Valla, kimilerine garip gelebilir ama tüm yaşamım boyunca hiç takım tutmadım.
Kendi şehrimin futbol kulübünü, milli takımı filan destekledim elbette ama hiçbir zaman fanatik taraftar olmadım.
O duyguyu da anlayamadım açıkçası…
Bursaspor küme düşüyor, adam tribünde oturmuş hüngür hüngür ağlıyor!
Belki evde çoluk çocuk aç!
Belki o maça gitmek için cebindeki son parasını harcadı.
Tek menfaati “bir yere ait olma” güdüsünü tatmin etmek!
Toplam beş ana konuda özetliyor Maslow insanoğlunun ihtiyaçlar hiyerarşisini:
1-Fizyolojik İhtiyaçlar: Açlık, susuzluk ve buna benzer temel yaşamsal ihtiyaçlar.
2-Güvenlik İhtiyacı: Dış faktörlerden kaynaklı tehlikelerden korunma.
3-Sosyal İhtiyaçlar: Aidiyet, sevgi, kabul görme, sosyal yaşam vb.
4-Değer Verilme/Saygınlık İhtiyacı: Statü, başarı, itibar, tanınma.
5-Kendini Gerçekleştirme: Gelişim, bir işi başarıyla tamamlama, yaratıcılık.
Bursaspor Kulüp Başkanı Ali Ay 4 numaralı güdüsünü tatmin etmeye çalışırken, taraftar da 3’ncü sıranın peşinde.
Bi tık var aralarında.
Kulüp başkanı nemalanır, yönetici faydalanır, topçusu, menajeri, masörü yalanır; ortada trilyonlar döner, bunların hiç biri göz yaşı dökmez, garibanım taraftar oturur hüngür hüngür ağlar!
Marmara Gazetesi Yazarı Can Ertan kaleme almış, ilginç bir tespit olduğu için ben de paylaşayım, şöyle diyor geçen gün yazısında:
“Koyu bir Beşiktaşlı olan sevgili dostum psikiyatrist yazar düşünür Kaan Arslanoğlu takım tutuyor olmamızı kabile kültürüne bağlar.
Kaan evrimci psikiyatrist olarak şöyle der:
“Çok açıktır, bu duygusallığımız yüz binlerce yıllık avcı-toplayıcı yaşantımızdan kaynaklanıp genetik kodlarımıza kazınmış kabile ruhunun yansıması. (…) Pek çok konuda ayrı düşünebilir, birbirimizi kendi aramızda sevmeyebiliriz kabile mensupları olarak ama iş başka kabilelere karşı tavra geldi mi, orada akan sular durur.’’
Kaan Arslanoğlu ekliyor:
“Kabile kültürü eşitlikçidir. Takımı yenildiğinde bir fabrikatörün de bir kapıcının da uykusu kaçar. Sabah bu ikisi eşit birer birey gibi dertleşebilirler. Ama birkaç dakika. Şu emperyalist kapitalizm çağında genlerimize işlemiş kabile kültürümüz tek başına bu büyük yanılsamayı ortadan kaldıramaz, aksine o yanılsamanın uzamasına neden olur.’’
Demek ki bu kabile kültürü bende hiç olmadı!
Futbol kültürü, İngiltere’de yeşermesinin ardından Osmanlı topraklarına ilkin İzmir’den gayrı müslimler vasıtasıyla giriyor; sonra da İstanbul’a atlıyor.
Mesela Fenerbahçe’yi İstanbullu Rumlar kuruyorlar.
Fener Rum Patrikhanesi’nin de desteği var işin içinde.
“Papazın çayırı” denilen yerde yapılan maçları izlemeye hafta sonları sadece Rum aileler gidiyorlar.
Beşiktaş’ı kuransa Türkler.
Hatta Beşiktaş Kulübü üzerinden Anadolu’ya silah bile kaçırılıyor o zaman.
Milli mücadele döneminde yapılan maçlarda tüm Türkler Beşiktaş’ı desteklerken, Müslüman olmayanların tamamı Fenerbahçe’yi tutuyor!
Hadi çık işin içinden çıkabilirsen!
“Taraftar olma” meselesi “kabile kültüründen” gelirmiş anladık; peki ya yıkılan şu eski stadı hala anıp duranlara ne demeli?
Yok efendim, Bursaspor’un küme düşmesi o stadın yıkılmasıyla başlamış mış!
Hadi canım sen de!
Sen alt yapıyı ehil olmayan insanların eline bırak, yanlış transferler yap, har vurup harman savur, sonra da işi yıkılan stadyuma bağla!
Bu da işin tapınma kısmı oluyor!
Bir mekanı ya da objeyi kutsallaştırıyorlar insanlar önce!
Orası onların gözünde tavaf edilesi kutsal bir alan halini alıyor sonra.
Bir de “Atatürk” adını yapıştırıyorlar mı üstüne!
Dön baba dönelim!
Kimse senin geçmişte maç izlediğin alanı çalıp götürmüyor, arazi aynı yerde duruyor, git otur oraya, anı tazele; karışan mı var?
Hala 150 bin yıl öncesindeyiz bence, bir arpa boyu yol gidemedik henüz.