Biraz sohbet edelim mi bu gün?
Hadi biraz geçmişe de dalalım?
Bugün hala Muradiye Külliyesi’nde üstü doğadan gelebilecek her türlü etkiye, yağmura, kara, doluya açık bir türbede misafir ettiğimiz Osmanlı’nın 6’ncı padişahı, Fatih Sultan Mehmet’in babası Sultan İkinci Murat, “iktidar” hırsından kendisini arındırabilmiş çok nadir hükümdarlarından biridir tarihte bana göre.
“Gerekdir-kim idem âheng-i uzlet, koyub gayri tutam nefsi ülfet” diyebilecek kadar da kendini aşmış bir insandır.
Sultan Murat 1443 yazında Karaman Beyi İbrahim’i Anadolu’da yendikten sonra Edirne’ye döner ve bir Hristiyan ordusunun Tuna’nın güneyindeki Osmanlı topraklarını istila etmeye başladığı haberini alır.
Sultan Mehmet tahtın vârisidir artık o dönemde.
Bu Hristiyan ordusu Murat’ın önderliğindeki Osmanlılar tarafından durdurulmuş, Şehzade Mehmet de artık Manisa’dan, Edirne’ye getirtilmiştir.
İlkin Çandarlı Halil Paşa’nın denetiminde “kaymakam” olarak bırakır ardında oğlunu Sultan Murat, kendisi de yine isyan eden Karamanlıların üzerine yürümek için tekrar Anadolu’ya geçer.
Devam eden yılın Ağustos ayında Mihaliç’te yeniçeri ağası Hızır ve diğer beylere tahttan oğlundan yana resmen çekildiğini duyurur ve ordusunu Edirne’ye gönderirken kendisi de Bursa’da kalır.
Sultan Murat’ın tahttan çekilmesi o sıra devletin direksiyonunu elinde tutan Çandarlı Halil Paşa’yla, istikbalin padişahının yanında saf tutmuş olan Şahabeddin, Zağanos ve Turahan Paşalar arasındaki iktidar savaşını çok erken başlatacaktır böylece.
Ne var ki, Çandarlı’nın eline fırsat çabuk geçer.
Yeni bir haçlı seferinin başlayacağı haberleri üzerine halk Edirne’yi terk etmeye başlar o günlerde.
Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’nın çağrısıyla Edirne’ye gelen Sultan Murat da Varna’da Hristiyan ordusunu yine perişan eder bu kez de.
Zağanos ve Şahabeddin Paşalar Sultan Mehmet’i otoritesini sağlamak için bu savaşa götürmek isteseler de Çandarlı Halil buna mani olur ve o sıra tahtta oğlu oturduğu halde Sultan Murat’a padişah muamelesi yapar.
Biliyor musunuz, Osmanlı’da da aslında “siyasi partiler” vardı!
O siyasi partiler de şehzadelerdi!
İnsanoğluna dair dünyada hangi hareket varsa onu çözebilmek için ardında çıkar ve para arayacaksınız, paranın izini sürmeden hiçbir zaman doğru noktaya ulaşamazsınız; çünkü her şey “ekonominin” kendi kuralları içinde şekillenir tüm dünyada.
İşte, Osmanlı devletinin sağlayacağı ekonomik imkanlardan pay kapmak isteyen ağalar, paşalar da en baştan itibaren bir şehzadenin etrafında kümelenirler, bazen de sıranın doğal yollarla kendilerine gelmesini hiç beklemeden bir ihtilal ya da suikastle padişahı tahtından indirerek, yerine kendilerinin desteklediği başka bir kişiyi getirmeye uğraşırlardı.
Nitekim Fatih Sultan Mehmet de aynı akıbete uğrayacak, kalaysız bakır bir kabın içine konulan cıvayla kaynatılmış suyun yemeklerine karıştırılması sonucu yavaş yavaş zehirlenerek öldürülecekti!
Karaciğeri mahvederbu zehir, Atatürk’ün de aynı yöntemle öldürüldüğü rivayet edilir örneğin!
Aralarından deli ya da akılsız olanları hariç ki, onlar da tez zamanda tahttan indirilmişlerdi zaten, hiçbir hükümdar tek başına hareket etmez, edemez, mutlaka kendisini oraya getiren, orada tutan ekibine, bakanlar kuruluna, ağalara, paşalara ve hatta Şeyhülislama danışmak zorundadır çünkü!
Eğer bir hükümdar bunun aksini yapıyorsa en yakınındakiler de dahil olmak üzere çevresindeki herkes yeni bir düzen alıp, bu kez o padişahı düşürmek için uğraşmaya başlar.
Kendi öz oğlunu, torunlarını öldürten sultanların hikayeleriyle doludur Osmanlı tarihi.
Bu gün de aynı şeyler geçerli, “iktidar” kavramı var olduğundan beri hep aynı her şey.
Demek ki neymiş?
Öncelikle hiç kimse tek başına ülkesini yönetemezmiş; yönettirmezlermiş!
İktidara kimin geleceğini, gelmek yetmez, kimin orada kalacağını belirleyen her zaman paraymış!
Sultan Murat 1446’nın Mayıs ayında Sadrazam Halil Paşa’nın çağırmasıyla bir kez daha Edirne’ye, tahtına geri döner.
Mevcut iktidardan nemalananların çıkarları bunu gerektirmektedir çünkü!
Devlete “Çandarlı Sülalesi” ve onlardan beslenenler hakimdir o sıra!
Bu arada haberiniz olsun, Çandarlıların hepsi İznik mezarlığında yatıyor, rahmetli Kaymakam Hüseyin Avcı oraları da restore ettirmeye başlamıştı geçmişte, her şey bıraktığı gibi öylece duruyor!
Halil Paşa bir düzmece yeniçeri isyanı düzenleyerek sağlamıştı Murat’ın yeniden tahta dönüşünü.
Genç Mehmet’se, Manisa’ya geri gönderilmiş, Zağanos Paşa da Balıkesir’e sürgüne gitmişti.
Fatih’in, Manisa’daki ilk yıllarında ne yaptığına dair elde çok fazla bilgi yoktur ancak muhtemelen orada bol bol mesir macunu yemiş olmalı ki, Arnavut kökenli Hristiyan bir köle olan Gülbahar Hatun’dan ileride kendi yerine padişah olacak Bayezid’i yaptığı kesin bilgidir.
Babası Murat soğuk bir Şubat akşamı 1451’de öldü.
Edirne’den gelen haber üzerine atına atlayıp yıldırım gibi yola koyulan Mehmet’in, “beni seven ardımdan gelsin” dediği rivayet olunur.
Fatih, devlet içindeki gücü nedeniyle Çandarlı’yı ilkin görevinde tuttu.
İshak Paşa’yı da Anadolu Beylerbeyi atayarak babasının cenaze törenine eşlik etmesi için Bursa’ya gönderdi.
İlk icraatı Sultan Murat’ın İsfendiyaroğulları beyinin kızından olan sekiz aylık oğlu Ahmet’i boğdurtmak oldu.
Kardeş katli yasası da yürürlüğe girdi böylece.
Her şeyden öte lalaları Şahabeddin ve Zağanos Paşaların ve dahi onların etrafındaki cümle alemin devri başlıyordu artık, Fatih dönemine kadar Osmanlı’ya sadrazamlar yetiştiren Çandarlılarsa tarihin tozlu rafları arasındaki yerlerini almak üzerelerdi.
İstanbul’un fethinin ardından gerekçeler bulunarak önce Yedikule, Altın Kapı’da kırk gün hapsedildi Çandarlı Halil Paşa, ardından gözlerine mil çekildi; başını eğeceği yerde padişahın gözüne doğru dik dik baktığı rivayet edilir!
10 Temmuz 1453 günü de Edirne’de idam edildi Halil Paşa.
İdam edilen ilk Osmanlı sadrazamıdır Çandarlı Halil, dediğim gibi o da İznik’te yatmaktadır; gazeteci Cengiz Çandar’ın büyük büyük dedesidir!
Tarihe büyük bir kahraman olarak geçen Fatih’in cenazesi daha ilk dakikadan itibaren başlayan iktidar mücadelesinden ötürü sarayda tutulduğu karanlık bir odada 3 gün 3 gecenin ardından feci şekilde kokmaya başlar bunu biliyor muydunuz?!.
Aynen Hazreti Muhammet vefat ettiğinde daha sonra halife olacak Ebubekir, Osman ve Ömer’in bir eve çekilerek günlerce birbirlerini yemeleri gibi bir taht kavgası başlar Osmanlı’da da.
Bugün pek çok Müslüman hiç bilmezİslam peygamberini Hazreti Ali’nin gömdüğünü, birbirleriyle kavga etmekten fırsat bulup da haberi nice sonra alan diğerlerininse kendilerinin de bulunacağı bir tören eşliğindeyeniden defnetmek için mezarından çıkarmaya kalkıştıklarını!
Tahnit işlemini yapmak için gelen görevli çıkaramaz Fatih Sultan Mehmet’in kıyafetini üzerinden, o sıcak yaz günlerinde ceset kokmuş, giydiği elbise derisine yapışmıştır!
Makasla kesip güçlükle alırlar üzerindeki kıyafetini, o kesilmiş gömlek ve potur bu gün hala Topkapı Sarayı’ndadır.
İktidar, para, hırs ve güç böyle bir şeydir işte, en kudretli hükümdarları bile öldükten sonra kokutur daha mezara girmeden!
Adına “parlamenter demokrasi” filan diyorlar ama inanmayın siz, laf o, Türkiye’de de aslında bir “padişahlık” sistemi var ve hala sürüyor bilmem ne kadar farkındasınız?!.
Bir şehzade gidiyor, diğer şehzade geliyor hala!
Ama siz siz olun padişaha değil, en başta söylediğim gibi, o sultanın etrafında kümelenmiş çıkar gruplarına bakın asıl!
AKP iktidarına dek devletin rantını askeri ihalelerden tutun da petro kimyaya, demir çeliğe, ilaç sanayine, hatta büyük köprü ve inşaatlara varıncaya kadar “İstanbul dükalığı” yani, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra palazlanmış dev holdingler yiyordu!
Yavaş yavaş büyüyen ve artık “pastadan biz de pay isteriz” diyen Anadolu sermayesinin şehzadesidir Recep Tayyip Erdoğan.
Onun iktidara gelişiyle birlikte devletin büyük işleri bu ülkenin kaymağını 90 yıldır yiyen büyük holdinglerden alınmış, rant Anadolu sermayesine verilir olmuştur.
Fotoğrafın arkasındaki insanların öyle sizi kandırdıkları gibi Cumhuriyetle, demokrasiyle filan hiç ilgilendikleri bile yok; onlar ellerinden kayıp giden para ve gücün yeni başkanlık sistemiyle ilelebet yok olmasından endişeliler!
Kaldı ki yeni Cumhurbaşkanlığı sisteminde ne demokrasinin gittiği var elden, ne de Cumhuriyetin; tam tersi halkın daha geniş bir şekilde onaylayacağı güçlü, muktedir hükümetler kurulacak bu sayede ileride!
Uzun yıllardır sözünü ettiğim “İstanbul dükalığının” borazanlığını yapan şu CHP nedir, deve midir yoksa kuş mu, anlayan var mı aranızda?
“Demokrasi elden gidecekmiş!..”
Ne alakası var?
Mesela şu an CHP’de her şey Kılıçdaroğlu’nun iki dudağı arasında değil mi zaten?
Dilediğini milletvekili, istediğini parti meclisi üyesi yapmıyor mu?
Şimdiye dek son derecede adaletsizseçim sisteminden, seçim barajından bahsettiğini duydunuz mu hiç siz bu çakma Gandi’nin?
Alternatif bir çözüm, farklı bir model, yeni bir proje ortaya koyabiliyorlar mı CHP’yi şu anda yönetenler?
İstanbul baronları tarafından CHP’nin en tepesine dek çıkarılan Gürsel Tekin’in fotoğraflarını gördüm geçen akşam internet sitelerinde, buralara “hayır” propagandası yapmaya gelmiş; yahu bu adam değil miydi daha dün İstanbul İl Başkanıyken çarşaf açılımı yapıp, kameralar önünde kara çarşaflı kadınları partiye üye kaydeden?
Baş örtüsüne dahi laikliğe aykırı diye daha dün karşı çıkanlar bunlar değil miydi?
Her şeyleri sahte bunların!
Hiçbir söylemlerinin altı dolu değil.
Başkanlık sistemi geldiğinde muhalefet de kendini toplayacak, kendine çeki düzen verecek böylece.
Ne diyorduk?
Tayyip Erdoğan’lar gelir gider…
“Güçlü iktidarlar tarafından yönetilsin bu memleket, bir Anayasa kitapçığı fırlatıldığında bunun bedelini artık bu ülkede yaşayan insanlar ödemesin” diyorduk!
“Sen bu güne dek sandığa gidip oy verirken, bu ülkeyi yönetenleri senin tercihlerin mi belirledi sanıyorsun? Bu memlekette demokrasi filan yok, hiçbir zaman da olmadı! Dinle, propagandayla geniş halk kitlelerinin gözü hep boyandı, yine boyanacak, boşuna k.çını yırtıp durma” diyorduk!
“Evet-hayır savaşı devletten maması kesilmişlerle, şimdi nemalananların yürüttükleri bir mücadele, sen sadece piyon olarak kullanılıyorsun, sıkma canını” diyorduk!
“Meclis otursun kanun yapsın. Denetleme gücünü de eskiden olduğu gibi aynen kullansın. Fakat artık arıza çıkarmayacak şekilde kullansın. Milletvekilleri birbirlerine sövmesinler, ‘gel lan buraya’ diye bağrışmasınlar, orayı kilitlemesinler.Yumruklaşmasınlar. Halkın büyük bir çoğunluğunun seçip güvendiği kişiyse kabinesini kurup ülkeyi yönetsin. Memlekette istikrar olsun, bundan kime ne zarar” diyorduk!
“Bu dünya Fatih Sultan Mehmet’lere, Sultan Süleyman’lara kalmamış, Tayyip Erdoğan’a mı kalacak?
Hiç kimsenin demokrasinin, hukukun, daha adil bir gelir paylaşımının, daha az vergi ödemenin, iyi bir seçim sisteminin peşinde olduğu filan yok, esasında sana giren çıkan bir şey de yok, yok ‘evet’ti, yok ‘hayır’dı diye ne gıvçıklanıp duruyorsun, otur yerine işine gücüne bak, referandum günü de ne düşünüyorsan git kullan oyunu” diyorduk!..