Yazarlar

Gader mahkumuyuk!

post-img
Masmavi gözleri vardı.   Geçen hafta çok kısa bir süre misafir edildiğim Bursa Yarı Açık Cezaevi’nin yemekhanesinde “şartlı salıverilme” dilekçemi yazmaya başladığımda “Buyur dayı” dedi önce, “uğraşma, sadece boş yerleri doldur, yeter”.   Yarım sayfalık matbu formu önceden yazıp hazırlamış bir kağıda.   Kıyamam!   Belli ki yeni gelenlerden üç-beş kuruş bahşiş alma peşinde.   Henüz yirmili yaşlarda.   “Vay” dedi ardından, “daha yeni geldiğin halde hemen senden dilekçe alıyorlar, kimsin abi sen ya?!.”   Evrağı kaleme teslim edip, gereği için beklemeye koyulduğumda “çay içer misin” diye sordu bu kez?   Tertemiz yüzlü, mavi gözlü, gencecik bir çocuk…   Belli, en büyük takıntısı o, “Annemle babam ayrı benim abi” dedi hemen sonra.   Babası alkolikmiş,  uzun yıllar önce terk edip gitmiş evi, nerede, ne halde olduğu da belli değil hâlâ.   Sonra, anne de kayıp oluyor ortadan.   Mümin’i anneannesi büyütüyor.   Ardından sokaklara düşüyor çocuk.   “Ne yiyip, ne içiyordun” diye soruyorum?   “En son Zafer Plaza’nın oradaki çay ocaklarında günlük yevmiyeli çalışıyordum” yanıtını veriyor.   -Peki, nerede kalıyordun kışın?   Muradiye Devlet Hastanesi yoğun bakım ünitesinin “hasta yakınları” bölümünde barınıyormuş geceleri.   Allah onlardan razı olsun, orada 3-4 evsizin kalmasına müsaade ediyormuş hastane yönetimi.   Baş Memur anlattı, izine çıkarmışlar onu geçenlerde, gidecek yeri olmadığı için erkenden dönüp gelmiş geriye!   Daha sonra cezaevi yönetiminden de teyit edecektim, sordum, “Peki, var mı uyuşturucu ya da madde bağımlılığın?”   “Yok abi” dedi, “kesinlikle yok. Hem öyle olsa beni burada yemekhane sorumlusu yaparlar mıydı?”   Sonra, bir telefon kartı uzattı, belki yakınlarımı arama ihtiyacı hissederim diye.   Çocuğun saflığı ve garibanlığı yüzünden büklüm büklüm akıyor.   İki ay sonra çıkacakmış dışarı.   “Peki” dedim, “hani böyle yol kıyılarında çalışan otoparkçılar var ya? O işi yapabilir misin çıkınca?”   “Yaparım abi” dedi, “ama kalacak yerim yok. Bir evim olmayınca mahcup kalmayayım sonra sana!..”   Şeyi düşündüm ilkin…   Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’a rica edeyim, Mümin’e mesela BURBAK’ta bir iş versin, sonra hani ayda 250-300 lira parayla kiraya verilen odalar var ya?   İşte onlardan birinde kalır, kendine kendince bir yaşam kurar sonra.   Çıkınca arayacak, verdim telefonumu.   Nietzsche’nin çok sevdiğim bir lafı vardır, “Seni öldürmeyen düşman güçlendirir” der ünlü Alman filozof.   İnsan düne göre çok daha güçlü oluyor ama…   Geçmişte sevdiğin, aşık olduğun, hasretinden yerinde duramadığın, bir yastığa baş koyduğun bir insanın hınçla, öfkeyle, yalan yere, yalancı şahitlerle sana zarar vermeye çalışması ne yalan söyleyeyim, insanın içini acıtıyor be!   Hele hele, kendince amacına ulaştıktan sonra sağı solu arayıp da “gördünüz mü” diye böbürlenmesi “kabir azabı” kadar koyuyor insana?!.   Yaklaşık on yıl kadar her halini yaşadım, hasta olduğunu zaten biliyordum ancak, bu kadar ilerlediğini hiç tahmin bile edemezdim, çok üzüldüm yine, çok acıdım ona, içim burkuldu.   Allah onun da yardımcısı olsun, ne diyeyim?..   Benim her şeyim açık, her bi şeyim meydanda…   Kimden neyi saklayacağım ki?   Kininde, nefretinde her gün boğulanların karşısında insanın her köşede dostlarının, sevenlerinin olması muhteşem bir şey.   Bunu yaşayıp hissetmek olağan üstü bir duygu.   Ha! Bu arada, şimdiki infaz sistemine göre 4 yılın altındaki hapis cezalarında içeride yatmıyorsun, şartlı salıverilip,  haftanın belirli günlerinde karakola giderek imza atıyorsun, hepsi o kadar!   Şu Selim var ya, hani Selim Yedikardeş?   Karısına araba alıp, üzerine fiyonk bağladıktan sonra hediye eden, sonra da fotoğraflarını çekip Facebook’tan paylaşan görgüsüz, sonradan görme herif?   Ben bunun o hallerini yazmıştım geçmişte.   Mart kedisi gibi hem yapıyor, hem de bağırıyor, ardından  mahkemeye verdi bu adam beni!   Sonra, mahkeme de almadı yazarınızı, hakkımda beraat kararı verdi!   Bu Selim, belli ki “ileride ne olur, ne olmaz” diye düşünüp, “Bursa Cezaevi’ni Koruma ve Kollama Derneği’nin yönetim kuruluna” girmiş; geçen yıl 23 Nisan’da yapılan “çocuk mahkumlar” etkinliğinde görmüştüm oralarda sürtünürken onu.   Belli ki gardiyanlardan biri haber vermiş benim kısa bir süre orada misafir edildiğimi.   Aynı günün akşamında da yine Facebook’tan gevelemiş, sanki kendisiyle ilgiliymiş mesele gibi.   Bunun üzerine sanki ben hâlâ cezaevindeymişim, tutuklanmışım gibi dedikodular türemiş ortalıkta.   Ne münasebet!   İşlemleri bir an önce bitirebilmek için sevgili arkadaşım, dostum Yeşim’le (Eroğlu) birlikte gidip müracaat ettik oraya.   Adalet sisteminde Türkiye’nin efsane isimlerinden Bursa Ceza İnfaz Kurumları Baş Müdürü Sabri Karataş’ın çayını içmiş oldum böylece.   Şeker şerbet gibi tatlı bir adam Sabri bey.   Hem devletin demir yumruğunu, hem de şefkatli kucağını temsil ediyor orada.   Ülkede eşi benzeri, emsali yok…   Geçen aya kadar Bursa Kapalı Cezaevi Konfeksiyon Atölyesi’nde eski parayla 24 buçuk trilyon ciro yapmış, bunun 5 buçuk trilyon lirası net kâr!   İmralı, Gemlik ve Bursa olmak üzere üç zor kurumu birden sorunsuz yönetiyor Sabri Karataş ve ilaveten devlete her ay yaklaşık 500 milyar lira da para kazandırıyor.   Her gün 5 bin kişilik yemek, tam 5 bin adet ekmek üretiliyor orada.   Şimdi, gidilip öpülmez mi böyle bir adam?   Öpülür.   “Seni öldürmeyen düşman güçlendirir” diyor Nietzsche.   Bir de işte böyle yeni yeni dostluklarla zenginleştiriyor.   Düne göre çok daha güçlü, çok daha dayanıklıyım yaşamın getireceği diğer zorluklara karşı.   Çok şükür, her şeyim tam, yüzünü bir daha asla görmek istemememe rağmen bir sendin noksan.   Şimdi sen de öldün işte, Allah gani gani rahmet eylesin.

Diğer Haberler