Hatırladığım, hayatımdaki ilk hayvanım kurmalı, mekanik, oyuncak bir ayıydı.
Yere bıraktığın vakit iki adım gider, sonra başını bir sağa bir de sola çevirdikten sonra mehter takımı gibi aynı tempoyla zembereği boşalana dek devam ederdi yoluna.
60’lı yılların başında Almanya’da çalışabilmek için müracaat eden babam ben doğduktan hemen sonra ekmek parası uğruna oraya gitmiş, yalnız bırakmıştı annemle ikimizi.
Tam 1 sene 8 ay sürmüş bu macera.
Her sabah saat 4’te kalkıp koyulurlarmış fabrikaya gitmek için yola.
Sonra günün birinde demiş ki kendi kendine, “yaban ellerde geç vakitlere dek eşek gibi çalışıp duruyorum çoluk çocuğumdan uzakta buralarda, aynı eforu, aynı performansı kendi memleketimde göstersem daha fazla para kazanırım.”
Fötr şapkası, oradan satın aldığı Schaub Lorenz radyosu ve makaralı teybiyle kesin dönüş yaptığında bavulundan çıkararak kurup koymuş ayıyı önüme.
Önce korkup kaçmışım biraz.
Keles’teki evimizin yer odasında bulunan karyolanın üzerinde ahşap tavana asılı kahverengi kumaştan bir beşik vardı o yıllarda, dört kardeş birden o beşikte büyüdük biz.
Annemin yanında daha önce hiç yabancı bir adam görmedim ya!
O güne dek hayatındaki yegane “erkek” bendim ya!
Geceleri sık sık uyanıp doğrularak aşağıya doğru bakar, “Dit ayı” dermişim babama!
“Dit ayı!..”
Şimdi sağ olsaydı da dünyaları yığsaydım ayaklarının dibine!
Tavuklarımız oldu hep büyürken.
Folluktan sabahları sıcak sıcak yumurtalarını hep ben alırdım.
Bahçede sürekli de bir köpeğimiz vardı.
“Ton’du” birinin adı, “Ton Ton” diye çağırırdık.
Boynundaki tasmasında çıngırak bulunurdu, kendisini sevdirmek için kuyruğuyla birlikte poposunu da sallayarak yaklaştığında çıngır çıngır öterdi sürekli.
Sonra her yaz mutlaka civciv ya da ördek yavruları besledim.
Kaplumbağalar muhabbet kuşlarını, muhabbet kuşları iguanaları kovaladı.
Tahtakale’den minicik sevimli mi sevimli bir oğlak bile almıştım beslemek için.
Biraz gaddar yanı da vardı rahmetlinin, az büyüyünce yokluğumda kesip fırında pişirivermiş benim Nafi’yi!..
Yaz mevsimi gelip, koza zamanı başlayınca Koza Han’a giderdim.
Kadınlar koca çuvallara doldurdukları kozaları getirirler, orada tüccara satarlardı.
Düşenler ya da ezilenler olurdu aralarından.
Onları toplayıp eve getirerek kelebeklerin çıkmasını, sonra yumurtlamalarını izlemek pek hoştu doğrusu.
Armut dibine düşecek elbette, kızım da getirdi çöp kutusuna atılmış bir kedi seneler önce, adını “Kezban” koydular.
Tam 12 yıl yoldaşlık yaptıktan sonra ölünce 3 gün boyunca istem dışı hüngür hüngür salya sümük ağladık, ben böyle bir şey görmedim hayatımda!
“Şermin” doldurdu onun yerini de artık, yapacak başka bir şey yok.
Bahçedeyse “Beyaz Bey’le”, “Ayça Hanım” var yıllardır.
Beyaz çok yaşlandı artık.
Komşumuz Sevim Gülsuyu’na karşı hissettiği yoğun duygular olmasa, aralarındaki muhteşem “aşk” sürüp gitmese şimdiye dek çoktan göçüp giderdi bu dünyadan ama şans işte, Sevim hanım onu kış aylarında alıyor evine, pamuklara sarıyor adeta, kendi elleriyle besliyor her gün.
Ayça da evin deli kızı zaten, gelene “hav hav” gidene “hav hav”!..
Mutlaka hep bir hayvanım oldu, her zaman onlarla haşır neşirdim hayatım boyunca.
En küçüğümüz Şahin de öyle.
Şahin daha çok “kediciydi”.
Yeni evlendiler bunlar, Bursa’daki düğünün ardından İstanbul’a gittiler yaşamak için, sen pis hırsızlar durumu anla, gir bunların evine, nikahtan sonra takılan ne kadar altın, mücevher varsa topla, çal götür!..
Eve bir geliyorlar ki ortalık darmadağın…
Sağa bakıyorlar yok, sola bakıyorlar yok…
Oturuyorlar hüngür hüngür ağlamaya başlıyorlar.
Giden takılar umurlarında bile değil!
Sanıyorlar ki hırsızlar kedileri Maksimus’u da alıp gittiler!
Biraz sonra çekyatın altından çıkıp gelince hayvan, düğün bayram oluyor onlar için.
Bundan dört yıl kadar önce Zülfikar beyler de (Yüksel) aldılar evlerine bir sokak kedisi, “Luna” koydular adını da.
Luna, Yunan mitolojisinde “Ay” ya da “Ay Tanrıçası” demek.
Üzerinde siyah beyaz renkleri olan, cinbaş, oyuncu bir hayvan Luna.
Kaşının üzerindeki bölümde bir apse oluşmuş.
O da almış, Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi’ne götürmüş.
Ameliyat sırasında kullanılacak sadece ilaçlar için 363 lira almışlar Zülfikar Yüksel’den!
Tam 63 lira da ilaveten operasyon için.
Ee ondan önce mahalledeki veterinere verilen muayene ve tedavi ücretleri filan…
Luna’nın bir haftalık sağlık gideri 800 lirayı bulmuş.
“Tam 6 tane enjektör yazmışlar” dedi Zülfikar bey, “reva mı bu ya? Hayvan sevgisi nasıl aşılanacak bu fiyatlarla topluma”?!.
Açtım telefonu sordum bizim ailenin veteriner hekimi Ayşu’ya. (Ayşe Yazıcı)
Bu arada Ayşu’nun dostluğu olmasa ne bu kadar çok sayıda hayvana bakabilir ne de bunca zaman onları yaşatabilirdik.
Sağ olsun ne çok kahrımızı çekti Ayşe’ciğim, göğüsten, rahim almalara kadar ne ameliyatlar, ne ameliyatlar yaptı bugüne dek.
Bir kış hem doğum yapan, hem de böbrek iltihabı olan Ayça’nın iyileştikten sonra onu görünce ayakları üstüne dikilip, Ayşe’ye dakikalarca minnetle sarılması gözümün önünden gitmez hiç.
“Valla” dedi Ayşu, “Ben olsam 6 değil, en az 10 enjektör yazardım! Hem Zülfikar bey beni niye aramamış ki?..”
Daha önce maddi hiçbir karşılık beklemeden ona da yardımcı olmuştu Nilüfer Belediyesi’nin hayvan hastanesinde.
Yaramaz Luna, henüz yavruyken sen balkondan yakalayacağım diye kuşların üzerine atla, aşağı düş, bacağı kır!..
Ne çektik bunlardan be!
“Hem” diye devam etti Ayşu, “Zülfikar bey evde hayvan beslemenin artık bir sosyete merakı olduğunu bilmiyor mu bakalım?!.
Doğru valla!
Luna için bir haftada yapılan sağlık giderleriyle 15 gün boyunca 4 kişilik bir ailenin tüm ihtiyaçları karşılanıyor bu ülkede.
Hasılı sadece asgari ücret giren bir hanede “kedi beslemek” artık imkansız şu devirde.
Ama olsun…
Bu onları dışarıda sevmeye, yemeğimizin bir kısmını paylaşmaya, sıcak yaz günlerinde bir tas su vermeye mani değil ki!
Göç zamanı kanadı ya da ayağı kırılan kuşları bir dahaki seneye dek tedavi edip, özgürlüklerine kavuşturabilmek için hastaneler açmış, vakıflar kurmuş bir kültürün mirasçılarıyız biz.
Bizdeki hayvan sevgisinin önüne hiçbir şey geçemez.
Program yapmıştık o akşam için.
Dışarı çıkacak, bir şeyler yiyip içecektik.
Telefonda dakikalarca “yaptığı masraf için” söylendi, söylendi Zülfikar Yüksel, sonra da “akşamı iptal edelim, başka zaman yaparız” dedi, “şimdi Luna ameliyattan çıkacak, evde benden başka kimse yok, kendini yalnız hissetmesin”!..
Tam olarak da işte böyle bir şey hayvan sever olmak!
Tadı başka hiçbir şeyde yok.