikkat radar var” yazılı tabelalar konulmuştu devlet tarafından.
Şimdiyse ohoo, ört ki ölem!
Polis araçları kuruyo, kameralar kuruyo, sivil plakalı polis otoları kuruyo, polis kontrolünde çalışan çekiciler kuruyo…
Turşu kurar gibi tuzak kuruyo devletimiz bize!
Bir dostum anlatmıştı, Rusya’da bir trafik polisi arkadaşı varmış…
Adam demiş ki bir gün sohbet sırasında, “İlk rüşvet aldığım gün vicdan azabından sabaha kadar uyuyamamıştım”!..
-Eee?
“Daha sonra da almadığım günlerin gecelerinde uyuyamadım!..”
Bereket, “rüşvet vakaları” azaldı ülkemizde.
Ancak, bu canım devleti yönetenlerin yaptığı iş, iş değil!
Hiç tuzak kurulur mu bu insanlara?
Oysa, sınır boylarında canını veriyor vatandaşları bu devlet için, terörist hainlerin kalleşçe saldırıları sonucu hayatını yitiriyor; “Her Türk asker doğar” nidalarıyla gözünü bile kırpmadan ölüme gidiyor…
Bir taraftan da bakıyorsunuz:
“Ayın önünde yıldız
Yaylalar yaylalar
Nerden gelirsen baldız
Dilo dilo yaylalar
Sen git de ablan gelsin
Yaylalar yaylalar
Duramirem yalınız
Dilo dilo yaylalar”
Ayıp!
Hem de çok ayıp!
Şıkır şıkır yaptı Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş Bursa’nın caddelerini, bilmem kaç bin ton asfalt döktüler her yere, cillop gibi oldu yollar, sağolsun.
Ha bu arada…
Sürekli gidip geldiğim için dikkatimi çekiyor, nasıl da çalışkan, becerikli, eli çabuk bu “Danışman Şirketi’nin” yönetici ve personeli?
Bursa-Keles yolunun genişletilmesi, asfaltlanması ve istinat duvarlarının yapılması işini o kadar hızlı ve muntazam bir şekilde yapıyorlar ki, tebrik ediyorum doğrusu.
Aytekin Danışman’a da buradan selamlarımı gönderiyorum üstelik:
“Kolay gelsin.”
Keza, Simge Grup’un kurucusu Nezir Gencer’e de öyle.
Geçmişte, Yalova-İzmit arasındaki “Nato Yolu” denilen ve Almanların yaptığı asfalt güzergaha çok özenirdik ulusça, uzun yıllar boyunca yama bile gerektirmedi çünkü.
Nezir Gencer’in şirketleri bu gün asfalt, yol yapımı ve plent teknolojisinde dünya lideri konumunda; yurt dışında da yaptıkları iş ve ihracatlarıyla ülkemizin yüz akı kuruluşlarından biri artık Simge.
Geçen gün geçerken gördüm, onlar da “Uludağ yolunu” yeniden düzenliyorlar; kıvandım, helal olsun yaptıkları işten kazandıkları para.
Yeşil Vergi Dairesi’nin ardından Osmangazi Belediyesi’ne yöneliyoruz “Emlak Vergisi” için…
Aracı üst tarafa park ettikten sonra metro istasyonunun yanından merdivenleri de inip, belediye binasının avlusuna giriyoruz ki, gözlerim fal taşı gibi açılıyor!!!
Ben yarım yüzyıldan fazla süredir bu şehirde yaşıyorum, yaklaşık 30 yıldır da gazetecilik yapıyorum, böyle büyük bir rezalet görmedim!
Tablo korkunç, rezalet, Mustafa Dündar’ın yönettiği Osmangazi Belediyesi’nin tarihinde resmen bir skandal!..
“Belediye binasının avlusunda girişte seyyar simitçi arabası var!..”
Şaka gibi!
Biri beni tokatlasın!
Arabasının içinde simitleri, belediye binasına yaslanmış, kendisini kışın soğuktan ve yağıştan koruyacak brandasını da yaptırmış adam, paşalar gibi orada seyyar satıcılık yapıyor!
Valla, “iç turizm” olsun, gidin görün, kolay kolay denk gelemezsiniz böylesi bir simitçiye varıncaya kadar adam ve yandaş kayırmacasına memlekette!..
“Bursa’da “gazeteciyim” diye gezen bazı kestanecilerin de ta ebelerinin memleketlerini gidip görmek isterim aslında!
Oysa bir belediyenin görevi vergi veren esnafı korumak, bu insanların haklarını gözetmektir.
Pek yakında belli ki belediye binasını “sosyete pazarı” haline getirmeye hazırlanan Mustafa Dündar işe simitçileri içeri alarak başlamış!
Mevlam bu ülkeyi, bu kafadaki yöneticilerden korusun, bunlara derman ve ferman vermesin, yaptıkları yanlışların hesabını iki cihanda da sorsun inşallah; amin! (Fatiha!)
Bu Mustafa Dündar, Ak Parti’nin ilk iktidar olduğu dönemde Bursa milletvekili listesinin 11’nci sırasına yazılıyor ve Adliyenin önünde bir arkadaşıyla karşılaşıyor…
Seçim zamanı, “Ne geziyorsun sen buralarda” diyor arkadaşı, “gidip çalışsana”?!.
“Ne çalışcam be ya” diyor Mustafa Dündar, “te be yazmışlar zate beni 11’nci sıraya bunla; ne çalışcam”?!.
Adam bir de milletvekilliği yaptı bu ülkede iyi mi?!.
“Veleddalin amin!..”
Oradan sonra uğradığımız “Bursa Millet Bahçesi” muhteşem olmuş, muhteşem!
“Bıt bıt bıt bıt”, yok işte “Biz O’rda maç seyrettiydik” de “Anılarımız vardı” da “Atatürk’ün ismini yok ediyorlar” da diye saçma sapan zırlayıp duran saftirikler gidip dolaşsınlar da utansınlar biraz!..
İğrenç bir beton yığını halinde bu kenti kirleten eski stadyumun yerinde güller açıyor artık, lavantalar süslüyor etrafı…
Yapanların, edenlerin eline koluna sağlık, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş ve ekibinin ölmüşlerinin ruhuna gitsin.
“Köprüde balık ekmek yemek” ya da “Yeni Cami’de kuşlara mısır atmaktan” çok fazla bir şehirdir Bursa; tabi, görmesini bilene!
Elbette İstanbul da dünyanın en özel, en güzel kentlerinden biridir lakin, Bursa’yı daha bir ayrı severim ben.
Sultan 2’nci Murat’ın, Cem Sultan’ın, Mahidevran’ın, Çelebi Mehmet’in, Yıldırım’ın, Osman ve Orhan Gazi’nin, Hamza Bey’in, Ana Sultan’ın, Kara Fatma’nın, Geyikli Baba’nın, Somuncu Baba’nın, Murat Hüdavendigar’ın, Molla Fenari’nin, Molla Yegan’ın, Horasan erenlerinden feyz alan Üftade’nin, Emir Sultan’ın ve dahi Deli Ayten’in şehridir Bursa!..
Mesela “yiyecek kültürü” denilince, oradan belleğimde kalanlar “Kanlıca yoğurdu, Çengelköy hıyarı, Vefa bozası, boğazda balıktır”, hepsi o kadar!
Bu ilimizi şimdilerde yöneten 1000 daireli CHP’li hıyar ağalarından ötürü hıyar mı kaldı oralarda, Ankara’nın, Çubuk İlçesi’nde yetişenler çok daha lezzetli şu günlerde bana göre.
Pek fazla bir şey gelmiyor aklıma “yiyecek” denilince doğrusu İstanbul’a dair!
Oysa Bursa’nın Kayhan (Kayıhan) Caddesi’nden sadece ünü tüm dünyaya yayılan 3 lezzet çıkmıştır şimdiye dek:
“İskender Kebabı, cantık, pideli köfte.”
İznik Gölü’nün kenarındaki merhum Rahmi Baba’nın oğlu Ferhat Şahin’in işlettiği restoranda sunulan özel soslu “yayın şişin” lezzetini “köprüde” satılan dondurulmuş Norveç uskumrusuyla kıyaslamak ne mümkün artık?
Köfteler kentidir aynı zamanda Bursa, İnegöl köfte, pideli köfte, kasap köfte, Ömür Köfte, Üç Köfte; liste uzayıp gider böylece.
Sultan Ahmet Köftecisi yanına bile yaklaşamaz bizimkilerin lezzetinin!
Mevsimine göre Keles’te taş fırında oğlak kebabı yapan Doğan Ekmekçi ve erkeç etinden toprak kaplarda Cuma günleri insanlara güveç sunan İsmail Orhan eğer bu muhteşem yiyeceklerle dünyaya açılsalar, gezegenin dibi düşer vallahi!
Yeni bir yer daha tanıtayım bu gün size:
İl Emniyet Müdürümüz Tacettin Aslan…
Eski Çekirge SSK Hastanesi’nden konuta, Dobruca’ya doğru geliyorsunuz yavaşça…
Sağınızda Migros olacak; hız kesin.
Hemen az ileride solda “Kayıkçı Balıkçı” tabelasını göreceksiniz.
Şöfere “Dur” deyin, geçin karşıya, oturun içeri.
Bir hanım abla, kızlarından biri ya da oğulları karşılayacak sizi “Hoş geldiniz” demek için.
Baba mutfakta çalışıyor çünkü.
Önce bir “balık çorbası” söyleyin.
Kırlangıç balığı bu kadar mı güzel bir yemek haline gelir ya Rabbim?
Üzerinde bir tutam taze dere otu, içinde yeter miktarda kereviz, havuç, patates, soğan, sarımsak, sarım sarım sarılsak, karabiber, limon suyu ve deniz kokusunu barındıran bu müthiş lezzet, evin hanımının kuzine sobada pişirdiği mısır ekmeğinin eşliğinde bu kadar mı güzel olur arkadaş?!.
(Mustafa Dündar sen gitme, belediye bahçesinde tezgah verdiğin seyyar satıcıdan askıda simit al onu yi, akşam saat beşe beş kala mesaini bitirip de evine gidene kadar!..)
“Hürp hürp”, çorbayı inanılmaz bir mide orgazmıyla içmeye başlamadan evvel, “hamsi tava” siparişi vermeyi unutmayın ki, siz kendinize gelmeden önce Karadeniz’in incisi masanıza gelsin yanında, kara lahana, havuç, marul ve kırmızı soğanla bezeli etrafa nefaset ve tazelik yayan kokusuyla muhteşem bir salatayla.
Limonunu sıkın, has zeytin yağını da dilediğinizce dökün.
Tuz isteğe bağlı.
Benim gibi “yüksek tansiyon hastalarına” da iki asker, diz çöker, fotoğraf çeker!..
Balığın yanında hiç “acılı şalgamı” denediniz mi?
Üff!
Neyse…
Koşuşturmalı bir günün sonunda karnımız acıktı sonuçta.
Alternatif teklif Çiçek Izgara, benim canımsa İskender Kebap çekiyor Heykel’de.
Ve galip gelen ben oluyorum!
Yıllar önce BUSİAD’ın, Almira Otel’de düzenlediği yemekli bir söyleşisinde, yuvarlak masanın etrafında Zülfikar Yüksel’le birlikteyiz…
Çifter çifter konuklar yavaş yavaş gelip yerlerini alıyorlar.
Masadakilerle sohbet hemen koyulaşıyor.
Son gelen ikilideki hanım, hiç bizim oralı değil!
Kocası muhabbete az biraz katılıyor ancak, eşi özenle uzak durmayı tercih ediyor!
Ben de kararlıyım, kafaya taktım, herkes yılar, Mehmet Ali Yılmaz, mutlaka tanışacağım bu hanımla, bir şey çekiyor o tarafa doğru çünkü!
Sol elinde öyle bir yüzük var ki, taşını çıkar, Zülfikar Bey’in kafasına at, yarılır; o derecede yani!
Hafifçe başını bizden yana çevirdiği anda atıyorum oltayı:
“Hanımefendi, tek taşınızı kendiniz aldınız sanırım?..”
Uff!
Bizim ünlü düşünür, yazar ve söylenir Can Ertan’ın yazılarında çok sık kullandığı bir deyim vardır “geniş bir gülümseme” diye…
O hayatında geniş gülümseme görmemiş!
Nasıl da yayıldı o müstehzi tebessüm dudaklarının her iki yanından birden yüzüne biliyor musunuz; kocası sandalyesinde ufaldı, ufaldı, ufaldı, cücük kadar kaldı yemin olsun!
Sonra tanıştık.
Rahmetli Cevat İskenderoğlu’nun kızı İlgihan’mış meğerse.
“Aaa” dedim, “aynı mahallede büyüdük biz”!..
“Hatta küçük kardeşiniz İskender İskenderoğlu bizim sokaktaki çocuk grubunun üyesiydi. Sizin Kayhan’daki eve çok gidip gelmişliğim vardır benim. İki kız kardeştiniz siz. O zaman da şimdiki gibi çok güzeldiniz…”
Ve beklenen temas sağlandı.
“Yaa, sormayın” dedi İlgihan Hanım, “ben hala rüyalarımı bile o evde görürüm”!..
1970’li yılların başıydı, babam sürekli çatıya çıkar, o senelerde evlerde tek tük yerini alan siyah beyaz Schaup Lorenz marka televizyonumuzun antenini sağa sola doğru çevirerek “karlama” yapmasını engellemeye çalışırdı; çekmezdi çünkü alet, TRT’nin yayını çok zayıftı çünkü.
Şimdiki nesil “karlamayı” nereden bilecek?
Mahallede en uzun anten direği de İskender Ailesi’nin evinin çatısındaydı.
Cevat Bey’in miras bıraktığı Tayyare Kültür Merkezi’nin yanındaki dükkandan girdik...
İçinde birer adet çatal barındıran masamızdaki uzun zarfın üzerinde şunlar yazıyordu:
“Cevat İskenderoğlu Varisleri İşletmeleri Neslihan, İlgihan ve İskender İskenderoğlu”
Daha önceki yıllarda hayli yağlı bulurdum etlerini.
O zaman favorim İskender’in eski ustalarından, Kent Meydanı’ndaki Cemal Aga’nın yeriydi.
Cemal Aga’nın varisleri işi bozdu; tatları tat değil, etleri et değil artık!
Şimdi öyle bir kıvam ve lezzet gelmiş ki İlgihan Hanım’ın da işletmecisi olduğu kebapçıya, amanın, amanın, amanın; o derecede yani!
Araya başka bir şey girmesin diye gözlerimi kapatarak yedim yoğurtlu İskender’i bir çırpıda!
Tayyare Kültür Merkezi’nin yanında var, Carrefour’da var, Korupark’ta var, İstanbul Nişantaşı’nda var şubeleri.
Ne diyoduk?
“Devlet vatandaşına tuzak kurmaz” diyoduk!
Bizim devleti yönetenler bırakın “tuzak kurmayı”, insanları “karga” yerine koyuyorlar hiç sıkılmadan farkında mısınız?!.
Evet…
Yol kenarlarına yerleştirilen Jandarma ya da Trafik Polisi arabalarının maketlerini görmüyor musunuz?
Bir de onlara güneş enerji sistemi takıp, ışıldak yerleştirmiş aklı evvel birileri!
Karşıdan gelirken insanları korkutacaklar akıllarınca yavaşlasınlar diye!
Biz de salağız yani!
“Ahaa korkuluk!..”
Bas gaza şöfer bas gaza!
Hadi madem seyyar simitçiyi soktun, ona tezgah açtırdın belediye bahçesine de ey Mustafa Dündar…
Bari Abdal Fırını’nın simitlerini satma şartı getirseydin adama da bir kalite uğrasaydı yanına!
Simidimiz de çok güzeldir bizim, tahanlı pidemiz de…
Paçacı Hüsnü’nün çorbalarıyla rekabet edebilecek bir tek yeri, bundan uzun yıllar önce Bekir Öner’in misafiri olarak gittiğim Ağrı’da bulmuştum bir sabaha karşı sadece.
Oranın da paça çorbası olağanüstü güzeldi.
Şimdi buradan kalkıp sırf o lezzeti yeniden tatmak için yarın Ağrı’ya gidebilirim!
Gitsem mi acaba?
Giderken yolda bana tuzak kurarlar mı?!.
Yoksa, yine hayatı boyunca yazarınıza “gardaş” diye hitap eden Doğruyol Partisi Bursa İl Eski Başkan Yardımcısı Bekir abiye rica etsem de çorbayı oradan mı getirtsek dersiniz?
Bu soruya mantıklı yanıt verecek okurlarım arasından yapacağım çekilişle bir kişiyi Mustafakemalpaşa’ya, “peynir tatlısı” yemeye götürebilirim ya da isterse Yenişehir’e “köpük helva”?
Hem Avukat Halil Ağa’ya ve terzilerin şahı Hayrettin Titiz’e de uğrarız pazar yerinde, birer çaylarını içeriz…
Valla çok özledim Halil abinin “Hi, hi, hi” diye başlayan gülmelerini nicedir!
Ama yine de “Bekle Bizi İstanbul” şiirinin yazarı Vedat Türkali’yi anmadan geçemem bu yazının sonunda…
Bu şiir bir değil, on yüz milyon bin kitaba bedel bir duygu yüklemesidir çünkü.
Beni şu ana dek sabırla okuduğunuz için hepinize teşekkür ederim:
“Salkım salkım tan yelleri estiğinde
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünür, düşünürüm
İstanbul
Bin bir direkli Haliç'inde akşamlar
Adalarında bahar, Süleymaniye'nde güneş
Ey sen ne güzelsin kavgamızın şehri
İstanbul
Boşuna çekilmedi bunca acılar
Büyük ve sakin Süleymaniye'nle bekle
Parklarınla, köprülerinle, meydanlarınla
Bekle, bekle bizi İstanbul
Tophane'nin karanlık sokaklarında
Koyun koyuna yatan çocuklarınla bekle
Bekle zafer şarkılarıyla geçişimizi
Bekle İstanbul
Haramilerin saltanatını yıkacağız
Bekle o günler gelsin gelsin İstanbul
Sen bize layıksın biz de sana İstanbul
İstanbul
Boşuna çekilmedi bunca acılar
Büyük ve sakin Süleymaniye'nle bekle
Parklarınla köprülerinle meydanlarınla
Bekle, bekle bizi İstanbul”