Uzun zamandır kendilerine bu şehri mesken tutmuş, burada doğup, burada doyanlar iyi bilirler 1970’li yılların Bursa’sını.
Belediye otobüslerinin arka kısımlarındaki küçük masalarına yerleşmiş şapkalı biletçiler vardı o yıllarda.
Çöpler küreklerle, sokak aralarında damperli kamyon kasalarına toplanır, araçların çıkamadığı “Kuştepe” gibi yüksek mahallelerin atıklarınıysa adına “katana” denilen devasa katırlara yüklü büyük küfelerle alırlardı belediye işçileri.
Henüz 300-400 bin nüfuslu bir Anadolu kentiydi Bursa.
“Emekli şehri” de denirdi buraya.
Gidilecek mesafeler kısa, yaşamı sürdürmek ucuzdu çünkü.
Çoraplarımız ya da pantolonların dizlikleri yamansa da mutluyduk hepimiz.
Sadece “2 lira daha ucuz” diye Setbaşı’ndaki Et Balık Kurumu’nun satış reyonunun önünde kıyma sırası bekler, sütümüzü yumurtamızı Hürriyet’teki Ziraat Mektebinde okuyan talebelerin ürettiklerinden tercih eder, market alışverişlerimizi de dönemin Bursa Belediye Başkanı rahmetli Mustafa Eroğlu’nun kurduğu “tanzim satış mağazasından” yapardık.
Bakkallar mahallelerin direkleriydi henüz.
Bakkal defterleri “faizsiz kredinin” sembolleriydi o yıllarda.
Yoğurt almak için sahan götürürdük bakkala.
Sokaklardan pamuk atıcıları, geceleri bozacılar geçerler bağırarak, Juti, Sütsal dondurmacılar, bici bici muhallebiciler hiç eksik olmazlardı köşe başlarından.
Bir de İlhan İrem geçerdi ara sıra kırmızı spor arabasıyla bizim oradan.
Ankara yolunda Şükraniye Mahallesi’nden ötesi, İzmir yolu tarafında da adı üstünde “Beşevler’den” ilerisi yoktu.
Yalova istikametindeki Balıklı Mahallesi çok çok uzak bir köydü Bursalılar için.
Arabayatağı tarafındaki boş taşlık araziler ya da şeftali bahçeleri hisseli parseller haline dönüştürülüp, yerel gazetelere verilen sayfa sayfa gayrı menkul ilanlarıyla ucuz ucuz satılmaya çalışılırdı emlakçılar tarafından.
Bir semtin adı “Ucuz Meskenler” konmuştu düşünebiliyor musunuz?..
Bir evlik alan 5 bin lira filandı; almayanı döverlerdi, bir memur maaşından taksit taksit ödeyerek rahatlıkla alabilirdi arsasını.
İşte o tarafta yani, kentin doğu yakasındaki en işlek bina, dönemin tıp Fakültesiydi.
1980 yılına çeyrek vardı artık ama zaman 1979’u gösteriyordu henüz.
O fakülteye elinde bavuluyla İzmir’den sınavı kazanarak bir öğrenci geldi.
Kısa süre içerisinde tanıştığı arkadaşlarıyla fakültenin karşı yakasında Arabayatağı Semtinde, sözünü ettiğim ucuz arsalardan birine alel acele yüzlercesi gibi kaçak yapılmış, henüz içinde elektriği, suyu olmayan bir ev tuttular.
Ve hekimlik eğitimi almaya başladı çocuk.
Babası İzmir’de inşaat ustalığı yapıyor, ailesini güçlükle geçindiriyordu.
Kader bu ya…
İki kardeşi daha Tıp Fakültesini kazandı çocuğun.
Ve bir gün baba dedi ki, “Hepinizi birden okutmaya takatim yok, benden sana artık fayda da yok, başının çaresine bak; en büyük evladım sensin, çalışacak, para kazanacak, öyle okuyacaksın bundan böyle!..”
İzmir’de yaşarken İzmir Ekspres ve Yeni Asır gazetelerinde yazıları yayınlanmıştı.
Seviyordu gazetecilik mesleğini.
Dönemin gözde kuruluşlarından Basak Caddesi'ndeki “Doğru Hakimiyet Gazetesi’ne” gitti.
Gazetenin yöneticilerinden Engin Özpınar’a “Günlük ya da haftalık sağlık, gençlik ve mizah sayfaları yapabileceğini, işe ihtiyacı olduğunu” söyledi.
Engin Özpınar bu genç adamı kayıtsızca dinledikten sonra “Peki, tamam” dedi, “biz seni ararız”.
Gazete binasından çıktıktan sonra geldi aklı başına!
Evde su, elektrik yoktu, telefon da yoktu aynı zamanda!
Ee cep telefonları bırakın üretilmeyi, henüz hayal bile edilemediğine göre nasıl, nereden arayacaklardı kendisini bu adamlar acaba?!.
Geri döndü.
Özpınar’a, “Beni nasıl arayacaktınız” diye sordu?!.
Karşısındaki genç adamın kararlılığını gören Engin Özpınar “Gel bakalım” dedi, “otur şuraya sen”.
Hem Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki eğitimini sürdürdü çocuk, hem de gazetecilikten para kazanıp hayatını devam ettirdi.
İkindi vakti saat 16.00’da dersten çıkıp, 17.00’de gazetede oldu yıllarca.
Sene 1988’e geldiğinde Hürriyet ve Milliyet Gazetelerinin ardından binlerce üyesi olan biri “Bursa” diğeri, “Uludağ” isimli iki de “çocuk kulübü” kurmuş, yüzlerce çocuğu “fahri muhabir” yaparak gazetecilik mesleğini sevdirmişti onlara.
Bu gün Bursa Hakimiyet Gazetesi’nin başındaki Okan (Tuna), Büyükşehir Belediyesi iştiraklerinden Kültür AŞ’yi yöneten Fehim (Ferik) veya kentimizdeki basın emekçilerinden Serkan İnceoğlu o dönem Genel Cerrahi Uzmanı Doktor Ceyhun İrgil’in mesleğe katılmalarına vesile olduğu üç güzel kardeşimizdir örneğin.
Evet, Tıpta Uzmanlık Sınavlarına gaz lambası ışığında çalışan, evde birikmiş bulaşıkları ve çamaşırlarını sokak çeşmesinden su taşıyarak yıkayan, haftada bir bekar hamamına giderek temizlenen ve bu arada yaşamını gazetecilik yaparak sürdüren sözünü ettiğim kişi Bursa’nın son milletvekillerinden Ceyhun İrgil’den başkası değildir elbette!
Sonrasında daha neler neler sığdırdı Ceyhun bin yıllık ömre eş kısacık 53 yıllık yaşamına.
Binlerce kanser hastası insan için umut oldu, şifa oldu.
Kireç Ocakları Mevkiindeki Ümran Sönmez Onkoloji ek hizmet binasının oluşturulmasını, bir devlet hastanesi tarafından Türkiye’de ilk kez uygulanan “hastane oteli projesinin” yaşama geçmesini, yine ülkenin ilk “medikal onkoloji hastanesinin” kurulmasını, Sultan 2’nci Murat’a ve Fatih’in oğullarından Cem Sultan’a komşu Muradiye Medresesi’nin “Kanser erken tanı ve tarama merkezine” yetmedi, ilaveten muhteşem bir “sağlık müzesine” dönüştürülmesini sağlayan yaşayan kahraman Ceyhun İrgil’den başkası değildir, tüm bunları biliyor muydunuz?..
Ama O’na sorun size bunları değil, kişisel fotoğraf sergilerini, Bursa Araştırmaları Vakfı’ndaki uğraşılarını, Kent Konseyi Sağlık Kurulu çalışmalarını, Kent Müzesi’ni, sorumluluk üstlendiği pek çok projeden biri olan “Kadın Eğitimi Projelerini” filan anlatacak, gazetelerde hazırladığı çocuk sayfalarından, yapımını üstlendiği radyo, televizyon programlarından filan söz edecektir.
Tam 2 ciltlik muhteşem bir eser olan “Sağlık Tarihi Ansiklopedisini” yazdı Ceyhun bu arada, “Kızıma Mektuplar”, “Fetret” ve muhteşem bir belgelik olan “Bursa’nın Kadın Yüzü” isimli kitaplarını da miras bıraktı geleceğe.
Ve “İçimdeki Gökyüzü” isimli bazı şiirlerini paylaştığı çalışmasını da elbette.
Ne güzel bir ömür, ne verimli, ne kadar bereketli ve ilmek ilmek dokunmuş bir hayat O’nunkisi…
Yaşama katkısını “siyasi” alanda hizmet ederek de sürdürmeyi başardı Ceyhun İrgil.
Nilüfer ve Bursa Büyükşehir Belediye Meclis üyelikleri de yaptı.
Sonra da yapılan önseçimle gönderdi O’nu milletvekili olarak Ankara’ya partilileri.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne giderken hekimliğini de koydu derin dondurucuya, “Birileri iş takibi yapmak için gelir, beni ofisimde bulur” diye düşünerek muayenehanesini de devretti görev süresi bitene dek arkadaşlarına.
Ve daha önce söz verdiği gibi yalnızca tek dönem için aday oldu.
Şimdiye dek hiç rastlanmadığı şekilde tekrar başvurmadı mebusluk için.
Vefa anlayışı gereği önümüzdeki ayın 24’üne kadar partisine var gücüyle destek olmayı sürdürüyor şu günlerde.
Sonra yeniden eski mekanına dönecek mesleğini sürdürmek için geriye.
O gün İzmir’den gelip yine Anadolu'nun koynuna sokulan yoksul bir inşaat ustası Raif’ten olma, annesi Sevim hanımdan doğma 26’ncı dönem Bursa Milletvekili Ceyhun İrgil o kadar çok yerine dokundu ki bu güzel kadim kentin, o kadar çok insanın yaşama yeniden tutunmasını sağladı, acımasız, hırçın bir dalgayla kıyıya vurmuş o kadar çok denizyıldızını toplayıp sahilden attı ki denize yeniden…
Belki sizler farkında değilsiniz ama…
Yaşama yeniden kavuşan denizyıldızları için çok şey fark etti, tüm bunları biliyor muydunuz?!.