
Bizim evladımızın adı da Deniz’di.
Sizin Deniz kadar kalamadı bu dünyada sevgili Elif, sevgili Bülent.
“Baba” diyemeden, bir adımcık olsun yürüyemeden gitti.
Korkunç bir gecenin sabaha karşısında, içi buz kesmiş bir ambülansın arkasında ayakta, üçümüz kenetlenmiş bir şekilde varmıştık şehirdeki özel hastanenin acil nakil istemi üzerine Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin acil servisine.
Sabah saat 8’ibulmamıştı veda edişi.
Sonra ertesi gün o kaos ve sisler bulvarı içerisinde sevdiklerimizle Hamitler’e götürüp 1822 numaralı mezarlığa bırakıp dönmüştük O’nu.
Önce birkaç gün pek bir şey anlamayacaksınız.
O’na ait her şeyi kaldırıp dağıtarak ıstırabınızın hafifleyeceğini sanacaksınız.
Eşiniz dostunuz, gelen giden, yollanan mesajlar oyalayacak sizi bir süre.
Asıl büyük acı ardından gelecek.
Cılk yara asla kapanmayacak bir türlü.
Bundan sonra dünya hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak sizler için.
Ne teselli edebilir ki evladını yitirmiş anne ve babayı?
Hiçbir şey, hiç kimse!
Ama şunu çok iyi bilin sevgili Elif ve Bülent, acınızı paylaşan, sizlerin sızısını aynısıyla yaşayıp hisseden başka insanlar da var dünyada.
“Sabır dilemekten” başka bir şey gelmiyor elden.
“Denizler ölmez” derlerdi de inanırdım içten içe!
Bizim Deniz’lerimiz çok erken ayrıldılar bu dünyadan.
Hiçbir ölüm Son Peygamber'in ölümü kadar boşluk bırakmadı dünyada inananlar için.
Hiçbir ayrılık da Ali’den kalan yalnızlığı bu kadar çok büyütmedi.
O'nu sevenler, O'ndan kalan her sözü ve hatırayı sevdiler.
“Hayat iki günden ibarettir. Bir gün lehine, bir gün de aleyhinedir. Gün lehine olduğunda şımarma, aleyhine olduğunda da daralıp feryad ü figan etme!” der Hazreti Ali.
Rivayete göre Hazreti Ali kendisini öldürecek katili önceden çok iyi bilmekteydi.
“Neden onu öldürmüyorsun” diye soranlara verdiği yanıtsa şöyledir:
“Ben nasıl beni öldürecek olan birini öldürebilirim?”
Sadece tevekkül sahibi bir insanın edebileceği bir laf değildir bu; aynı zamanda bilge ve gizil bilimlere hakim biri böylesi bir mesaj bırakabilir gelecek kuşaklara.
Bilmediğimiz o kadar çok şey var ki evrende…
Belki Hazreti Ali o gün orada ölmese, dünyanın düzeni değişecekti ve bu da ilahi yazgıya aykırı bir durumdu!
“İnsanlar uykudadırlar, öldüklerinde uyanırlar” diyen de O’dur!
O vakit ölüm bir son yerine, olsa olsa bir terhis tezkeresi değil midir sevgili Bülent?
Hasan Hüseyin’den dizelerle paylaşıyorum acınızı, başınız sağ olsun; tekrar sabır diliyorum:
“Gördüm babaların ağlamasını
Dalları düğüm düğüm
Gövdesi kahve falı
Bir zeytin ağacını köklemek var ya
Sökmek var ya sarp yamaçtan ardıcı
Kazma vurmak beş yüz yıllık meşeye
Acısı duymak var ya kopmanın
Babaların ağlaması işte o
Babaların ağlaması öyle zor
Gördüm babaların ağlamasını
Anaların ağlaması bir başka
Anaların ağlaması bir ayrı
Anaların ağlaması bir beter
Dövülen döş
Yolunan saçları damlayan bir çığlık
Ağustos’ta çam ormanı yangını
Sokaklar alanlar evler kapılar
Mutfaklar kilerler ocaklar ağlar
Zıbınlar beşikler uykusuzluklar ağlar
Ağlaşırken analar
Dağ taş toprak ağaç su yıldız
Yeşeren buğday ağlar savrulan saman ağlar
Ağlaşırken analar
Kanın umudun hakkı
Sütün ekmeğin hakkı
Ne söylersin bre ozan
Duru tek tel üstünde inceden sızlaşmağa
Bütün bir evren ağlar
Ağlaşırken analar
Gördüm babaların ağlamasını
Anaların ağlaması bir başka
Anaların ağlaması bir beter”