Lord Kinross’un Atatürk’ün yaşamına ilişkin yazdığı kitabı okuyanlardanım…
“The Times” kitabı; “Bu kitap çağdaş Türkiye’yi yaratan ve tarihin akışını değiştiren büyük önder hakkındaki birçok bilgi eksiğini giderecek bir araştırma ürünüdür.
İşte şimdiye kadar yayınlanmış en kapsamlı Atatürk incelemesi…Atatürk büyüleyici ve gizemli bir kişilik olarak belleklerde kalıyor.” tümceleriyle övgüye değer bulmuş…
Oysa 1980 sonrasında piyasaya sürülen, yaklaşık 600 sayfalık bu kitapta; Atatürk’e saldırmanın, O’nu karalama girişimlerinin ilk sinsi, ilk gizli izlerine rastlıyoruz. En önemlisi de O’nun eşcinsel ilişkiler yaşadığına ilişkin göndermeleri işte bu kitaptan okuyoruz…Özellikle de eşi Makbule Hanım’ın yeğeni genç piyaniste duyduğu yakınlıklar üzerine yazılmış sayfalarda bu karalama girişimleri açık, seçik belirgin…
1980 sonrasında ülkemizde yaşanan değişim ve dönüşüm bağlamında ve bu kitabın da katkılarıyla; ulusal düzeyde yayın yapan yazılı/sözlü/görsel yayın organlarında…Ve de halk arasında O’nun eşcinselliğine ilişkin söylenceler yayılıyor…Daha sonrasında da çevrilen filmlerle; O’nun zayıf, naif, efeminen bir kişiliği olduğu sanısı verilmek isteniyor…
Saldırıların şiddeti tinsel, cinsel boyutların ötesine geçiyor ki bu kez de tarihsel boyutta yapılan saldırılar, karalamalar, tarihi gerçekleri saptırmalar dönemi başlıyor. Örneğin; Ulubatlı Hasan adlı bir kahramanın gerçekte var olmadığı/hiç yaşamadığı…Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı olan Bandırma Vapuru ve 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı üzerine türlü, çeşitli söylenceler türetiliyor… Kimilerini de pek mutlu ediyor bu söylenceler…Özellikle de Ulu Önderimiz’in başarılarına karşılık cinsel yaşamına ilişkin tartışmalar yapma, dolayısıyla O’nu küçültmeye çalışma girişimleri…O yüce insanı, cüceleştirme girişimleri giderek daha da hız kazanıyor…
Kuşkusuz bu söylenceler nedeniyle mutlu olanlar; O’nun Devrimleri’ne, ilkeleri’ne karşı olanlar…Öylesine ki eşcinsellikten, 18 Mart’da Çanakkale’de bir utku kazanılmadığına değin pek çok söylence dillendiriliyor. Ve bu söylenceler öylesine gündeme oturtuluyor ki “ulusal” nitelikli ama ulus düşmanı, devlet düşmanı pek çok kanalda tartışmalar yapılıyor, açık oturumlar düzenleniyor soysuzca, onursuzca, hayasızca…
Ve, ve en sonunda o diller Fatih Sultan Mehmet’e kadar uzanıyor ki öncesinde Pargalı-Kanuni ilişkisi üzerine uzun süre söylenceler ortalıkta dolaştıktan sonra… Ki o Fatih; bir çağ kapatıp, bir çağ açan bir başka önder…Bugün yaşadığımız ülkede bir İstanbul gerçeği varsa; Türk’e armağan eden kumandandır Fatih Sultan…Ve yedi düvelin göz diktiği bu kente yeniden Türk Ulusu adına kilit vuran, tapu çıkaran kumandan da kuşkusuz Mustafa Kemal’dir…
Değerli toplum bilimcilerimizden Prof. Dr. Emre KONGAR halkla yaptığı yüzyüze söyleşilerinde özellikle üç önemli tarihten ve üç önemli kişilikten söz eder ve bir sıralama yapar. Sayın KONGAR’ın sıralaması kısaca şöyledir:
1) 1071 Malazgirt Meydan Savaşı ve Alparslan…
2) 1453 İstanbul’un Fethi ve Fatih Sultan Mehmet…
3) 1923 Cumhuriyet’in Kuruluşu ve Kemal Atatürk…
KONGAR’a göre bu üç önemli olay ve bu üç önemli tarihi kişilik; Anadolu ve Rumeli toprakları üzerinde varolan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelini atan, bu devleti geçmişten geleceğe taşıyan olaylar ve önderlerdir…
Lord Kinross’un kitabının tetiklemesiyle ; Atatürk’e (daha açık bir anlatımla; O’na, Devrimleri’ne, İlkeleri’ne karşı olanları pek mutlu eden) bu saldırıların ardından, sıranın Fatih Sultan Mehmet’e ve diğer Osmanlı Padişahları’na geleceği beklenmeliydi, bu saldırıların gerçekleştirileceği besbelliydi…Çünkü aydınlık karşıtlarını, Cumhuriyet karşıtlarını hoşnut eden bu tutum ve davranışlar ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusuna yapılan saldırılar, doğrudan Devlet’in, Ulus’un varlığına yapılmış saldırılar olarak algılanmalıdır ve sıranın geçmişimize, tarihimize, var oluşumuza dolaysıyla Fatih Sultan Mehmet’e, Kanuni Sultan Süleyman gibi döneminin en güçlü egemenine geleceği de beklenmelidir.
Ve ben; yakında, çok yakında sıranın Alpaslan’a da geleceğini bekliyorum… Çünkü Türk Ulusu’nu Anadolu topraklarından söküp atmak amacıyla her türlü girişimde bulunulmakta, her türlü yol denenmekte, ulusal değerlerimize yönelik saldırılar utanmazca sürdürülmektedir. Ve bu saldırılar; bu güçlü önderlerin tarihsel kimliklerine değil, cinsel kimlikleri/seçimleri/yaşamları üzerinden söylenceler türetilerek gerçekleştirilmektedir ki
alt kültüre özgü bu tutum ve davranışların, en alt düzeyi olan; dedikodu yöntemiyle…
Ve bu söylenceleri de ulusal kanallardan birisinde, bir kadın dillendiriyor. Üstelik o kadın Pelin Batu; sorarsan bir diplomat eskisinin kızı…Seçkin bir ailede ve de bu Devlet’in olanaklarıyla yetişmiş bir kişilik…Babası daha sonrasında TBMM üyeliğine de seçilmiş CHP’den…Ama onun en önemli özelliği üzerinden tanımlamak, onu okura anımsatmak için en bilinen yönüyle vurgulamak gerekir kanımca…Fatih’in eşcinselliği üzerine yaptığı söyleşiyi anımsayınca; insanın da ona belden aşağı vurası geliyor, onu anımsatmak için de “hani şu Ahmet Hakan’ın eskisi” diyesi geliyor…Değil mi ki kişileri tanımlamada göndermede bulunulacak özellikleri; cinsellikleri, cinsel yaşamları…Nasıl ki Fatih’in eşcinsel aşkları/aşıkları, Kanuni ile Pargalı ilişkisi üzerinden açılıyor söyleşiler, başlanıyorsa söze; onlar üzerine ahkam kesenleri de Ahmet Hakan ya da ona pek çok yönden Pelin hatuna bakan kimler varsa sıralamalı derdik, derdik ama, yakıştıramadık kendimize…Neyse; dönelim şu insanlık tarihine…
ilk çağlardan beri; Kenan topraklarından, Antik Yunan’a, Pers topraklarına, Roma’ya, İskender’in Makedonyası’na, Bizans’a, Osmanlı’ya ya da Uzak Doğu’da Hint, Çin ve Japon topraklarına değin, eril aşklardan söz edilir, eşcinsel ilişkilerin yaşandığı ileri sürülür… Ve Samuraylar arasında yaşananlar…
Eşcinsel aşkları; kitaplar yazar, belgeler kanıtlar…Taştan mermere oyulmuş anıtlar vardır eril aşklar üzerine… Ama…Bilindiği gibi 21.yy’da insanları; cinsel seçimlerinden dolayı dışlamak, aşağılamak, eleştirmek, alay konusu yapmak, onlara cinsel seçimlerinden dolayı saldırmak insan hakları bağlamında suç sayılmaktadır. Böyle bir çağda; Türkün ulusal değerlerine, ulusal kimlik bilincine, tarihsel geçmişine saldırmak için büyük önderlerimizi, küçültmek amacıyla böylesine belden aşağı vurma girişimleri ne kadar da alçakça, ne kadar da zavallıca…Üstelik de bunu henüz “ikinci sınıflıktan kurtulma savaşımı” içinde olan kadın cinsinin bir üyesi yapınca…