Çadır kurardı rahmetli, ömrünün son on yılında her yaz Kocayayla'ya...
Bir tane de ben almıştım yanına, hafta sonları çoluk çocuk giderdik.
Her sene bir ya da iki adet de at alırdı köylülerden bizler binebilelim diye.
Koşum takımları üzerlerinde olmadığı zaman gün içinde ayaklarından uzun bir urganla bağlar, hayvanlar böylece rahat şekilde gezinip, otlayabilirlerdi yaylakta.
Bir sabah kalktım, "Git şu çadırların oraya" dedi, "çeri başı Hüseyin'i bul. Atın halatını çalmışlar akşam, al ve buraya getir".
"Çadırlar" dediği oba, her sene oraya gelip, panayır kuran çingenelerin konduğu yer.
Gittim aralarına...
İşaret parmaklarıyla gösterdi Hüseyin'in çadırını çevrede oynayan saçı başı birbirine karışmış sümüklerini yalayan çocuklar.
Önünde bir kadın, belli ki sadece tek kabı olan alüminyum bir tencerenin içine poşetten alarak taze fasulye ayıklayıp koyuyor.
İçeride bir küçük tüp, bir döşek, bir yorgan var sadece, hepsi o kadar; ha bir de yerde serili kilim.
Çeribaşı Hüseyin sağ kolunu büküp, başını üstüne dayamış, yemek pişene dek şekerleme yapıyor bir kenarda.
"Ben" dedim, "ta şu ilerideki çadırın sahibinin oğluyum, bizim urgan varmış galiba sizde"?..
Hiç lafı eveleyip gevelemedi...
"Karı" dedi, yan tarafta Nuh'u nebiden kalmış bir Skoda kamyonetin kasasını göstererek, "te şurdan al da veriver halatı"!..
Bu kadar da doğal yani...
Çalmış ya da çaldırmış atın urganını akşamdan, "sabah aramaya gelebilirler" ihtimaline karşı da aracın kasasında beklemeye almış!..
İşte o gün ne kadar da özenmiştim o yalın, doğal hayata...
"Para versem hiç olmazsa bir aylığına beni de aralarına kabul ederler mi acaba" diye düşünmüştüm?
İnsanı yoran hiçbir eşya, meşgul eden hiçbir teferruat yok...
İhtiyacın olduğu kadar tüket, lüzumu kadar kazan, gerektiğinde aşır, yat, uyu, canın istediğinde seviş...
Akşamları açık havada uzanırken gökyüzünden ellerinle yıldız topla...
Galaksiler arasında gezinerek düşler kur...
Çoban Yıldızı'na bakarak maziyi anımsa...
Sabah çiğ düşsün yüzüne, üşüyünce sevdiğine sarıl.
İnsan niye çalışır ki zaten?
Kendine dilediği gibi geçirecek zaman satın alabilmek için değil mi?
İşte onun için, bayılırım çingenelerin yaşamlarına...
Son yıllarda moda oldu, kendilerine "Roman" diyorlar...
Roman ne ya?!.
"Rum" ya da "Roman", "Roma kalıntısı" demek; "Roma İmparatorluğu'ndan geriye kalan halklar" manasında...
Çingenelerin ne alakası var Roma'yla?
Binlerce yıl önce kıtlık ve açlık nedeniyle iki tekerlekli at arabalarına binip, Hindistan'dan dünyanın her köşesine göçmüş insanlar onlar...
Te bakıver, genetik özellikleri bile hala aynı...
Esmer tenli, vücutlarının bir köşesinde mutlaka et beni olan, ataları Ganj Nehri'nde yıkanmış özgür, esmer vatandaşlarımızdır çingeneler.
Kimileri onları hor görüp, "buçuk" yerine koyar; ha sittirin oradan!..
Çal bir çiftetelli de göbecik atarak dinle, onlar mı buçuk, yoksa sen misin az buçuk iyice anla?!.
Çingeneler olmasaydı bu coğrafyada ne kadar da eksik kalırdık farkında mısınız?
Peki, çoğu esmer tenliyken bazıları da açık tenli hatta sarışın olur farkında mısınız?
Peki neden?
Ah be gülüm!
Ne dramlar vardır, ne acılar yaşanmıştır bu topraklarda, eğer gerçekler anlatılsa yer gök ağlar da sular seller basar her yanı...
Aynen PKK'yı yarattıkları gibi, Ermeni Devrimci Federasyonu adıyla kurdurulan Taşnak mensubu hainlerin doğuda katliama girişip, etnik temizlik yapmaya başlamalarının ardından Osmanlı, hele hele Rus tehdidinden de çekinerek buralarda yaşayanları Suriye ve Kafkaslara doğru göç etmeye zorluyor ya o vakitler?..
"Ermeni" dediğin insanlarla bin yıllar boyunca kardeş gibi yaşamış atalarımız; müzikleri müziğimiz, yemekleri aşımız, ustalıkları yapımız olmuş, kimsecikler girememiş aramıza...
Ta ki vahşi kapitalizm hortlayana kadar!..
Düşün, buradan ailenle birlikte göç ediyorsun...
Ve biliyorsun ileride haramilerin sizi beklediğini, üç vakit sonra soyularak, çoluk çocuk öldürüleceğinizi...
Yolda konar-göçer çingene topluluklarına rastlıyorsun...
Ve bari evladım ölmesin, yaşasın diye kızını onların yanına bırakıp geçiyorsun için kan ağlaya ağlaya!..
Anladınız mı şimdi beyaz tenli çingenelerin nereden geldiğini?
Asla soykırım olarak tanımlanamayacak lakin, ortada bir Ermeni katliamı var mı var?..
Şu gerçeği bilmiyor gençler:
Onları öldüren Türkler değil, asıl Kürtlerdir, Kürtler!..
Adam elinde mavzeri pusu kurmuş göç hattına...
İleriden gelen erkeğin ayağında gıcır gıcır dana derisinden körüklü çizmeleri, yelek cebinde köstekli saati, cebinde fazlasıyla parası var...
"Ciuvv!.."
Basıyor mermiyi!
Sadece onunla da kalsa!..
Kadınını kızını alıp, kendine karı yapıyor üstüne!
Ve şimdilerde ortalıkta "HDP'liyim" diye gezenlerin nineleri olan o kadınlar ki, Kürtlerden olan çocuklarına derin bir Türk düşmanlığı ve kin aşılıyorlar!
Ortalıkta kalkıp da "soykırım" lafı eden soysuzların hepsinin mayasında, hamurunda, suyunda bu kinin tohumları vardır, hiç şüphe etmeyin!
Kaldı ki Kürtler'le, Ermeniler arasındaki husumetin kaynağını anlamak için önce "Birinci Sason İsyanı'na" bakmak yeter...
Sason günümüzde Batman iline bağlı bir ilçe olmakla beraber Diyarbakır'la, Muş arasında kalan dağlık bir bölgedir.
Bu vadi Silvanlı Bekran Aşireti'nin yaz aylarında yaylak olarak kullandığı bir yerleşim yeridir.
Sene 1875'ken bölgede üç Ermeni köyü var ancak, zamanla bunların sayısı on dörde çıkmış ve yörede Ermeni nüfusunda hızlı bir artış yaşanmış.
Bölgedeki aşiretlerle kavga buradan başlıyor.
Daha sonra Damadyan isimli bir Ermeni Sason'a gelerek yerel halkı örgütlüyor...
Ve bunlar başlıyorlar Kürt katliamı yapmaya...
Ve isyan ve isyan ve isyan...
İşin asıl gerçeği, daha sonra Suriye ve Kafkasların geçiş noktasındaki Kürtler katletmişlerdir Ermenileri...
Paralarından iş, karılarından çocuk yapmışlardır...
Bu günün PKK'sını kurup savunanlar da o çocukların dölüdür.
İşin doğrusu budur.
Başka yerde aramayın hakikati