Yazarlar

Dünyalıyız

post-img
“Sümerler”, M.Ö. 4000 yıllarında Mezopotamya’nın güneyinde Dicle ve Fırat nehirlerinin Basra Körfezi’ne yaklaştığı ve denize döküldüğü yerlere gelip yerleşen ve orada müthiş bir uygarlık kuran halkın adıdır. Yeryüzünde bilinen ilk yazının mucididir Sümerler. Okullaşma da onlarla başlar. Geride bıraktıkları tabletlerden günümüzdeki matematik, astronomi ve tıp biliminin temellerinin Sümerler tarafından atıldığını görüyoruz. Matematikte onlu ve altılı sistemi geliştiren onlardır mesela. Güneş’in ve Ay’ın görünüşüne göre zamanı yıla, yılı aylara, ayları haftalara, haftaları günlere, günleri saatlere bölmüşler, 5 gezegeni, burçlarını da saptayarak adlandırmışlar Sümerler. Hastalıklar için hayvanlar, bitkiler ve madenlerden yararlanarak çeşitli ilaçlar yapmışlar. Mimarlıktaki kubbe, kemer sistemi, künklerle temiz ve kirli suların taşınması, nehir sularının kanallarla tarım alanlarına götürülmesini, tekneler, yelkenlilerle ulaşımı sağladıklarını onlarda görüyoruz. Türkçe’yle karşılaştırılan 400’den fazla Sümerce kelime var. Buna ek olarak iki dilin grameri de çok yakınlık gösteriyor. Sümer dilinde de Türkçede olduğu gibi kelimeler, sözcük köklerine ekler konarak oluşturuluyor. Ses uyumu var, kelimelerde dişi erkek ayrımı yok. Cümlelerde özne başta, eylem sonda. Zamirlerde çok açık benzerlik var. “Ee ne var bunda” diyenlerinizin olduğunu görüyorum? “Poh var!..” Bu taraflara gelişimizi bin yıl öncesi Malazgirt’le sınırlamak isteyenlere koca bir kapak var kapak! Bundan 6 bin sene önce kurulan bir uygarlığın kullandığı, o da bilinen yüzlerce kelimenin bu gün hala konuşulan Türkçeyle aynı olması, açıkça akrabalığımıza işaret eder. Resmi tarih bu muhteşem geçmişimizden bizi kopartarak köklerimizi sadece Orta Asya’ya, Cengiz’e, Atilla’ya, Oğuz’a bağlamak ister. “Geleneksel Türk oyunları” adı altında her yıl dıgıdık dıgıdık at koşturur, cirit atar, ok fırlatırız. Oysa biz binlerce yıldır buz gibi Anadoluluyuz aynı zamanda, yeryüzülüyüz. Fatih Sultan Mehmet kendisini boşuna “Rum diyarının kayseri” olarak nitelemedi. Roma’nın varisidir aslında Osmanlı, onun iki bin yıllık birikimini devralmıştır. Anadolulu olmakla öyle bir zenginliğin üzerinde oturuyoruz ki, inanılacak gibi değil. Bu coğrafyanın hazinelerini sadece Yunus Emre, Hacı Bektaş ve Mevlana gibi lokal unsurlara sıkıştırıp bırakıyoruz ya üzülüyorum bazen. Tarihin ilk filozofu Thales, coğrafya biliminin kurucusu Miletli Hekataios, Hristiyan dininin asıl kurucusu olan Tarsuslu Paul Anadoluludur örneğin. Bergama kralları antik çağın ikinci büyük kütüphanesini burada kurmuşlardır. Tam bin beş yüz yıl boyunca doğu ve batı tıp biliminin dayanak noktası olan Galenus, insanlık tarihinin en önemli kentlerinden birini kuran Konstantin, batı hukukunun temel metinlerini derleyen İstanbullu Tribonianus, mimarlık tarihinin en iddialı kubbesini tasarlayan Aydınlı Anthemios Türkiyelidir. Şavşat’ta yetişen destan şairi Rustaveli, antik Yunan felsefesini Rönesans İtalya’sına aktaran Trabzonlu Bessarion, Musevilik dininin en büyük reformcularından biriyken İslamiyeti kabul eden İzmirli Sabetay Zvi, oskestra zilini icat eden Ermeni Zilciyan, ilk Türkçe matbaayı kuran Macar Müteferrika, Türkçe ilk romanı yazan Vartanyan Paşa bu coğrafyanın evladıdır. Ve tüm bu insanların bu günkü Türk halkıyla kan ve soy bağları Cengiz ya da Atilla’ya göre daha yakın olsa gerekir! (Sevan Nişanyan-Yanlış Cumhuriyet) Bundan 15 bin sene önce Göbekli Tepe’de yaşayanların da torunlarıyız biz. Sagalasos’ta, Aizanoi’de, Pisidia’da, Hierapolis’te ya da Sümerli Uruk’ta hayat sürenlerle hiçbir farkımız yok. Avrupa’daki Macar da biziz, Bulgar da! Amerika’daki Mohikan da biziz, Siyu’lar da. Asyalıyız, Avrupalıyız, Anadoluluyuz, Dünyalıyız hepimiz.     

Diğer Haberler