Ne zamandı?
Sanıyorum, bir 6-7 sene kadar olmuştur.
Karadeniz gezisine doğru çıkacağız...
Bavulları bagaja yerleştirdik.
Sonra Özhan Market'in önünde durdum.
"Hatun" dedim, "bu gün yolda giderken hayırlı bir iş de yapacağız..."
Ne olduğunu hiç sormadı?
Sürprizleri seven, spontane yaşamayı ilke edinmiş biri olduğumu biliyordu zaten...
Temizlik malzemesinden, gıdasına, meyvesine kadar iki araba doldurduk.
Aracın arka koltuğuna da güzelce yerleştirdik.
Şimdi sıra,Yalova'nın Ahmediye Köyü'nü bulmaya gelmişti.
O'nu bulmak zor olmadı.
Köyün tek bakkalına sorduk, eliyle işaret etti, "Na şurası" dedi.
Aracı park edip, tahta çit kapıdan içeri girdiğimizde aynı anda o da çıktı dışarı.
Kısa boylu, boncuk gözlü, 82 yaşına merdiven dayamış sevimli bir ninecikti karşımda duran.
"Siz kimsiz" dedi kendi aksanıyla?..
"Biz evladının arkadaşlarıyız" dedim...
"Ee hoş geldiniz" dedi, "size çay yapayım"?
Mutfak tarafına geçip baktım, çayı da yoktu aslında!
1990 senesinde Bulgaristan'dan göçen soydaşlarımızın getirdiği, çalışmayan bir buz dolabı vardı mutfağında.
Fişi çekili, kapağı da yarı açıktı zaten.
Baktım içine, sadece tam 3 tane siyah zeytin, yarım kavanoz da süt vardı kapağında...
Pencerenin önünde yerde de birkaç tane soğan, hepsi o kadar!
"Dur" dedim, "sen çayı mayı boşver, önce bir işimizi halledelim"...
Arabadan poşetleri taşıdık.
İçindekileri tek tek çıkarıp yerleştirdik.
Biz taşıdıkça "Allah razı olsun, Allah razı olsun" diyordu sürekli.
En az 3 ay hiçbir şeye ihtiyacı yoktu artık...
Kim bilir, belki de altı ay?
Kocası ölmüş.
Yaşamı boyunca hep çok dövmüş O'nu.
Depremde yıkılan evlerinin yerine Devlet yardımıyla iyi kötü bir yapı kurmuşlar.
Üzerinde hisse göründüğü için de fakir aylığı alamıyormuş.
Dolaptaki sütü karşı komşusu vermiş geçen gün.
"Peki sen ne yiyip içiyorsun, ekmek almak için parayı nereden buluyorsun" diye sordum?..
"Te şu karşı komşu geçen hafta 5 lira verdi, onunla ekmek aldım, para da bitti zaten" dedi!..
Milletin bahçesine çapaya gidermiş yazın bu yaşta olduğu halde, onlar da para olmasa bile, işte fasulye, patates, bir şeyler koyarlarmış akşama torbasına...
Evinde sabit telefon vardı.
Aylık 35 liralık sabit tarifeye bağlamışlar.
"Telefonu kapattıramıyorum, hasta olurum, ölürüm de kimsenin haberi olmaz diye açık tutuyorum" dedi başka bir konuşmamızda!..
Orhangazi'de yaşayan bir de kızı varmış.
Kocası çalışamıyormuş, O da seralara günde 60-70 lira yevmiyeyle gündelikçi olarak gidermiş.
Evde yedi nüfus varmış.
Telefonda kızıyla konuşuyormuş bazen.
Numaramı yazıp, sehpanın üzerine koydum; "bir şeye ihtiyacı olursa, beni aramasını" söyledim.
Yaklaşık 6-7 sene kadar önceydi...
Karınca kararınca cebine de harçlığını koyup oradan ayrıldık.
Bundan sonra isimlerinden bahsedeceğim bazı kişiler bana gönül koymasınlar!
Herşeyi gönülden ve gizlice yaptıklarını biliyorum ancak, bu gün bana düşen onlara teşekkür etmek, n'olur bunu çok görmesinler...
Bursa'ya döndükten nice sonra Necati Şahin'i aradım:
"Abi sende Doblo gibi bir araç var mı?"
"Var" dedi.
-O zaman şoförüyle beraber yarın o aracı bana yolla, bir de yanında kredi kartını gönder...
"Niye" diye hiç sormadı; "tamam" dedi Necati Şahin?
Depoda bir tane otel tipi buzdolabı vardı.
Onu aracın arkasına yükledik.
Sonra ver elini Özhan Market yine...
Necati Şahin'in kredi kartından ödeyip, iki araba dolusu erzak doldurduk.
Ahmediye Köyü'ne gidip, Hasibe annenin mutfağına yerleştirdik hepsini.
Yine eline harçlığını sıkıştırdım.
Hayır dualarını alarak döndük geriye.
Beni her gördüğünde gözleri boncuk boncuk ışıldıyor, yüzü gülüyordu.
Biliyordum, eğer Cennet'e girecek insanları sıraya soksalar, o güne dek çektiği çile ve acılardan dolayı ilk 100 içine mutlaka girerdi!
Sonra kış geldi, telefon etti, "Çok üşüyorum Memedali" dedi.
Evinde sıçan öldürecek odunu yoktu!
CHP'den Fatma Belgin Gökçe'yi aradım.
Belgin hanım rahmetli kocasından kalan odun kömür satışı işini sürdürüyordu.
"Yalova'nın Ahmediye Köyü'nde bir nineye bir ton kuru odun, bir ton da kömür gidecek ancak, hepsinin odunluğuna yerleştirilmesi de gerekiyor" dedim.
İkiletmedi.
"Tamam Mehmet Ali Bey" dedi; "ben yarın bizim oradaki bayimize söylerim, hallederler..."
Belgin Hanım sağolsun...
O kışı sıcacık sobasının yanında geçirdi Hasibe anne.
Ortalama her üç ayda bir ziyaret edip, neye ihtiyacı olduğunu anlamaya çalıştım.
Gücüm yettiğince kendim karşıladım, yetmediği noktada da arkadaşlarımdan yardım istedim.
Meyveyi çok seviyordu.
Giderken özellikle bolca meyve de alıyordum.
Her Ramazan ayında orucunu tutar, akşamları köyün camisine teraviye gider, beş vakit namazını da kılardı.
Hiç unutmam, bir sene hasta olmuş, 2 gün oruç tutamamış; "kefaretini kime versem" diye bana soruyor?
"Yahu" dedim, "sen kendin zaten yardıma muhtaçsın, ne kefareti, otur yerine!.."
Sonra bir gün Vedat Kantar'a dedim, "Kantar işin var mı" diye?
"Bu gün çok yok" dedi, "ne var"?
-Atla arabaya bir yere gidiyoruz; yanına biraz da nakit para al.
Balat'taki Özhan'da durduk...
Arabanın arka koltuğu yine doldu.
Yolda soruyor:
"Yahu nereye gidiyoruz?!."
"Şimdi sorma, dönüşte anlatacağım."
Hasibe annenin yüzü yine güldü.
Kantar sağ olsun, Allah O'nun birini bin, gönünü hoş yapsın; daha sonra defalarca yardım etti nineye.
Aynı şekilde Hüseyin Akdemir'e de minnettarım; insanın varsıllığı gönül zenginliğiyle ölçülür, parasıyla puluyla değil!
Paylaştığımız kadar insanız hepimiz, gerisi boş!
O da defalarca yardım gönderdi Hasibe anneye.
Sonra bundan bir süre önce elektrik saatini okumak üzere bir genç geliyor.
Bir sokak köpeği onu kovalayınca avluya kendini dar atıp, evin açık olan kapısından girerek korunmaya çalışıyor.
Bir de görüyor ki içeride Hasibe anne boylu boyunca yatmakta.
Hemen ambülansı arıyor, komşulara haber veriyor çocuk.
Bir tarafı tutmuyor, felç geçirmiş Hasibe anne.
Ee yaş artık 90'a doğru geldi haliyle, dayanamıyor artık o çilekeş beden daha fazla yorulmaya!
Orhangazi'deki kızı hastaneye yatırdı.
Orada epeyce bir tedavi gördükten sonra eve aldılar.
Bastonla yürüyebilecek kadar da iyileşti hani.
Sürekli benim ismimi sayıklamış, "Memedaliye haber verdiniz mi? Memedali beni çok merak eder" diye?!.
Olmayan, olamayan oğlu belledi beni!
Bir gün kızı aradı.
"Annem sürekli sizi sayıklıyor, bi telefona vercem" dedi.
Epeyce konuştuk...
Daha önce bir kış bacası tıkanmış, dumandan zehirlenmişti!..
Meraklı bir komşusunun sayesinde kurtulmuştu ölmekten.
"Ben" dedi, "burdan iyileşince köye gidecem. Oraları çok özledim. Lakin gücüm yok, soba da yakamam kışın. Bana bir elektrikli soba bulur musun"?..
Ah be Hasibe anne, bulmaz mıyım hiç!
13 Mart günü yine Hatunla beraber bindik arabaya, önce Vedat Kantar'ın fabrikaya uğradık, çuval çuval bakliyatlar, erişteler, yağından, salçasına dek yiyecekler hazırlatmış, yanına da elektrikli sobasını koymuş ve bir miktar da para.
Orhangazi'de, kızının evine vardığımızda yardımla yatağında doğruldu ve yine gözleri boncuk boncuk ışıldadı.
Saçlarının lüleleri beyaz baş örtüsünün önünden büklüm büklüm çıkmıştı, yanakları al al olmuş, başka bir güzellik gelmişti yüzüne!
"Na bu kız olmasa n'apardım ben" dedi?!.
Güzelce tertemiz bakmışlar.
"Bak" dedim, kutusuyla yanına koyduğum sobasını göstererek, "köyde kışın üşümezsin artık"...
Çok özlediği için kızı Emine 3-4 gün önce köye götürüp getirmiş.
Meğerse bu dünyadan göçmek için benim gelmemi bekliyormuş!
Ertesi gün ölüm haberi ulaştı.
Karlı bir Cuma günü öğle vakti köyünün buz gibi mezarlığına gömdüler O'nu...
Artık hiç üşümeyecek Hasibe anne...
Cennette meleklerin koynunda sıcacık sefa sürecek bundan böyle...
İçlerinden şerbetler, ballar akan nehirlerden tas tas doldurup, dilediği kadar içebilecek...
Çapa da yapmayacak artık...
Kimse de dövmeyecek O'nu!
Bir ömür boyu dua ettiği Allah'ına kavuştu şimdi.
Diğer evladı Öykü sayesinde tanımıştım O'nu...
Fetöcü yargı mensupları tarafından astronomik hapis cezalarına çarptırılan Öykü, cezaevine yeniden girmemek için yurt dışına çıkmıştı.
Bir gün Facebook'tan "Nasılsın" diye sorduğumda, "Çok kötüyüm abi, sürekli ağlıyorum, 82 yaşındaki annemi tek başına köye bırakmak zorunda kaldım. Yanında kimsesi yok" demişti...
Sizin oğlunuz hiç cinsiyet değiştirdi mi?
Hasibe annenin değiştirdi işte!
Bunun her türlü acısını, zorluğunu, sıkıntısını, dedikodusunu, toplum baskısını yaşadı bir ömür boyu anne olarak!
Hiç sormadım, belki de kocası yaşamı süresince Hasibe anneyi suçlu görerek eski adı Ömer olan Öykü yüzünden sürekli dövdü O'nu!..
Köydeki pek çok insan yüz çevirdi, tanımazdan geldi yıllarca...
Kim bilir ne dramlar, ne acılar yaşandı hanesinde?!.
Artık hiç üzülmeyecek Hasibe anne, kanını hiç kimse kurutamayacak!
Üşümeyecek bundan böyle, gittikçe bükülen beli dimdik vaziyette, yemyeşil çayırlar üzerinde ceylanlarla birlikte koşacak dilediğince...