Pek çokları gibi benim de ilk gençliğim "kim olduğumu, nereden nasıl geldiğimi, neyi neden yaptığımı, insanları, dünyayı, evreni" anlamaya çalışmakla geçti.
Cal Gustav Jung, Alfred Adler ve Sigmund Freud üçgeninde gezen zihnim, Psikanalizin derinliklerinde uzun süre dolaştı durdu.
Ha bu arada "Metafizik" kavramını es geçtiğimi sanmayın sakın!
Yaşım henüz 16 bile olmadan Kur'an'ın mealini en az iki kere okumuş, Said Nursi'nin yazdığı tüm ciltlerini edinmiş, hele hele Sözler'i neredeyse hatim etmiş, Lem'alar'daki kıssaların hidayet denizine dalıp çıkmış, bu da yetmemiş, oradan Kitap-ı Mukaddes'e geçiş yapıp, İncil ve Tevrat'ta neler anlatıldığını çözmeye çalışmış biri olarak, oralarda da çok gezindim durdum...
(Çok daha sonraki yıllarda İlhan Arsel ve Turan Dursun'la da tanışacak, doğru söyleyip söylemediklerini anlayabilmek için Buhari ve sahih kabul edilen 4 hadis yazarının kaleme aldığı tüm ciltleri kütüphaneme koyacaktım!..)
Bu yolculuk sırasında spiritüalizm yani, "ruhçuluk" ve "reenkarnasyon" üzerine de pek çok okumalarım oldu...
Ve yine aynı yıllarda Bedri Ruhselman ve O'nun yokluğunda öğrencileri tarafından çıkarılan "Sevgi Dünyası" isimli dergiyle de tanıştım.
Kim miydi bu adam?
Hekim, iyi bir keman virtüözü ve Türkiye'de "deneysel yeni ruhçuluğun" kurucusu.
Avrupa ve Amerika'da spiritizm ve deneysel spiritüalizm adıyla bilinen, reenkarnasyonu ilke edinen ruhçuluğu geliştirip, yeni kavramlar getiren bir insan.
Türkiye'deki metapsişik çalışmaların öncüsü olarak kabul edilir Bedri Ruhselman.
Önce noterde, sonra banka kasasında, 54 yıl boyunca saklı tutulan, toplam 317 sayfalık "İlâhî Nizam ve Kâinat" isimli kitabı 2 Nisan 2013 tarihinde yayınlandı.
Bu kitapta Allah, evrim ve ruh göçü konularını inceliyor yazar.
Dr. Bedri Ruhselman çocuk yaşlarındayken bir önceki yaşamını hatırladığını; Ruh ve Kainat isimli kitabının 944'ncü sayfasında şöyle anlatıyor:
"Çocukluğumun hangi zamanında başladığını bilemediğim, 4-5 yaşıma kadar beni takip eden bu hatıranın o zamanki canlı tesirlerini hala az çok duyabiliyorum.
Bazen bir çocuk merakı ile, bu hikayenin ne zaman meydana geldiğini anneme sorardım.
O önce, bir rüya görmüş olduğumu düşünerek, bana baştan savma cevaplar vermekle yetinmişti.
Fakat bilahare devam eden ısrarlarım karşısında, nedense bazı endişeler duymaya başlamış ve beni şiddetle tehdit ederek böyle şeyleri konuşmaktan menetmişti.
Beş yaşından sonra bu hatıralar yavaş yavaş kuvvetini kaybetti ve geride, canlı sahneler yerine sönük ve silik birtakım klişeler kaldı.
Bu hikaye aşağı yukarı şu idi:
Ben yine bir çocuktum fakat başka bir çocuktum.
Annem ve diğer 2-3 kardeşimle beraber (O tarihte yalnız bir kardeşim vardı!) bir seyahatte bulunuyoruz.
Denizdeyiz ve bir kayığın içindeyiz.
Yanımdaki annem ve kardeşlerim şimdikilere hiç benzemiyor.
Büyük bir limandayız.
Bu limanda bir manzara var ki, benim merakımı en çok uyaran da bu oluyor.
Zira bu, mutat (alışılmış) olarak gördüğüm şeylere benzemiyor fakat bana aynı zamanda çok yakın ve mutat görünüyor.
Deniz üzerinde veya sahillerde büyük tesisata bağlı ve asılı duran terazi kefeleri gibi birtakım şeyler var ama bunların üzerinde silahlı adamlar duruyorlar ya da bazı şeyler yapıyorlar.
Nihayet büyük makineler, kalabalık sahiller ve birçok görmediğim insan içinde hatıram bulanıyor ve siliniyor.
Bu gördüğüm şeylerin hiçbiri, o zamanki alışılmış yaşamımda yoktu.
Burası neresi idi, bu gördüğüm adamlar kimlerdi, ben buralara ne vakit gitmiştim?
İşte o zamanlarda kafamı işgal eden meseleler bunlardı.
Acaba bu, gerçekten bir rüyanın izlenimi miydi?
Bu mümkündür, bir çocuk birçok rüya görebilir.
Fakat gördüğüm rüyalardan hiçbirisi bende bu ölçüde içinde yaşanmışçasına canlı bir sahne izlenimi bırakmamıştı.
Bununla beraber, eğer elimde yalnız bu sözünü ettiğim belirsiz ve her yoldan açıklanabilir şahsi çocukluk hatıramdan başka, daha kuvvetli ve müspet diğer çocuk hatırlamaları olmasaydı, yukarda yazdığım hikayeler üzerinde bir saniye bile durmak istemezdim.
Fakat elimizde, yetkili bazı kişiler tarafından saptanmış öyle örnekler var ki, bunları inceledikten sonra, 'gevezelik yapan' veya 'rüyalarını anlatan' çocukların öyküleri karşısında uyanık olmamızın gerektiğini takdir etmekte gecikmeyiz."
Aradan yıllar geçmiş, artık evlenmiş dünya tatlısı bir kız babası olmuştum.
Mürüvvet 3 ya da 4 yaşına ulaşmıştı.
Sonra bir gün odanın kapısını işaret parmağıyla göstererek "Geçın" dedi!
Pek üzerinde durmadık...
Daha sonra bir bize, bir de salonun ortasına bakarak yine işaret etti:
"Geçın"!..
Kızım kim o?
"Geçın"!..
Bu durum sürekli tekrar etmeye başladı!
Hayali biri vardı çocuğun karşısında.
Ve durum gittikçe endişe verici bir hal almaya başlamıştı!
O sıra izlediği hiçbir çizgi film ya da çocuk oyunlarında "Geçın" isimli bir karakter yoktu...
Derhal doktora götürdük.
"Endişelenmeyin" dedi, "geçer, çocukların bu yaşlarda böyle hayali kahramanları olur..."
Epey zaman geçmedi!
Bedri Ruhselman'ın ve kitaplarında sözünü ettiği insanların deneyimleri aklımdan çıkmıyordu o yıllarda!
Ruhselman, düzenlediği celselerde doğa üstü bir takım ruhlarla temasa geçiyor, onlardan aldığı ezoterik (Ezoterizm, bir konudaki derin bilgilerin ve sırların yalnızca onları anlayabilecek yetenek ve bilgide olanlara, bir üstat tarafından inisiyasyon (erginlenme) yoluyla aktarıldığı bir öğreti sistemidir) bilgileri çıkardığı dergi ve kitaplarda yayınlıyordu!
Üniversite hayatım, evimizin çatı katındaki bir odada geçti, kendime ait bir odada!
Yatağım, gardırobum, çalışma masam, kitaplığım, televizyonum, Commodore 64 bilgisayarım, kaset çalarım, amfim, ekolayzırım, oturma gruplarım, duvara yaslı gitarım, etrafa yapıştırılmış yarı çıplak manken resimlerim, sehpanın üstünde Erkekçe ve Penthouse dergilerim, sağa sola atılmış kirli çoraplarım, Cevriye hanımın çatısına bakan penceremin önündeki çiçeklikte mis gibi kokan karanfiller ve küpe çiçeklerimle; tavanı üçgen formunda kendime ait bir oda işte.
Bir gün ben de deneyimlemek istedim bu işi Ruhselman'ın kitaplarından okuduklarıma öykünerek.
Bir gece lambayı kapatıp, yatağımın üzerine sırtüstü uzandım...
İki elimi göğsümde kavuşturup, gözlerimi kapattım; her türlü duygu ve düşünceyi zihnimden uzaklaştırmaya gayret ederek konsantre olmaya çalıştım...
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum?
Yaşadığım gerçek miydi yoksa rüya mı onu da bilmiyorum?
Yatağımdan onbeş santim kadar yüksekte, öylece havada asılı vaziyetteydim bir süre sonra!..
Ve yan taraftan kendime bakıyordum!
DEVAM EDECEK