Yazarlar

Eski kaşar

post-img
1800’lü yılların başında Rusya’da, Ortodoksların arasından “Malakanlar” ya da “Molakanlar” adını taşıyan bir grup insan uzlaşmazlık sonucu ayrılarak at arabalarına binip çoluk çocuk  Kafkaslara doğru göçe başlar… Bunun nedeniyse sadece “süt”tür!.. Hristiyan Ruslar “sütün dinen sadece haftada iki kez içilmesi” gerektiğini savunurlarken Malakanlar “her gün içilebileceğini, onun Allah’ın insanlara sunduğu tertemiz bir nimet olduğunu” düşünürler. Turşunun sirkeyle mi yoksa limonla mı daha iyi yapılabileceğine dair bir inatlaşma gibidir bu durum. Dönemin “Rus Çarı 1’nci Aleksandır Fiksallandır” her ne kadar bir manifestoya imza atarak “yarım yağlı sütlerin helal sayıldığını, süt içenlerin artık dillerinin yanmayacağını, erken yatıp erken kalkan Karamazov Kardeşlerin bile bir yumurtayı sütle çırparak işe başladıklarını” duyursa da halka, Malaklar bunu da asla kabul etmezler ve (Şaka değil!) Azak Denizi’nin üstündeki “Sütlü Sular Nehri” boyunca Ortodokslardan ayrılarak boş arazilere yerleşirler… Çar Fiksallandır’dan sonra emir komuta gereği göreve gelen 1’nci Nikolay Dilekolay Kazanoviç bunlara sütlaç, keşkül, kazandibi gibi sütlü tatlılar gönderince bizim Malakanlar iyice kızıp, bu kez de serhat şehrimiz Kars’a yerleşirler… “Ani Harabeleri hani” diye arayıp sordukları yöre bir cennet gibidir adeta… Oh! Pırıl pırıl derecikler, insan boyuna ulaşan çimencikler, mandalar ve dahi koyunlardan sağılan mis gibi sütler, pek severler Kars’ı Malakan kardeşler. “Malakan” ifadesi Rusça “süt içenler” anlamını taşır ve günün birinde bunlar orada aynı zamanda peynir de imal etmeye başlarlar… Hatta Robinson Crusoe romanında 25 yıl bir adada yalnız yaşamak zorunda kalan maceracı kahramanın kurtarıldığı vakit çok özlediği için istediği peynirin Kars’tan gittiği rivayet edilir! Sevgi eşitlik ve paylaşım temeline göre yaşayan Malakanlar belki de daha sonra İsrail’de kurulacak kibutzların ilk tohumlarını atıyorlardı o sırada… Bir rivayete göre bunlar “Beyaz Rus’tu” yani, kamufle olmuş Yahudilerdi aslında… Daha sonra yöreye gelecek İsviçrelilerin de katkılarıyla “Kars kaşarı” ilkin işte onların elinden çıkar… “Yahudilikte “koşer” ya da “kaşer” helal yani, “yenilmesinde hiçbir mahsuru olmayan gıda” demektir çünkü… Daha sonra Malakanlar Çar 27’nci İvan Divandelen’in yoğun girişimleri sonucu daha yukarılara doğru göç ederek ortadan kaybolurlar… Kalır Kars kaşarı bize yadigar… Peki nedir özelliği? Eski oluşudur, dinlenmişi, olgunlaşmışı makbuldür… Taze kaşar her yerde bulunup, fiyatı da son derece ucuzken, eski kaşarın değerine neredeyse fiyat biçilemez… Ben mesela ayıptır söylemesi, Bursa basın sektöründe “eski kaşar” sayılırım!.. Sen bırak eski ya da yeni kaşar olmayı, tuzsuz kaşar loru bile olamamışsın be Özlem Yağmur kızanım!.. “Kızanım” deyişim de boş değil, Özlem’in yaptıkları gazetecilik mesleği adına hiç hoş değil!.. Geçen hafta ben bu hatun kişiyi eleştiren, “Pavyon” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Profesyonel olarak çalışıp, yazılarımı gönderdiğim Lifebursa.com İnternet Haber Sitesi de bu makaleyi yayımladı… Merak edenler oradan okuyabilirler… “Acık eleştiri ama biraz ağırından, biraz hiciv, biraz meslek, biraz da politikacıların hali” vardı yazıda. Eskiden yazarlar arasında bazen polemikler yaşanırdı. İşin tadı, tuzu, biberiydi bunlar… Yazarın lisanı kalemidir, insanlar tatlı tatlı atışır, okuyucu da bunu çok severdi doğrusu… Anacım, doğru belli yazar kalmamış ki ortada şöyle ağız tadıyla atışasın… Tuzlamışlar tuzlamışlar piyasaya sürdüklerini kokusu çıkmasın diye; krakerlerde kullanılan “peynir sularıyla” kaynıyor her yan!.. Özlem kızanım feci şekilde kızmış söylediklerime… Belli ki yazının yayınlandığı akşam biraz peynir, biraz da kış kavunu yapıp kendisine, önce Lifebursa’nın iki kurucusundan biri olan Vedat Kantar’ı aramaya başlamış,  beş dakikada 17 kez olmak üzere!.. Her halde “mahalle yanıyor olmalı” diye düşünen Kantar telefonu açınca denizle birlikte tsunami halinde gelen çer çöp yığını bir sürü lakırdıyla karşılaşmış… Bunun anası da böyleydi! Eskiden sabahtan telefonla arar, “hı hı” der, telefonu masanın üstüne bırakıp bahçeye çiçekleri sulamaya çıkarım; 1 saat 45 dakika sonra döndüğümde hala konuşuyor olurdu… Yine “hı hı” dedikten sonra bu kez mutfağa geçer, güzel bir mercimek çorbası, imam bayıldı ve cacık yapar geri dönerim, hala anlatırdı çenesi düşük Güler!.. Bir gün Bursa ekibi Deniz Baykal’ı kentimize davet eder… Ancak, Baykal’ın bir şartı vardır: “Allah aşkına o kadını uzak tutun benden” der CHP’li yöneticilere!.. Öylesine yıldırıp usandırmıştır ki adamı, on binlerce örgüt mensubu arasından bir tek “Bu kadın beni ya orada da bulursa” diye düşünür Baykal! Deniz efendiyi mecliste buluyor, gittiği lokantada buluyor, evinde uyurken buluyor, hamamda, masajda, Nesrin’le halvete girdiği evde bile buluyor hatun telefonla, hele bir düşünsenize durumu?!. O yıllarda bir Fetöcüler izleyebiliyor Baykal’ı bir de Güler Buğday!.. Yalnız bir farkla tabi, Fetöcüler CHP Genel Başkanını dinlerken, Genel Başkan da saatlerce Güler’i dinlemek zorunda kalıyor!.. Ee armut dibine düşecek elbette, gidip de ayva ağacında yetişecek hali yok ya!.. Vedat Kantar o gece geç vakitte aradı Özlem için: “Allah aşkına bu kadını uzak tut benden, saatlerdir konuşuyor, beynimi yedi!..” “Nasıl tutayım” dedim ya… Uhu gibi bir şey bunlar, kurtulmak için tutup çektiğin ele de yapışıp kalıyorlar işte… “Allah sevenlerine sabır versin!..” Zaten Kantar’la yeni barışmışız; yine bir yazı meselesi yüzünden acık limoniydi aramız! “Adam o gece rahat bir uyku uyusun” diye düşünüp,  “kaldırayım bari yazıyı” dedim; bir insan oğluna bu kadar eziyet ve ceza yeter”!.. Kadere bak! Ben kaldırdım, Osman Gürçay gece yine koymuş! İnternet sitesinde “yazarlar” bölümünde ismimin hemen altında duruyor “Pavyon Muhabbeti”… Bir ertesi gün kalktığımda ne göreyim, Özlem sabaha kadar peynir-kavun eşliğinde kendince yanıt yazarak, esip gürlememiş mi üstelik de herkese?!. Basit, ucuz ve yine boş beleş laflar!.. Türkiye’deki en ucuz, pespaye iftirayı kendine sermaye edinmiş Özlem Yağmur!.. İnsan biraz kaliteli iftira atar be! Bu mudur yani olay?!. Sanıyor ki Ottoman Tekstil ve Lifebursa’nın kurucuları yiğidim aslanım Hakan Dinçtürk ve Vedat Kantar’ı “Fetö’yle” korkutup, sindirecek!.. Özlem’in tek kişilik İnternet sitesinin Manukyan’ın sermayesiyle kurulmuş olamayacağı kadar, Lifebursa da asla Fetö sermayesiyle zerre kadar ilgisinin bulunmadığı gerçeğini  Bursalılar ve Devlet’in tüm birimleri gayet iyi biliyor zaten!.. Her yatırımın belgesi, bilgisi, kaynağı var çünkü… Bursasporluluk ruhuyla doğan, daha sonra bünyesine her daldan “anlık ve hızlı haber” kavramını da ekleyen lifebursa.com, Fetö ve Fetöcülere kalın gelir abisi!.. Ancak takdir edilir ki yıllanmış, feleğin çemberinden geçmiş, o sermayeleri bir araya getirebilmek için gece gündüz demeden yıllarca çalışmış ve çalışmakta olan “eski kaşarların” yarattığı bir yayın kuruluşuyla, o da “200 gramlık bir tuzsuz kaşar lorunun” sırf belediyelere fatura kesebilmek ve egosunu tatmin etmek için var ettiği üç kuruşluk İnternet sitesi aynı kartelada değerlendirilemez gülüm! Fetöden içeri atılan Devletin Valisi, emniyet müdürü, gelir idaresi başkanı hatta, baş savcısı zamanında Bursalı işadamlarının tepesine çöküyor ki, bunlardan biri açıkça Celal Sönmez’dir mesela, “Ne yapabilirlerdi ki o  adamlar” diyeceğine, Sönmez’i Fetöcülükle ilişkilendirmek kadar akılsız ve vicdansızca bir söylem seninkisi!.. Bak ben senden bahsederken açıkça isminle hitap ettim… Ne o tırsık kediler gibi aşardan aşardan yürümeler?!.   Yazsana benim ismimi de mertçe yazının içine?   Bu mudur gastecilik etiği? Anan kadar bile olamadın vallahi, O göğsünü gere gere meşhur balkonuna çıkarken, sen perdelerin arkasına saklanmayı huy edinmişsin kendine belli ki!.. Hadi gel, açalım o perdeyi biraz; yıktın perdeyi eyledin viran, varayım “sahibine” haber vereyim heman!.. Kırkağaç kavunu o gece neler yazdırmış Özlem’e neler? Hem gülünesi, hem düşünülesi, hem de O’nun adına kaygı duyulası bir karakter var karşıda. Yazısından bölümler aktarmaya başlayalım: “Şu saatten sonra, yazana değil, kimin, niye yazdırdığına bakarım! Sahibiyle muhattap olurum!” Halüsinasyona bak, kendini layık gördüğü çakma prenses edalarına bak sen! Pambık prenses! Ben istemeden bana birinin yazı yazdırdığı n’erde görülmüş? Bence sen bu saatten sonra sahibiyle de “muhattap” olma, bu gün git, yarın gel! Ne içiyosun kardeşim sen? “İşin içinde FETÖ varsa, inadına durmam! RANT varsa, asla durmam! Hele ki, FETÖ ve RANT... İkisi birden varsa... Ki, ikisi de fena halde var ve saldırıyor! İkisine de cevabım: Yok. OLMAZ!” Fetöcü ve rantçı birilerinin kendisine saldırdığı sanrısı klinik bir durum elbette!.. İnadına ya da değil, sende şu kadarcık yürek varsa, eğer durursan, eğer yazmazsan, yazdığın her harfi ispat etmezsen peynirli kol böreği misali nar gibi kızarasın ey Özlem!.. Asıl rantçı sensin kız! Kaç paralık fatura kestin bu ay belediyelere?   Hepsinin Mart nüshalarını yayınla da Malakanlar gibi inanalım süt gibi beyaz olduğuna? Dahası, hangi güzellemelerle ifade ettin minnetini? “Sizi seçtirmedik. Seçtirmiycez! Bari Bursa'yı FETÖ ve RANT cephesine kurban etmeyeceğiz! Saldırın!” Hey heyy, yine de hey hey! Sen kimsin ki kimi nereye seçtirmiyorsun a be kızancazım? Etin ne budun ne senin? Şem'i sîretle ziyâlandıkça hikmet perdesi Gösterir yüz bin hayâl âlemde sûret perdesi. O da sütünü kestiler diye Mustafa Bozbey ve Turgay Erdem’le uğraştın sipariş üzerine bir kere… Bozbey’i sen mi seçtirmedim sanıyosun, yazık sana verilen emeklere! “Bakın, bu FETÖ meselesi hala ciddi bela! Bursa'da da hala ciddi bela! Pişmanlık yasasından yararlanmak için yaldır yaldır koşup, itirafçı olan müteahhidi var. (Minnacık boyuyla nasıl koşturduysa zaar...) İşadamı var. Bal gibi FETÖ sermayesiyle kurulduğunu Bursa'daki en mankafa insanın dahi bildiği medyası-medyaları var!” Maçası yiyen insan mertçe, açık açık yazar her şeyi, isimlerle birlikte üstelik… Belgesiyle, bilgisiyle sunar topluma… Sabaha kadar öyle masa başında oturup, yaldır yaldır saçmalayacağım diye uğraşmaz! Ve yazmazsan eğer gözün buz olsun Özlem! “Sahibinin sermayesi nederen kuzum?” Artık gözler şişe dibi gibi olmuş, az sonra yayına koyacağı yazı süprüntüsünü bile doğru dürüst göremiyor Özlem! Burada sözünü ettiği kişiler ben ve yazı gönderdiğim sitenin iki kurucusundan biri Vedat Kantar oluyor! O benim sahibim, ben de kapısında bağlı köpeği oluyorum açıkça! Öyle değil mi Özlem? Yalan mı? Böyle demiyor musun? Hayatında bir kere anan gibi delikanlı ol be! “Sana verilen maaş nereden kuzum?..” Bana verilen maaş tam 450 kişinin çalıştığı, kalitesi ve dünya standartlarında yaptığı ürünlerle bu şehrin, bu ülkenin yüz akı bir kuruluştan geliyor. Senin gibi Ak Partili ve CHP’li belediye başkanlarının yedek akçelerinden değil!.. Sahi ne veriyorsun bunların karşılığında Özlem, yeniden seçilme garantisi filan mı sunuyorsun kaleme aldığın “Cin Ali” hikayesi gibi dandik yazılarınla? “Ama en güzeli de, bunların tüm herkesi bilfiil salak zannetmesi...” Herkesi değilse de bazılarının “salak” olduğunu düşündüğümüz doğrudur. “Onlarca kere yazdım. Kesmemiş... Bir daha yazayım. Bursa dediğin, bir dağın eteğinden sonrası rantiye hesabı gasp edilmiş bir şehir. Kim nedir? Geçmişte nedir? FETÖ'den öncesi nedir, sonrası nicedir? Biliriz! Kimin sermayesi nereden, niye gelmiş? Onu da biliriz! Kimin sahibi kimdir? Kimin derdi niyedir? Onu herkesden çok biliriz!..” Ben senin bi halt bildiğini sanmıyorum da… Bir şey bilirmiş gibi insanları tehdit edip, rant devşirmeye çalıştığını dünya alem biliyor artık! Hem sen bu bildiklerini niye yazmıyosun bakiim? Cesaretin yoksa eğer, bana yolla ben yazayım nalına mıhına? Yazmazsan mert değilsin! Anan öpsün seni sulu sepken!.. “O vakit, nete getirelim... FETÖ sermayesi ile yol alanlar, önce bi haddini bilecek! Parasına, gücüne falan güvenip, ne oldum zannetmeyecek! İlaveten... FETÖ sermayesi ile yol alanlar, HADDİNİ bilecek! Edepsizlik etmeyecek! Kendisi edemeyince, edebilecek tiplerin arkasına saklanmayacak! Hele hele, kendi halleri böyleyken, ömrü boyunca eşek gibi çalışarak kazanmış insanların karşısına desturla çıkacak! Seçim yaklaşırken, her birinizin hangi yöne, hangi sebeple tingildediğiniz o kadar malumken, olmaz! (Valla bu kadar yazım hatasını ancak Emin Adanur yapabilirdi; helal sana gasteci Özlem!.. MAY)” Yine bu ifadelerde edepsizlik yapan tip ben, arkama saklananlar da iş arkadaşlarım oluyor!.. Valla ne diyeyim, Güler’in eğittiği insan ancak bu kadar olabiliyor demek ki!.. Güler’den çıka çıka bu çıkıyor yani… “Hakareti işitirim, edene bakarım, edenin kusuruna bakmam.” Ne diyon gülüm sen ya? Enfiye mi çekiyon yoksa orada, sürekli tıksırma hali ne o öyle?!. Korona morana, mikrop bulaştırıcan insanlara! “Ancak durmam. Susmam... Sahibine bakarım. Ben bu oyunu bozarım!” Zaten şimdiye dek sizi kim susturabildi ki bu dünyada lakin, ben buna talibim kuzum! Sen önce “benim sahibim” dediğin insanı korkut eğer yapabiliyorsan, sonra gel beni doğrult. Süt dökmüş kediye döneceksiniz bu gidişle yakında! “Vesileyle... Bilhassa, FETÖ sermayesi ile kurulmuş yapılar... Ona keza medyalar... Bir önceki seçimde tüm hesaplarınızı bozduk! Haklı garezinizin mazharı olduk. Ve fakat...” Ya hakkaten ilgiye ve bakıma ihtiyacın var senin! Yok mu etrafında aklı başında bir insan? “Boz-duk” derken “duk” kim? Seni tetikçi olarak kullanan Fetö yancıları mı acaba? Bir insan yarası olduğu için gocunur… Senin sıkıntın ne gülüm? “Şu hiç utanmayan, arlanmayan halinizle, daha da edepsizlik ederseniz... Elbette ayarınaza (Biraz az ye iç! MAY) inmek mümkün olmaz. Ancak, derviş değiliz malum! Kim sermayeyi-parayı nereden bulmuş? Nasıl bulmuş? Merak bu ya... Asla hakaret etmeden sorar dururuz.” Valla Pelin Pelerin bile bir büyük içse, inan senden daha güzel yazardı… Hem zaten birileri iteklemiş O’nu da havuza, kafayı çekip çekip sabahın ilk ışıklarında ayar olduğu insanlara “i.ne” filan diye yazıp duruyo şu ara Facebook’tan eşkare! Tehdit, şantaj ve tetikçilik bu kadar zavallıca olmamalı be Özlem gülüm!.. Bizse tehdit etmeyiz, gördüğün gibi yaparız, adlı adınca yazar, üstüne bir de yayınlarız. Senden korkan (Allah korusun!) senin gibi olsun. “Sevgili Bursa FETÖ camiası... Etmediğiniz hakaret kalmadı! Yoksa kaldı mı?.. Yahu ben, bal gibi benim telefonumdan atılmış akıllara zarar mesajlar gördüm! Geçmiş seçim döneminde karşı olduğum RANT cephesi bana, benim telefonumdan atılmış (Bariz ben yazmışım) sefil mesajlar attı!” Allah’ım şu mübarek Ramazan ayında sen şu kuluna yardım et ya Rabbi! Gerçi kaderi böyle yazılmış ama hiç olmazsa insan içine çıkabilecek kadar iyileştir O’nu!.. Bir insanın kendi telefonundan, kendisinin bilgi ve iradesi dışında kim mesaj atabilir? Ancak evde olan başka biri değil mi? Aksi mümkün mü hiç? Belli ki o gün de kavunu fazla kaçırdı Özlem! Kendisi “rant cephesine” karşı ama karşılığında dişe dokunur bir şey vermeden belediyelere fatura kesmeye karşı değil! Bu hatunun sermayesi nereden acaba? Yoksa Nejla’yla birlikte Facebook üzerinden haftada 20 bin lira karşılığında yaptıkları dandik yayınlardan mı dersiniz? “Lut Kavmi o mesajların yanında, zemzemle yıkanmış kalır!” Bu bir itiraf mı Özlem? Kız Lisesi’nin spor salonunda örümcek askısı yaptığın gibi, bu da mı bilinç altından çıkan bir itiraf? “Önceleri, çıldırdım, delirdim, isyan ettim. Hasta oldum. Ve fakat, şerbetlendim! Bu kez harbiden şerbetlendim...” Ve fakat ama sen asla iflah olmazsın Özlem! Sana bal şerbeti bile fayda etmez. “Şu saatten sonra, hakaret edenle değil, (yiyorsa) sahibiyle muhattabım! Kimseye bulaşmadan sataşmadan, eşek gibi çalışarak işimi yapıyorum. Hep dedim, hep yazdım. Ben sadece 7 yaşıma kadar "ver yesin, ört yatsın" yaşadım. Sonrasında ise ya okudum, ya çalıştım. Ana, baba, koca parası yemedim! Hasılı, hep mücadele ettim!” İşte tam bu noktada bir “Küçük Emrah” modeli görüyorsun sevgili okur! Hem yine efelik yapmaya çalışıyor hem de satır arasında “ben kimseye bir şey yapmıyorum ki, niye benimle uğraşılıyor” demeye getiriyor! “Yok FETÖ sermayesi, yok RANT, yok zıkkım... Yok Vedat Kantar, yok Avukat Hakan bilmem kim...” Burada kendini artık iyice ele veriyor Özlem! “Fetöcü, fetö sermayesini kullanıyorlar” dediği kişilerin Vedat Kantar ve ortağı Avukat Hakan Dinçtürk olduğunu açıkça itiraf ediyor. Hiçbir mesnedi, dayanağı, belgesi olmadan insanları kendisinin abuk hallerini bir daha yazamasınlar diye tehdit etmek amacıyla, bir suç ve terör örgütüne üye olmakla suçluyor! Hadi meslek ahlakını bıraktık zaten bir yana da… Sadece vicdansızlık yapmıyor, suç da işliyor aynı zamanda! “Ben binlerce yıldır hayatımı kelimelerimle kazanıyorum! Eşek gibi çalışarak kazanıyorum. Hasılı.... Herkes yayınladığı tek bir kelimeye dahi dikkat edecek! "Yok ben görmedim, yok ben okumadım" Olmasın. Bu ilk ve son uyarımdır! Hep derim. Ben sıradan bir faniyim. Derviş değilim... O taraklarda hiç de bezim olmaz. Hüsnüniyetim çok da zorlanmasın!” Neyin “Hüsnü”, neyin “niyet” açıkça ortada değil mi Özlem? Kendini bu kadar acınası duruma düşüreceğine asla ihtimal vermezdim daha dün! Ne dediğin belli, ne de demek istediğin! Üstelik de ben bu “kadın modelini” gayet iyi tanıyorum aslında! Bir diğeri de Pelin Çırpan, nam-ı diğer Pelin Pelerin… Hayatla ilgili doz aşımı var bunlarda… Kaldıramıyorlar! Ağır geliyor yaşadıkları. Ve son olarak şunu demiş Özlem Yağmur: “Yazarın notu: Lodos, İznik Belediyesi'nden ayda bin lira alıyor! Lodos, hangi belediye ile çalışırsa gereğini yapar. Özlem'in kalemi hudutsuz Özgür'dür. Canı ne isterse onu yazar. Bazen RANT çetesini... Bazen de sefil FETÖ sermayesini...”   Yeme bizi be! Hayvan terli! Hadi yaz bakalım hudutsuz özgür yazar Özlem Hanım yarın “Seni gidi gözü kör olmayasıca İznik Belediye Başkanı Kağan Mehmet Usta, nedir o yediğin naneler” başlıklı bir yazı da bin liranın hududunu görelim? Lakin dediğim gibi tüm fatura koçanlarını gönder bana  yediğin hurmaları bilelim? Hem madem matah bir şeysin, belediyelerle çalışacağına(!) Kola’yla, Arçelik’le, Siemens’le filan çalışsana hudutsuz kadın?!. Hudutsuz olmak bilek ister, yürek ister, 200 gramlık kaşar lorunu kızarmış ekmeğe sürüp, işte böyle çıtır çıtır yiyebilmek ister!.. “Eski kaşar” olabilmekse emek ister… Senin gibi zibidilerin yiyeceği nane değil o… Yürü git işine, bi daha görmiyim seni buralarda!.. Bu kez sağlam çekerim kulağını, ona göre bak!

Diğer Haberler