Sizlere Mudanyalı “Hikmet İlhan’ı” anlattığım bir önceki yazımda “Deveci Armudundan” da söz etmiş ve bir tanesinin ağırlığı iki kiloya yaklaşabilen bu harika meyvenin ülke ekonomisine ne kadar büyük bir katkı sağladığını anlatmıştım.
Deveci Armudu “aşılama” yöntemiyle oluşturulan “tarımsal bir buluş” aynı zamanda.
Ve bundan 187 yıl önce Uzun Mehmet’in Zonguldak’ta bulduğu taş kömürü kadar önemli bir değer ülkemiz için.
bir zamanlar bu topraklarla da kesişen, Bursa Ziraat Mektebi’ni birincilikle bitirmiş Lütfi Deveci’den başkası değil!
Ne oldu ki acaba Hürriyet Mahallesi’nde bulunan Bursa Ziraat Okulu şimdilerde?
Bir vakitler orada uygulamalı tarım ve hayvancılık da yapılır, satış reyonuna gidip yumurta, süt ya da kompostolar alırdık.
Karşısındaki ağaçlık boş alan da güzel bir piknik yeriydi 70’li, 80’li yıllarda.
Lütfi Deveci benim gözümde Cumhuriyet’in yetiştirdiği kahramanlardan biri.
Sadece “Deveci Armuduyla” bile bu ülke ekonomisine sağladığı katma değer onu daima şükranla anmaya yeter de artar bile.
Ömrünün son 3 yılını yerleştiği Çeşme, Alaçatı’da geçiriyor Lütfi Deveci ve 2008 yılında tam 96 yaşındayken vefat edince Çeşme Mezarlığına gömülüyor.
Bu gün mesela Bursa’da sırf bu armudu ihraç ederek ihya olan Ağaköy’e mutlaka Lütfi Deveci’nin bir heykeli ya da anı duvarı yapılmalı.
1912 senesinde Manastır’ın Bitola kentinde başlıyor bu 96 yıllık ömür.
Babası Arif Aslan Deveci, Atatürk’ün emriyle Çerkez Ethem’le birlikte Kuvva-i Seyyare’yi kuran iki isimden biri.
Ve iyi ki de “Aksiyon Dergisi” o ölmeden önce Çeşme’ye bir muhabir gönderip son röportajını yapmış!
Geriye belge olarak bir tek o var şimdi elde kalan.
Lütfi Deveci, “Deveci Armudunun” hikayesini anlatırken şunları söylüyor:
“1960 yılıydı.
Ava meraklı bir insandım.
Bir gün av dönüşü, yoldaki hayvan izine düşmüş bir armut dikkatimi çekti.
Normalde o mevsime kadar bu meyve yaşamaz.
Bu sebeple o tek meyve çok dikkatimi çekti ve çevrede araştırarak armudun ağacını buldum.
Ağaçtan aşı kalemleri aldım ve daha sonra bunları İtalyan ve Fransız armutları ile evlendirdim.
Yaklaşık üç yıl sonra bu evlilikten, ağırlığı bir buçuk kiloyu bulan armutlar ortaya çıktı.
Onlara Deveci armudu adını verdim.”
Armudu bulduğu dönemin ilkbahar mevsimi olduğunu hatırlıyor Deveci.
Yani eski hasadın çoktan kalktığı ve meyvelerin tekrar çiçek açtığı bir dönem o sıra!..
“Bu kadar uzun süre bu meyvenin bozulmadan kalması beni araştırmaya teşvik etti.
Onun özel bir ürün olduğuna inandım ve neticesini aldım.
Dünya’daki armut çeşitlerinin ağırlığı 300 - 400 gramı geçmez.
Deveci armuduysa 1,5 kiloya ulaşıyor.
Türk Patent Enstitüsü’ne müracaat ettim ama o sıra meyvecilik maddesi olmadığı için tescil edilemedi.
Oysa Deveci armudu bir dünya rekoruydu.”
BABAM, ATATÜRK’ÜN YAKIN ARKADAŞIYDI
Fransızlar tarafından, 1963 yılında dünyadaki meyvecilik alanında ekol olmuş 22 isimden biri seçilen Lütfi Deveci’nin Türkiye’de ziraat alanındaki mücadelesi, Cumhuriyet’in ilk kuruluş yıllarına kadar gidiyor.
Babası Arif Aslan Deveci, Atatürk’ün emriyle Çerkez Ethem ile birlikte Kuvva-i Seyyare’yi kuran iki isimden biri ve Gazi’nin yakın dostları arasında.
Çerkez Ethem’in Atatürk’le arasının açılması ve ülkeyi terk etmesinin ardından onunla birlikte çalışanlar İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanırlar.
Aralarında Arif Aslan Bey de vardır.
Ceza almaktan Atatürk’ün talimatıyla son anda kurtulur.
Atatürk’le yakın dostluğu Cumhuriyet döneminde de devam eder.
Çocukluğunda kendi evlerinde genç kızların sigara sardıklarını ve bunların Gazi’ye gönderildiğini hatırlıyor Lütfi Deveci.
Babasının işlerinden biri aynı zamanda deve tüccarlığıdır artık.
Atatürk’ün evlerine misafir geldiği gün de onun anılarının önemli ayrıntılarından biri.
Arif Aslan Bey deve tüccarlığının yanı sıra zaman içinde çiftlikleri olan ve ziraat işleriyle de uğraşan biri olarak bir ara devrin önemli zenginleri arasına girecektir.
Lütfi Deveci’nin “tarıma olan ilgisi” de babasının çiftliklerinde geçen çocukluğundan miras.
“Ziraat sevdası o çiftliklerde geçirdiğim güzel günlerde yüreğime düştü.” diyor.
SAMSUN’DA HAYATIM DEĞİŞTİ
Lütfi Deveci’nin yaşamında ve ziraat alanında kendini göstermesinde Samsun’un özel bir yeri var.
Deveci’nin ailesi birinci Dünya Savaşı sonrası önce Ankara’ya, ardından da Samsun’a göçer.
Çocukluğu Karadeniz’in en güzel bölgelerinde geçer Deveci’nin.
1929’da Samsun Ticaret Okulu’nu bitirir ancak ticaretten hoşlanmaz.
Gözü hep kırda ve tarımdadır.
1929’da yaşanan Dünya Ekonomik Krizi’nden babası da etkilendiği için, çok istediği “Avrupa’da tarım tahsili yapma” hayalini gerçekleştiremez.
Onun asıl hedefi tarım konusunda Almanya’da eğitim almaktır.
Bu gerçekleşmeyince tarıma olan ilgisi onu Bursa Ziraat Mektebi’ne yönlendirir.
“Atatürk’ün o dönem ülkedeki bütün ziraat mekteplerini kapatarak, sadece Bursa’yı bıraktığını ve oraya büyük yatırım yapıldığını” anlatıyor.
Zaten o yıllarda ziraat alanında eğitim veren bir yüksek okul da yoktur.
Yurtdışından hocaların getirildiği, Cumhuriyet’in tarım politikalarının şekillenmesinde önemli bir merkez haline gelen Bursa Ziraat Okulu’ndan birincilikle mezun olur.
Yıl 1932’dir.
Bursa’daki okulda teorik derslerle pratik uygulamaların birlikte yürütülmesi onun maharetlerinin gelişmesine de yardımcı olur.
Çok istediği Almanya’ya gidemez ama okula ders vermek için gelen Alman hocalardan fazlasıyla faydalanır.
Mezuniyet sonrası Samsun Tarım Müdürlüğü’ne ataması yapılır ve bir buçuk yıl orada çalışır.
O dönem kendini göstermek için karşısına bir fırsat çıkar.
Samsun belediye başkanı, lavanta bahçesinde başlayan hastalığı durdurması için ondan yardım ister.
Hastalığın engellenmesine olan katkısına karşılık belediye başkanından 4-5 dekarlık bir araziyi oldukça ucuz bir fiyata satın alır.
İlk meyve çiftliğinin temelini de işte bu arazide atar.
Bu olayı, “hayatını değiştiren gelişme” olarak anlatıyor Deveci.
Çünkü bildiklerini uygulamak için eline geçen ilk fırsattır önüne gelen, ancak heyecanı yarıda kalır çünkü, üzerine titrediği meyve bahçesi bir sele kurban gidecektir.
Memuriyet hayatına geri döner.
Yaşadığı bu olumsuzluğa rağmen tarımdaki hayallerinden vazgeçmek niyetinde değildir.
1936’da, yörede bir ilk olan Büyükdere Fidanlığı’nı kurar.
Ayrıca beş dekarlık bir araziyi de satın alır.
Bir yıl sonra ticari anlamda ilk “çilek ziraatını” orada başlatan Deveci, 1938’de bahçesini genişleterek, ilk meyve fidanlarını diker.
Bu atılımın önemi büyüktür, çünkü o yıllarda çok verimli ovalara sahip olmasına rağmen Samsun ve çevresinde ticaret amacıyla kurulmuş meyve fidanlığı hiç yoktur.
Kürtün Deresi’ndeki fidanlıkta bu işe başlayan Deveci, yöreye örnek olur.
İlk olmak bütün zorlukları göğüslemek demektir.
Yaptığı çalışmalara insanların gülüp geçmesi onu daha da hırslandırır.
Başlangıçta bu işten para kazanılacağına kimseyi ikna edemez.
“Sel baskınları, hırsızlıklar ve maddi zorluklar içerisinde çok zor yıllar geçirdim. Herkes boş hayallerin peşinde koştuğumu söylüyordu. Ancak neticede ben haklı çıktım, emeklerim boşa gitmedi.” diyor Deveci, o günleri anlatırken.
Ayrıca Samsun Gelemen Devlet Çiftliği’nin kuruluşunda da görev aldı kendisi.
Samsun, Gebze ve Adapazarı'nın Akyazı bölgelerinde 600 dekarı bulan 3 meyve çiftliği kurdu.
Buralarda İtalya'dan aralıklarla getirdiği beş uzman bahçıvan aileyi çalıştırarak pratik deneyimlerinden yararlandı.
Bu sayede yanında da iyi bahçıvanlar yetiştirdi.
Kurduğu çiftliklerde Avrupa'dan getirdiği şeftali, erik, elma, armut, çilek kültivarları yetiştirdi.
Tam bir buçuk kilo ağırlığındaki Deveci armudunu üretti.
Ayrıca yarım kilo ağırlığındaki J.H. Hale cinsi şeftalileri ile de tanındı.
"Star King" marka elmalardan yetiştirdi.
Ticari değeri yüksek olan bu Amerikan elmalarını 1 yaşından 42 yaşlarına kadar değişik iklim ve topraklarda birkaç defa üretti üstelik.
Daha iyilerini yetiştirme gayret ve amacıyla Avrupa'ya yaptığı seyahatlerde dostluklar ve iş bağlantıları kurdu.
1963 yılında Fransızlar tarafından dünyada meyvecilik alanında ekol olan 22 isimden biri olarak seçildi.
ŞÜKRÜ SARAÇOĞLU’DAN ŞEFTALİ DAVETİ
Bu zor yılların ilk ürünleri 3 yıl içinde almaya başlar Lütfi Deveci.
Yetiştirdiği çilek ve şeftaliler çok beğenilir.
Deveci işinde o kadar iyidir ki, onu gören bütün Kürtün Vadisi sakinleri, diğer işlerini bırakıp, meyve ziraatına başlar.
Cumhuriyet döneminde Ziraat Bankası ilk meyvecilik kredilerini bu vadide yaşayan çiftçilere verir.
Krediler yörenin kalkınma sürecini hızlandırır.
Buna vesile olmaktan duyduğu memnuniyeti özellikle vurguluyor Deveci.
Kürtün Vadisi, günümüzde bile Karadeniz sahilinin önemli bir bölümünün meyve ihtiyacını karşılamaya devam ediyor.
Lütfi Deveci, 1946’da Tarım Bakanı Şevket Raşit Hatipoğlu’nun isteğiyle Samsun Gelemen Devlet Çiftliği’nin kuruluşunda görev alır.
Burada ürettiği yarım kilo ağırlığındaki ‘J.H. Hale’ cinsi şeftalilerin ünü Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na kadar ulaşınca Ankara’ya davet edilir.
Başbakan, yapılan bu işten neden haberi olmadığı ve bu güzel meyvelerin Ankara’ya neden ulaşmadığı konusunda kendisine sitem eder.
Bu olaydan sonra Gelemen Çiftliği’nde üretilen şeftaliler, o dönem Ankara - Samsun hattında çalışan altı kişilik uçaklarla başkente de gönderilmeye başlanır.
Bu işe bizzat Başbakan Saraçoğlu ön ayak olur.
Hatta Ankara’da, o dönemin seçkin lokantalarından olan Karpiç de, Başbakanlıktan aldığı özel izinle Samsun’daki çiftlikten aynı uçakla şeftali getirterek, müşterilerine ikram etmeye başlar.
Samsun yıllarından sonra onun hayatındaki ikinci önemli merkez Gebze’dir.
1949’da Gebze’de arazi satın alan Deveci, burada da modern bir meyve çiftliği kurabilmek için Avrupa turuna çıkarak İtalya, Fransa, Belçika ve Hollanda’daki modern üretim alanlarını inceler.
Bu işin o dönemdeki üstatları ile tanışır ve Floransa Meyvecilik Fakültesi’nde melezleme araştırmalarında bulunur; budama seminerlerine katılır.
Bu araştırmalar sonucu kurulan Gebze’nin Tavşanlı köyündeki çiftlik kısa sürede bölgenin kalkınmasına öncülük eder.
O döneme ait en ilginç hatırasıysa Ziraat Bankası’yla ilgili.
Gebze Ziraat Bankası müdürü, çiftliğe gelerek kendisine bölgenin kalkınmasına olan katkılarından dolayı teşekkür ederek, “Tavşanlı köyü sakinlerinin banka hesaplarında, başka hiçbir köye nasip olmayan miktarda para birikti.” der.
Deveci’nin çalışmaları Tavşanlı köyünü zengin etmiştir.
Lütfi Deveci’nin Avrupa’daki meyvecilik üstatları ve çeşitli enstitülerle olan ilişkileri bundan sonra da devam eder.
Dönemin en ünlü meyve uzmanlarıyla uzun yıllar devam edecek güzel dostluklar kurar.
CELAL BAYAR VE İSMET İNÖNÜ’NÜN İLGİSİ
O dönemde yine Samsun’da, meşhur ‘Star King’ marka elmalardan da yetiştirmektedir Deveci.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a, bir Samsun ziyaretinde bu elmalardan ikram edilir.
Tattığı ürünün lezzetinden çok etkilenen Cumhurbaşkanı, aynen Saraçoğlu gibi bunları üreten Deveci’yi Ankara’ya davet eder.
Deveci, “Celal Bayar bana, bu elmaların Amerika’da yediği Star King’lerden çok daha lezzetli olduğunu ifade etti.” diyor.
Bayar, hayatını tarıma adamış bu idealist insana büyük ilgi gösterir ve görevi süresince ona her türlü yardımı yapar.
“Bayar’ın meyveciliğe çok meraklı bir devlet adamı olduğunu” söylüyor Deveci yapılan röportajda ve Ankara’daki görüşmenin uzun yıllar devam edecek bir dostluğa dönüştüğünü belirtiyor.
Bayar’ın o dönemler kendisine, “meyvelerin şehinşahı” diye hitap ettiğini de ekliyor sözlerine.
Aynı ilgiyi eski cumhurbaşkanı ve CHP lideri İsmet İnönü’den de görür Lütfi Deveci.
CHP lideri, 1966’da eşi Mevhibe İnönü ve çocuklarıyla Gebze’deki çiftliği ziyaret eder.
Bu ziyarette oluşan samimi ortam, Deveci’nin hâlâ hatırında.
İnönü’nün kendisini öpmesi ve bunun bir fotoğraf karesine yansıması üzerine, “Paşam işte bu görüntü şimdi hiç olmadı.” der.
İnönü’nün, “Sende mi kendini öptürmekten hoşlanmıyorsun” demesi üzerine de espriyi patlatır:
“Hayır paşam ama günün birinde karşı partiden adaylığımı koyarsam eğer bu resim beni yakabilir!”
Tecrübeli devlet adamının, bu sözüne kahkahalarla güldüğünü anlatıyor Deveci.
Tarıma adadığı ömrüne çilek, şeftali ve elma ziraatını anlatan üç de kitap sığdıran Deveci artık, 1988’de çiftliklerini satarak emekli olur.
Bundan sonra da 20 yıl daha yaşayacak ve tecrübelerini aktarmayı sürdürecektir.
Deveci ayrıca, “Dünyanın en verimli ovalarını gezdim ama Ağaköy’deki toprak yapısını hiçbir yerde görmedim. Orası tam bir tabiat harikası.” demiş verdiği röportajda.
Hatta köylülere, bu işi yaparken kendisini hiç aramamaları sebebiyle sitem de etmiş.
“Buna rağmen yapılan işi beğendiğini ve kendi ürettiği armutla insanlara bir kez daha faydalı olmanın gururunu yaşadığını” belirtmiş.
Cumhuriyet döneminin bu büyük emektarı ve tarım gönüllüsü aslında bir kenarda unutulmayı değil, daha fazla hatırlanmayı ve daha fazla vefayı hak ediyor öyle değil mi?