Bizim orada düğünler eskiden üç gün üç gece sürer, Cuma gününden itibaren başlayan ikram ve eğlenceler, Cumartesi akşamları gençlerin davul zurna eşliğinde topluca gidip kız evinden tavuk alma seremonisiyle devam eder, Pazar günü de damat tıraşının ardından güvey çıkarılırdı.
Kız evine davul zurna eşliğinde türküler söyleyerek giden gençler onarlı gruplar halinde kol kola girer, ardından sıra sıra dizilmiş vaziyette yavaş yavaş yürümeye başlarlardı.
Babam anlatmıştı...
Henüz 11-12 yaşında çocuk daha...
Düğün alayının önünde akranlarıyla birlikte onlar da ilerliyor.
Babam ve bir arkadaşı gruptan kopup, bir hayli öne geçiyorlar karanlık bir yaz akşamında.
Davul sesleri "güm güm" uzaktan gelmektedir artık...
Keles'te eski evlerin avluya açılan cümle kapıları kanatlı ve kocamandı eskiden.
Çünkü hemen hemen her hanede bulunan inekler oralardan çıkarak sabah sığırtmacın sürüsüne katılır, akşam olduğundaysa damlarına geri dönerlerdi.
Aynı kapıların alt kısmında şöyle 30 santime 30 santim gibi kesilmiş, açık bir bölüm daha bulunurdu ki, oralardan da tavuklar girer çıkardı diledikleri gibi...
Davullar uzaktan vuruyor:
"Güm güm güm, güm bede güm..."
Ve babamla arkadaşı aynı anda bu tempoyla oldukları yerde zıplayan, üzerlerinde Keles'in Kocakavacık Köyü'nün mahalli kıyafetlerini taşıyan, boyları da yarım metreyi bulmayan iki garip kadın görüyorlar bir evin cümle kapısının önünde!
Gittikçe yaklaşan davullar vuruyor, bunlar oldukları yerde zıplayarak oynuyorlar!
Korkup, biraz geri çekiliyorlar bizimkiler!
İkisi de aynı anda, aynı şeyi görmektedir!
Az sonra düğün alayı daha da yaklaşıyor...
Ve bu iki cüce kadın sırayla ama yerden biraz havalanıp geriye uçarak, önce ayaklarıyla tavuk deliğinden süzülüp, içeriye doğru gecenin karanlığında kayboluveriyorlar!..
İlk günkü gibi aklındaydı bu olay babamın; yıllarca anlattı durdu!
Bakara Suresi'nin 28'nci ayeti her zaman kafamı karıştırmıştır:
"Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki, ölü idiniz sizleri diriltti. Sonra sizleri yine öldürecek, sonra yine diriltecek, sonra da döndürülüp O'na götürüleceksiniz."
İlk bölümdeki, "Ölü idiniz sizleri diriltti" ifadesi düşünüldüğünde, eğer bir varlık "ölü idiyse" bu demektir ki, daha önce diriydi!
"Sonra yine öldürecek, sonra yine diriltecek!.."
Üff!
Kedi mi olacağız, sinek mi karga mı olacağız acaba bundan sonra tekamüle ermek için?
Kutsal kitapların tümünde var bu kavram...
Antik Mısırlılara devasa piramitler yaptırıp, kendilerini mumyalatarak oralara gömdüren de aynı inanış...
Yeniden dirilmek...
Adına reenkarnasyon denilen olgu acaba var mı?
İnsanoğlu kuantum fiziği ve paralel evrenler konusunda çalıştıkça varlığına dair inanışlar gittikçe artıyor.
Matrix filminde Kahin, Neo'ya diyor ki, "Üzgünüm evlat, kurtarıcı sen değilsin; belki bundan sonraki hayatlarında"!..
Bu toplumun inançlarına göre lohusa kadınlar asla yalnız bırakılmazlar, yoksa Cinler basar!..
Anneannem anlatmıştı...
Annemi doğurmuş, henüz kırk günlük lohusa sürecini de tamamlamamıştı...
Sürekli yanında bekleyen koca ninem bir süreliğine ayrılıyor...
Ardından kapı açılıyor...
Ellerinde çekiçler, kazıklar ve uzun bir zincir bulunan genç erkekler giriyor içeriye!..
Ve başlıyorlar yatağının etrafına bu kazıkları çakıp, etrafı zincirle çevirmeye!..
Dehşetle onları izliyor anneannem!
Nice sonra koca ninem tekrar giriyor içeri...
Anneannem sesleniyor:
"Ana, görmüyor musun şu adamları?.."
Görmüyor!
Ninemin geldiğini gören o insanlar kazıkları sökerek, aynı kapıdan süzülerek çıkıp gidiyorlar...
Bilim bunu, lohusa dönemini henüz bitirmemiş kadınlardaki hormon değişikliğine bağlı halüsinasyonlar görme hali olarak tanımlıyor...
Peki, ben de mi halüsinasyon gördüm?
Bundan 15-20 yıl kadar öncesi...
Bodrum'da spiritüel bilimlerle uğraşan bir hanımın evinde misafiriz...
İnanmıyorum, yapılan konuşmalarla dalga geçip eğleniyorum sürekli...
Evin hanımı, "Şimdi arka odaya geç, ışığı ve gözlerini kapat ve yatağa uzan" dedi...
Aynen dediğini yaptım...
Bire bir anneannemin anlattığı gibi neredeyse, beş dakika sonra kapı açıldı ve 25-30 yaşlarında, kiminin saçı at kuyruk, kimi hafif kirli sakallı 15-20 genç erkek girdi içeriye...
Ve yatağı çevreleyip, hiç anlamadığım birbirine karışan avazelerle, kendi aralarında bazen bana doğru bakıp, konuşmaya başladılar!...
Bir beş dakika kadar sürdü bu olay...
Büyük bir sükûnetle onları izliyordum...
Sonra, tek sıra halinde kapıya doğru yönelerek çıkıp gittiler...
Ardından kalkıp içeri geçtim...
Aradan 10 dakika değil de tam bir saat geçtiğini öğrenince şaşkınlığım daha da arttı!
"Onlar senin koruyucu meleklerin" dedi Ayşe abla!..
Kafam daha da karışmıştı...
Metafizik ve bilim arasındaki çizgi gittikçe inceliyordu...
"Yedi Uyurlar" meselesiyse daha da kafa karıştırıcıydı.
Dünyanın pek çok yerinde vardı Yedi Uyurlar mağaraları...
Uyurlar, uyanırlar, aradan yüzlerce yıl geçmiştir!
Bu durum Einstein'ın Görelilik, İzafiyet Teorisi'ni getirir akıllara...
Eskiler, "Ateş olmayan yerden duman çıkmaz" derler...
Mesela Nuh Tufanı...
Bilim adamları dünyanın son yarım milyar yılda 5 kere yok olduğunu, hayatın sonra yeniden farklı formlarda başladığını söylüyorlar.
İnsan var mıydı bu süreçte?
Kim bilir?
Ancak, yeryüzü hareketleriyle geçmişte Akdeniz'in okyanuslarla bağlantısının kesildiğini, tam 500 bin yıl devam eden bu süreçte aynı havzada tek gram deniz suyu kalmadığını, tümünün buharlaştığını, sonra Cebelitarık Boğazı'nın açılarak aniden su dolduğunu kesin olarak biliyor fen adamları!
Eskiden Kayhan Caddesi'nde bir kel berber vardı...
Birazcık kafadan kırıktı adam...
Dükkanının camına anlaşılmadık resimler çizip, altına da yorum yaptığı kağıtları yapıştırır, millet de "deli" diye korkardı ona tıraş olmaya!
Bir gün yeni bir kağıt yapıştırmış cama...
Üzerinde yine garip uzay aracı tasvirleri, güneş, gezegenler filan var...
Altına da şunları yazmış, hiç unutmam o çocuk aklımla:
"Akıl beyin vaziyetleri karışık!.."
Son iki yazıdan da anlayacağınız gibi bende de akıl beyin vaziyetleri karışık!
Ne yani, hep politika, kent sorunları, Korona filan mı yazacağız sürekli?
Bu sefer de "astral seyahat" mevzularını yazdık işte!
İdare ediverin artık!