Yazarlar

Hayat Ağacı

post-img
İnsanoğlu için “Hayat Ağacı” kavramının bilinebilen tarihten çok daha  öncesine dek gittiğini ifade ederler araştırmacılar.   En başta Asya toplumları olmak üzere pek çok kültürde rastlanan bir semboldür.   Her yerde görebilirsiniz onu; halılarda, kilimlerde, binalarda, yapılarda, çini ya da seramiklerde.     Mesela Anadolu Selçukluları dinî ve sivil mimarîde Türkler için çok önemli sembolik anlamlar taşıyan “hayat ağacı” motifini büyük bir tutkuyla kullanmışlardır. “Evrenin direği, barışın, bereketin, bilimin, hikmetin, kudretin ve sonsuzluğun sembolü” gibi soyut kavramlar yüklenmiş olan hayat ağacı, devletin koruyucu gücünü sembolize etmesiyle “devlet ağacı” olarak da nitelendirilmekte; “kutsal ağaç, altın ağaç, cennet ağacı” gibi tanımlarla da anılmaktadır. Selçuklu veziri Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından 1271 yılında Sivas’ta inşa ettirilen Gök Medrese bunun en güzel örneklerinden biridir mesela. “Hayat Ağacı” Medrese’nin Taç Kapısı girişinde sağlı sollu minarelerin sütunlarında ölümsüzleştirilmiştir orada da adeta.     Hemen hemen aynı yıllarda inşa edilen ve Erzurum’un sembolü olan “Çifte Minareli Medrese” de keza bu duruma güzel bir örnektir. Kitabesi bulunmayan o muhteşem yapıya, Sultan Alâaddin Keykubad’ın kızı Hindî Hatun veya İlhanlı hanedanından Padişah Hatun tarafından yaptırılmış olabileceği düşüncesiyle Hatuniye Medresesi de denilmektedir.   Taç kapının dış bordüründe simetrik olarak yerleştirilmiş hayat ağacı, rozet gibi işlenmiş ve boyun kısmı süssüz küçük bir vazodan çiçek buketi şeklinde yükselmektedir orada. Hurma ağacından uzanan büyük bir yaprak demetinde, tek tek uzun yaprakların ucunda meyveler ve ufak kuşlar görülür. Demetin ikiye ayrılan tepesinde ayaklarını yapraklara dayamış çift başlı kartal figürü oturur.  Demetin sapı, kalın bir ay halkasından geçer ve iki ejder başı olarak çatallaşır. Yukarıya bakan bu ejderlerin başlarının uzunca boyunları yuvarlak bir ilmek olarak yükselir. Pul pul işlenmişlerdir. Başları yukarı olan bu ejderlerin beyzî gözleri belirtilmiş olup dilleri de çatallıdır. Bu kabartma az derinlikte sivri kemerli bir saha içindedir. Sahayı sınırlayan çerçeve üç kalın silmedendir ki ejder başları hizasında sivri tepeli bir kartuş meydana getirirler. Oradan sonra toparlanarak önce kabarık yuvarlak halkalardan, sonra kalın ay halkasından geçerek perde gibi bir püskülle sonlanırlar.     Yakut ve Altay Türklerinde yaşam ağacına “Dünya Ağacı” da denir. Eski Türk geleneğine göre, bu, Dünya’yı ortasından öte-âleme ve Demir-Kazık Yıldızı’na (Kutup Yıldızı) bağlayan, dalları vasıtasıyla yeryüzünden yüksek âlemlere yolculuk yapma olanağı sağlayan ulu bir ağaçtır. Buna Demir Ağaç da denir. Dünya, “Göğün göbeğiyle” bu ağaç sayesinde irtibat halindedir, bu ağaçla beslenir. Anne rahmindeki bir bebek için göbek kordonu nasıl yaşamsal bir öneme sahipse yeryüzü için de yaşam ağacı aynı değerdedir. Dünyanın merkezini de sembolize eder. Eski Türk inancında evren üç bölümden oluşurdu: “Üst Dünya” (Gök) – “Orta Dünya” (Yer) – “Alt Dünya” (Yer Altı). “Yaşam Ağacı” bu üç dünyanın tam göbeğindedir ve onları birbirine bağlamaktadır. Bu üç dünya arasında geçişler için köprü görevi görmektedir. Yer altında sürüngenler yani karanlık ve kötülük; yeryüzünde dört ve iki ayaklı hayvanlar, insanlar ve bitkiler; gökyüzü ve ötesindeyse kanatlılar ve kutsal varlıklar bulunur.  Bu nedenledir ki genellikle efsanelerde üst dünyadakiler orta dünyaya kuş kılığında, alt dünyadakiler ise yılan kılığında gelirler!     Mitolojide zamanla farklı dünyalara ait varlıkların kombine edildiği, farklı dünyalara ait fiziksel özelliklerin bir bedende birleştiği de görülmektedir. Kanatlı at yani Türk Mitolojisindeki “Tulpar” veya Yunan Mitolojisindeki “Pegasus” gibi kanatlı hayvanlar, yılan insanlar yani “Şahmeran” ve balık insanlar yani “denizkızı” mesela bunlara birer örnektir.         Doğumun ve ölümün simgesidir aynı zamanda hayat ağacı.   Kendisiyle özdeşleşmiş bir de arkadaşı vardır.  Motifin üzerinde genellikle çift başlı kartal ya da iki büyük kartalla tasavvur edilir. Yukarısıyla aracılık görevini zaman zaman ağaç adına onlar yapar, ihtiyaç olduğunda insanoğlunun isteklerini hızlıca Tanrı’ya ulaştırırlar. Selçuklu Devleti’nin güç ve hükümdarlık sembolü olan çift başlı kartal, daha çokhayat ağacıyla birlikte sembolize edilmiştir. Gücü temsil eder. Camilerin, medreselerin, sarayların kapılarında “kartal figürünün” olması işte bu yüzdendir. Manas Destanı’nın “kardeşi” kabul edebileceğimiz Kazak ve Kırgızlara ait “Er-Töştük Destanı’nda” bahsi geçen “kara kuş” da gücü temsil eden kartaldan başkası değildir ve yine hayat ağacının üzerine tünemiş vaziyette tasvir edilir destanda. Ağaçla kartal bir bütündür ve o nedenle Türk mitolojisinde kartal ağacı, ağaç da kartalı korur…     Hayat Ağacı aynı zamanda bitmez tükenmez yaşamın, sonsuzluğun da simgesi olarak görülür. Sonsuzluk ve ölümsüzlükle Tanrı’yla özdeştir, o da döner dolaşır mutlak gerçeklikle aynı noktada birleşir. Tüm dinlerde ortak olan “yasak ağaç” anekdotu biraz da bu anlayışın ürünüdür. Tanrı Aden’de Adem’le, Havva’ya yasak ağaca dokunmama şartıyla bahçeden her istediklerini yeme izni vermişti.   Kuran-ı Kerim’de cinsi belirtilmeyen bu ağaç Eski Ahit’te yani Tevrat’ta oldukça belirgindir. Yasak olan ağaç bilgi ağacıdır! Yani Hayat Ağacı… Kendini Tanrı’yla eşdeğer gören onun sonsuzluğuna, ölümsüzlüğüne özenen insan işte bu nedenle cezalandırılıp yeryüzüne gönderilmiştir. Bu ağacın meyvesi ölümsüzlüğü, mutlak gücü ve her şeyi bilmeyi sunan mucizevi bir meyvedir. Hayat Ağacı bu anlamıyla da bilginin simgesi olmakta “Bilgi Ağacı”na dönüşmektedir.     O öylesine yüksek ve uludur ki, yükseldikçe ufku genişletir, yükseldikçe bilgisizlikten arındırır. Hayat Ağacı eksen görevi yürütüp,  iki ucuyla yeryüzü ve kutupyıldızını birleştirirken de bu işlevine devam etmektedir. Çünkü kutup yıldızı yol gösteren, yön çizen, insanoğlunu içinde bulunduğu “kaybolmuşluktan”kurtarandır. Bulunduğu yer hiç değişmez ve o yerden insanoğluna kendi bulunduğu yeri de öğretir. Kutupyıldızı biraz da bu nedenle Türk inancında göğün merkezidir.   Yaşamın olduğu kadar ölümün de simgesidir hayat ağacı. İnançlar değişse de binlerce yıl öncesinden haberler getiren “kültür izleri” öylesine derinlemesine nüfuz etmiştir ki bu güne, hiç farkına bile varmadan aynı şeyleri tekrar edip dururuz. Yatır ya da türbelerdeki ağaçlara işte bu nedenle çaput bağlarlar koca arayan ya da çocuğu olmayan kadınlar; aslında hiç farkında olmadan isteklerini diledikleri şey hayat ağacının kendisidir aslında!   Mezar taşlarının üzerindeyse bir “servi” olarak görürüz onu. Bazı mermerciler bilmezler ya da iyi bir usta tarafından yetiştirilmemişlerdir belki de ve bilinçsizce tam tersini yaparlar. Gerçekte mezar taşına işlenen servi ağacının ucu yere doğru kıvrık, yani kırıktır! Bu da “artık yaşam bitti” demektir ölüler dünyasında.   ………………..   Hayat ağacıyla beni dünkü yazımda size sözünü ettiğim rahmetli Tankut abim (Sözeri) tanıştırmıştı.   Okumalarım hala sürüyor.   Her kapı yeni bir kapı daha açıyor geçmişin gizemli dehlizlerine vardığınızda.   Tankut Sözeri’yi buradan bir kez daha rahmet ve iyilikle anıyorum.     Ve hepimiz için sevdiklerimizle birlikte farkındalıkları yüksek olan mutlu ve huzurlu bir yıl diliyorum.  

Diğer Haberler