VEGFEST'in ilk günü; sokağı bir baştan, bir başa geziyorum.
İlgimi çekiyor bir şekerlemeci; ürünlerinin adlarını yazmış tebeşirle bir küçük tahtaya...
Ve ürünlerin arasında hemen ayırdına vardığım bir şekerleme türü; marshmallow...
Diyorum ki:
-Marshmallow mu?...Üstelik de vegan beslenmeye uygunluk savında bulunduğunuz şekerlemeler arasında...
Hemen, ivedilikle eliyle siliyor yazıyı ve diyor ki:
-Yok, bu burada olmayacaktı...
Gülümseyerek uzaklaşıyorum yanından, hani bıyıklarım olsaydı; bıyık altından alaycı/ironik bir gülümseme sunardım da...Sonuç olarak ben bir kadınım bıyıklarım yok ama her an, her yerde "öküz altında,buzağı ararım" ve "neseb-i sahih olanın babasını sorarım" ya da "hırsızı evine kadar kovalarım"...Ne yapayım; huyum böyle...
Teker, teker sunum tahtalarının (özellikle stand demiyorum) üzerine bakıyorum;kekler, gözlemeler, yaprak sarmaları, reçel çeşitleri, peynir çeşitleri, yoğurtlar...
Herkes öylesine ilkeli, özverili birer vegan olmalı ki onların önerdiği gibi beslenirsek sanki ölüm yok bizlere...Oysa kadınların çoğunu inceliyorum; gözüme çarpan o kocaman göbekleriyle etli mantıları lop, lop götürüp; top,top yağ biriktirmişler.Gerçek birer vegan olsaydılar eğer; böyle tombiş olmazlardı diyorum yürüyüp gidiyorum.
Çünkü 50'li yaşlarıma kadar; half vegetarian olarak yaşadım. Bilenler, bilir anlamını; ayrı vejeteryan demekdir. Yalnızca sebze, meyve ve hayvansal et çeşitleri değil ama hayvanların ürettiği yumurta, süt, dolayısıyla peynir ve yoğurt gibi besinleri yerdim, üstelik de hiç kilo almazdım. İşte vegan ürünleri satan/pazarlayan/öneren baylar ve bayanlar gerçek birer vegan olsaydılar; asla ve kat'a et yemiyor olsaydılar, dal gibi incecik, podyuma çıkarılacak birer mankencik gibi olurlardı.
Demem odur ki...İşte bu da bir akım. Dış kaynaklı...Gerçekten de insan bedeni için sağlıklı mı?...Bunu ancak ve ancak tıp uzmanları bilir; ne ben, ne de vegan yandaşları...
Benim bildiğim bir gerçek varsa da...50 yaşımdan sonra ki hekim önerisiyle tavuk, balık, dana ve kuzu eti yemeğe başladığımdan beri, beynim çok daha iyi çalışmaktadır.
Çünkü insanın yaradılışı otobur değil, etoburdur.
Bir düşünelim bakalım; biz hangi hayvanları yemekteyiz?...
Genellikle ot yiyenleri değil mi?...Örneğin;koyun, keçi, inek...Örneğin; tavuk, kaz, ördek...
Et yiyen, et yemek için avlanan hangi hayvanı yemekteyiz?...Hiç birisini değil mi?...
Hiç aslan etinden mangal başı ziyafeti verdiniz mi ya da bir kaplanı şişe geçirip, ateşte çevirdiniz mi?...
Elbette ki hayır!...
Üstelik vegan geçinenlerin bir çoğu; entel, dantel geçinen bir taife...Sorarsan insanın başlangıcını; onlar için baştacı Darwin Amca... Şu İngiliz Charles Darwin amcanın kuramına göre de...Önce suda başlayan yaşam, sürüngenlerle karaya çıkanlar, maymunla hoplayıp zıplayanlar, gorille ayağa dikilenler...Ve insan olarak Dünya'ya efendilik edenler...
Ki onların her biri; etobor değil mi?...
Gerçi ara, sıra sindirimlerini rahatlatmak için saldırsalar da otlara ve lezzetli meyveler yemek için uzansalar da ağaçların dallarına...Yine de onların temel besin kaynağı; etini yemek için avladığı hayvanları...
Dünya üzerinde artan nüfusa karşılık, kaynakların yetmeyeceği olasılığı ve endişesiyle; kötü niyetli bir seçenek olan GDO'lu besinler gibi, sanki iyi niyetli bir seçenek olarak vegan beslenme önerilmekte insansoyuna, kuşkusuz doğasına, yaradılışına aykırı olduğu biline, biline...
Dengeli beslenme dediğin; dört besin gurubunu da içerir. Hekimlere soracak olursanız; eti de yiyeceksiniz, sütü de içeceksiniz, hem sebze, hem de meyve, hem tahıl, hem de yağ...
Ama bizim gibi bir ülkede; et gelirse Arjantin'den...Mercimek, nohut Kanada'dan...Patates, soğan dersen; yıllardır savaş yaşandığı için suyu-toprağı-havası kimyasallara bulaşmış Suriye'den...İşte bu durumda ne yiyip, ne yiyemeyeceğinize; kesenize, cebinizdeki paraya bakıp siz karar vereceksiniz.
Ve artık bu türküyü de söyleyemeyeceksiniz...
"Tarlaya ekdim soğan...Bitmedi yedi doğan..."
Ne yazık ki artık değil yeni doğan bebelerin, havadan süzülerek, tarlalara dadanan DOĞANın, şahinin, karganın ve belki de tarla farelerinin didikleyeceği ürünler kalmadığı, olmadığı, ekilmediği, ekilecek tarla bulunamadığı için...
Çünkü soğan tarlalarını; öncelikle yap-satçılar yedi desem yanlış değil ama eksik olur...
Tarım alanlarının yapılaşmaya açılması için önce yetkililer yedi...
Sonra buralardan kar edeceğini düşünen yap-satçılar yedi...
Daha sonra da tarlaların yapılaşmaya açılması sonucu ele geçecek kolay paraya kanan toprak sahipleri ki onlar köylü, çiftçi idiler bir zamanlar...
Memlekette gidişat böyle olunca...Ahali vegan olsa ne olur, olmasa ne olur?...
Sanki yemek için ot, çöp kaldı da...
Verganları festivalleriyle baş,başa bırakıp, bir de İstanbul dolaylarına bakalım...Bir kaç söz de onlara atalım.
Bilindiği gibi 19 Nisan 2019 günü Berat Kandili günü idi. Bu arada "ben gibi" TCK 299'dan yargılanan tüm yurtdaşlarımıza tez günde "beraat" dileyelim...İşte o gün ünlü bir iş adamının cenazesinde karşılaşınca Akbaşkan ile İstanbul Başkanı, tüm gözler onlara çevrildi.Acaba büyük başkan, küçük başkanı kutlayacak mı diye herkes pek merak etti. Ama televizyon yayınlarından öğrendiğimize göre İmamoğlu; Akbaşkan'a "kandiliniz mübarek olsun" demiş,o da ona demiş.
İstanbul Yerel Yönetim Başkanlığı'na ilişkin kutlama sözleri hiç söylenmemiş. Neden?...Çünkü İstanbul seçimlerine itiraz edip, yenilenmesini isteyen bir "ak irade" var İmamoğlu'nun karşısında da ondan...
Söylencelere göre; eğer seçim yinelenecekse 2 Haziran'da gerçekleşecek.
Daha Şeker Bayramı'na aylar varken;kamu çalışanlarına 9 günlük bayram dinlencesi de açıklanınca...Bayram değil, seyran değil ya da bayrama daha çok var; "ak irade" beni neden öptü böyle diye kafa yoruyor mudur kamu çalışanları acaba?...Sanmam. Çünkü siyasete ilgi duymayan en sıradan ölümlü bile; 2 Haziran'da oy vereceğime, kıyılara gider denizde boy veririm geyiğinin döneceğini düşünür.
Aman Tanrım; nelerden medet umuluyor?... Şekerle kandırılan çocuklar gibi, seçmen 9 günlük dinlence rüşveti ile sandıktan uzaklaştırılıyor diye kim düşünmez ki?...
Şimdi bu plan, program ve her türlü entrika kokan plot öngörülerini bir yana bırakalım, dönelim İstanbul sokaklarına...
İmamoğlu'nu sokaklarda halkla iç,içe ve sarmaş, dolaş gördükçe; anılarımda canlanıyor İsveç'in Olof Palme'si...Halkın içinde, sıradan bir yurtdaş gibi sokaklarda gezen, eşiyle sinemaya giden...Ne yazık ki bir PKK tetikçisinin kurşunlarıyla can veren o güzel adam...
Huzur içinde uyusun...
Hep imrenerek izlerdik onu, yaşamını, halkına tepeden bakmayan demokratik kişiliğini...Ve neden bizde böyle birisi çıkmaz derdik.İşte "aman sonu ona benzemesin" Ekrem İmamoğlu; adaylık çalışmaları öncesinde, seçim gecesinde ve seçilmişliği kesinleştiğinde de hiç tutum ve davranışlarını değiştirmedi. Umalım ki sözleri gibi olur özü de...Ve umalım ki örnek olur "halkıyla bütünleşmesini bir türlü beceremeyen" tüm CHP'li başkanlara...İşte halkın partilisi, işte halkın yerel yönetim başkanı böyle olur dedirtir dosta da, düşmana da...
Ne derdi bizden öncekiler?...
Sana söylüyorum kızım, sen anla gelinim!...
Hani İmamoğlu örneğini verdik ya...
Göreceğiz yaşadıkça; bizim buralarda da neler olacak acaba?...