Yazarlar

Hamam

post-img
Çocukluğumda annemin önce o iri kuzine sobaya odun doldurup bahçeye bakan giriş kattaki odayı iyice ısıttıktan sonra perdeyi kapatması, ardından da dört kardeş bizi galvaniz bir leğenin ortasına oturtarak sırayla köpük köpük yıkaması haftalık, değişmez bir ritüeldi.   Kıpkırmızı olurdu sobanın borularına dek her yeri, o müthiş ısı çıplak minik bedenlerimize dek ulaşıp kızartırdı, üşütmemizden çok korkardı annem.   Önce kocaman yeşil bir kalıp sabunla orlondan el örgüsü desenli bir sabunluğu iyice köpürtür, ardından da onunla vücudumuzu ovalardı.   Arkasından kese gelirdi, kese olmazsa olmazıydı ev hamamının.   En son başımı yıkarken o kadar sıkmama rağmen göz kapaklarımdan içeri kaçan sabun nasıl da feci bir şekilde yakardı gözlerimi o sıralar anlatamam.   O son bölüme karşı çıkıp zırladığım için kafama pat pat birkaç sabun yemişliğim de vardır hani!   Bununla birlikte yine haftada bir de ayrıca hamama gidilirdi.   Haftanın sadece belirli günleri yakılırdı Keles’te Yakup Çelebi Hamamı.   Rahmetli Hamamcı Hamdi bir günü kadın ve çocuklar, bir günü de erkekler için ayırırdı.   Bursa’ya taşındıktan sonra da sürdürdü aynı geleneği Mürüvvet hanım.   Aramızda fazla yaş farkı bulunmayan bizleri civciv yavruları gibi el ele etrafına toplayarak her hafta mutlaka hamama götürür, ayrıca orada da paklardı.   Şu hani komik Yeşilçam filmlerine de konu olan sahneyi bendeniz bizzat yaşamış biriyim!   Şimdi hediyelik eşya mağazasına dönüştürülen yerde 1970’li yılların başında “Yeşil Hamamı” vardı.   İlkokul üçüncü sınıfa gidiyorum.   İlerlemiş yaşıma ve itirazlarıma rağmen valide en büyük evladı olan bendenizi de ısrarla kadınlar hamamına götürmeyi sürdürüyor!   Anneleriyle birlikte oraya gelen benim yaşıtım kız çocuklarının üzerlerinde hiç bir şey yok.   Ee merak bu ya, gözüm dalmış onlardan birine herhalde, “hanım hanım” dedi kızın annesi bağırarak, “kocanı da getireydin bari! Bu yaşta kazık kadar çocuk kadın hamamına mı götürülür?..”   O günden sonra utançtan dolayı hiçbir kuvvet beni bir daha annemin kafilesine katamadı!   Bursa muhteşem bir şehir; üstelik de o kadar şanslı ki burada yaşayanlar, dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek güzellikte, üstelik de kent merkezinden fışkıran kaplıca sularına sahipler.   Yeşil Hamamı’ndaki o kahredici talihsiz protesto söylemi yaşandıktan sonra bu kez de babama transfer oldum.   Eski kaplıca ve Kükürtlü Hamamları o sıralar gözüme derya kadar büyük görünen havuzlarıyla birlikte ne kadar da muhteşemdiler.   Yıllar boyu her hafta bu kez de kaplıcalara gittik babamla.   Bursa’da kaplıcaların haricinde müthiş bir hamam kültürü de  vardır ayrıca.   Özellikle 14’ncü yüzyıldan 16’ncı yüzyıla kadar kentin her yanına 50’den fazla ısıtmalı hamam yapılmıştır.   Sağlık ve temizlik kadar ayrıca bir sosyalleşme ve cemiyet alanıdır hamamlar.   Yıllarca gelinlik kızlar oralarda bakılıp seçilmiş, “gelin hamamı, damat hamamı, bebekler için ‘kırk hamamı’, adak hamamı” gibi etkinliklerle çok farklı ve geniş bir kültürel yapı kurulmuştur.   Ha! Unutum.   Üzerinde kanaviçe çiçekler işli pamuklu bir kumaştan “bohça” da  yapardı Mürüvvet hanım hamama gidilirken.   İçine özenle havlular, peştamal, kemik tarak, hamam tası, ipek kese, hamam yaygısı ve sabunların yerleştirildiği pirinç kirdanlık konulur, onunla varılırdı hamama.   Lise son sınıfı Edirne’de, orada asker olan Yavuz dayımın (Ekmekçi) yanında okudum.   Edirne de Bursa gibi payitaht kentlerimizden biri ve orada da çok zengin bir hamam kültürüyle, muhteşem hamamlar var.   Yavuz dayım da hamamda “kese-masaj” alışkanlığını kattı bana.   Önce göbek taşına uzanıp terliyorsun…   Vücutta biriken toksinler yavaş yavaş atılmaya başlarken Tokatlı bir natıra teslim ediyorsun kendini.   Adam seni alıyor, önce Tokat işi kıl örme keseyle bir güzel yuğuyor, ardından da lavanta kokulu köpüklerle yoğura yoğura kılcal damarlarınızda biriken kolestrole varıncaya dek tertemiz edip çıkarıyor.   Son derece sağlıklı bir durum.   Türkiye’deki hamamların hemen hepsini Tokatlılar işletir ve içlerindeki natırdan havlucuya, meydancıdan ayakkabı boyacısına varıncaya dek hepsi Tokatlıdır.   Eskiden Osmanlı döneminde Arnavutlar hakimmiş hamamlara.   Ne zaman ki Lale Devrini sona erdiren “Patrona Halil İsyanı” patlak vermiş, aynen şimdiki FETÖ operasyonları gibi devletten ve de hamamlardan Arnavutların kökü ondan sonra kazınmış!   Patrona Halil ve beraberindekiler Arnavut’muş çünkü!   Ve isyan İstanbul’daki bir hamamda planlanmış!   İsyan deyip geçmeyin, yani tam anlamıyla aynen 15 Temmuz gibi bir darbedir o vakit yapılan şey ki, Lale Devri Sadrazamı meşhur Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın kellesini almasının yanı sıra, Sultan 3’ncü Ahmet’i tahttan indirip yerine, 1’nci Mahmut’u getiren son derece önemli bir operasyondur.   İsyanın önderi Horpeşteli Arnavut Halil’in asıl mesleği hamam tellaklığı.   Donanmada leventlik ve Rumeli’de yeniçerilik yapan, hemşerileri arasında da “Patrona” yani, “koramiral” lakabıyla anılan bir eşbahtır Halil.   İyi de içermiş rahmetli!     1730 yılının 25 Eylül günü bir Mevlut Alayı gününde Beyazıt Hamamı’nda  planlarını yapıyorlar ve 28 Eylül’de de şeriat bayrağı açıp, Kapalıçarşı’ya doğru yürüyüşe geçiyorlar.   Aynen 15 Temmuz akşamı FETÖ’cü askerlerin İstanbul-Kanlıca’da esnaftan dükkanlarını kapatmalarını istemeleri gibi onlar da Kapalıçarşı’daki dükkanları zorla kapattırıp, giriş çıkışları da  engelliyorlar.     Sonra ha babam, de babam Topkapı Sarayı!   Bunların sayesinde iktidara gelen 1’nci Mahmut, Patrona Halil ve yandaşlarından kurtulabilmek için özellikle hamamlarda çalışan Arnavutlar başta olmak üzere tam 2 bin kişiyi yakalatıp idam ettirdi; binlercesini de Anadolu’ya sürgüne gönderdi.   Arnavutlardan sonra hamamlara bir süreliğine Rumlar hakim olsalar da yürütemediler ve yerlerini sıkı bir örgütlenmeyle Tokatlılar aldı!   Bu gün Tokat ve Yozgat’ın orada iki dere arasındaki bütün köyler silme hamamcıdır, sakinleri ülkenin dört bir yanına dağılmış durumdadırlar, sokmazlar aralarına yabancı kimseyi.   Hani bir yılanla sütçünün hikayesi var ya?   Onun aslında Bursa’da, Demirtaşpaşa Hamamı’nda yaşandığı rivayet olunur.   Hamamın külhanından ağzında bir altınla her gün bir yılan çıkıyor, ondan altını alan hamamcı da karşılığında hayvana bir litre süt veriyormuş.   Bu yıllarca böyle sürüp gitmiş.   Bir gün Tokatlı hamamcıya anasının öldüğü haberi varınca da çaresiz memlekete gitmesi gerektiğinden, kendisi yokken nasıl yapacağını oğluna tarif edip Bursa’dan ayrılmış.   Fakat oğlan kurnaz!   Her gün bir tane almak yerine yılanı öldürüp, çıktığı deliği de  genişleterek asil hazineye ulaşabileceğini, böylece bir anda çok zengin olabileceğini düşünmüş.   Ertesi gün tam sütü verecekken arkasında sakladığı tahrayı hayvana doğru sallamış.   Oğlanın böyle bir cahillik yapabileceğini bekleyen yılansa atik bir hareketle oğlanı ısırmış ve kopan kuyruğunu orada bırakarak deliğine geri kaçmış.   Yılanın kuyruğu kopmuş ama oğlan da zehirden oracıkta ölüp gitmiş.   Olan olmuş böylece.   Yasını tutan Tokatlı hamamcı aylar sonra elinde bir güğüm sütle yılanın deliğinin başına gidip ona sulh önermiş, “yaşanan yaşandı, biz kaldığımız yerden devam edelim” demiş?   Çıkıp başını uzatmış yılan.   Demiş ki Tokatlıya, “Ey hamamcı… Sende evlat, bende de bu kuyruk acısı olduktan sonra bizim aramız artık dikiş tutmaz, var git kendi yoluna!..”   Kulakları çınlasın bu kıssayı seçim çalışmaları sırasında Turhan Tayan anlatırdı yıllar önce.   Demirtaşpaşa Hamamını şimdilerde babası Hüseyin efendiyle birlikte oğlu İrfan işletiyorlar.   Onlar da Tokatlı tabii ki.   İrfan son derece konuksever, sıcak, samimi ve güler yüzlü bir çocuk.   Hamama sauna ve buhar bölümü de kurdular.   Hamam kültürü yaşanmadan anlatılmaz.   Evde her gün dilediğiniz kadar duş alıp yıkanın, hamamda kese yapıldığında yine de parmak kadar kir baklaları çıkar vücudunuzdan.   Ünlü yazar, düşünür, konuşur, söylenir dostum Can Ertan’ı da götürmüştüm bir vakitler Demitaşpaşa Hamamı’na.   Ara verdiğinde tellağına sordum “nasıl gidiyor” diye?   Hiç unutmam, “abi” demişti “meslek hayatımın zirvesini yaşıyorum!..”   -Nasıl yani?   “Arkadaşınızdan serçe parmağım kalınlığında, 15’lik çivi uzunluğunda kir baklaları çıkıyor!..”   Hala anar güleriz.   Meğerse en son rahmetli babasıyla birlikte gitmiş hamama çocukluğunda Can, o vefat ettikten sonra da bir daha gidememiş.   Son yıllarda benim Favorim Demirtaşpaşa Hamamı.   Natır Ömer Usta işinin ehli, Tokatlı muhteşem bir hamamcı.   Diğer tellaklar Fatih, İbrahim, Selahattin, Fikret, Recep, meydancı Emrah’la, Şuayip ve artık neredeyse nesli tükenen ip kullanarak ağda yapan eski ustalardan Berber Ahmet, hepsi de efendi, saygılı insanlar.   Hani Nasrettin Hoca hamama gitmiş, o gün kendisiyle hiç kimse ilgilenmemiş ama o çıkışta herkesi sıraya dizerek ellerine yüklü miktarlarda bahşişler sıkıştırmış?!.   İkinci gidişinde bu kez kapıda karşılayıp, adeta pamuklara sarmışlar hocayı!   Hoca daha çıkmadan bahşiş sırasına girmiş herkes.   Fakat ellerine bu kez üç-beş kuruş para saymış Hoca Nasrettin!   “Hoca” demişler, “bu ne?”   “Bu bahşişler geçen sefer, geçen sefer verdiklerimse bu kez yaptığınız muamele içindi evladım!..”   Hamamın birinci, değişmez kuralıdır; bahşişi bol tutacaksınız, bunu sakın unutmayın!   Yıldırım Beyazıt’ı yenerek filleriyle Bursa’yı da işgal eden Timur bir gün Nasrettin Hoca’yı yanına alıp hamama gider.   Soyunduktan sonra peştemalları kuşanıp göbek taşına geçerler.   Timur, Hoca’ya sorar:   “ Sen bir deryasın, insana değer biçmesini bilirsin Hoca. Söyle bakalım bu halimle ben kaç para ederim?”   “15 akçe” yanıtını verir Hoca Nasrettin!   “Neüü” diye kükrer Timur, “sadece şu üzerimdeki peştamal 15 akçe eder be!..”   “Ben de zaten o peştamala biçmiştim bu fiyatı” der Hoca!   Ben Natır Ömer Usta’nın yalancısıyım.   Timur’la, Hoca’nın arasındaki o diyaloğun Osmangazi’nin Kamberler Mahallesi’ndeki Dayıoğlu Hamamı’nda geçtiği rivayet edilirmiş meğerse.   Bursa’mızda daha başka çok güzel hamamlar da var.   Belki günün birinde onları da yazarım.   Ancak siz siz olun kadınıyla, erkeğiyle bu kaplıca ve hamam kenti Bursa’da sakın hamamsız kalmayın.   Sıhhatler olsun hepinize.  

Diğer Haberler