Gürhan Akdoğan İl başkanıyken götürmüştü.
Ankara’da, CHP Genel Merkezi’nde Kemal Kılıçdaroğlu’nu ziyaret etmiştik.
Söz sırası bana gelince dedim ki, “Efendim, AKP bu milleti inim inim inletiyor. Emeklilik yaşı ölüm gününe kadar uzadı… İş kazalarının en çok yaşandığı, devletin de baka kaldığı ülke Türkiye… Sendikaların neredeyse hiçbir hükmü kalmadı artık… Vatandaş lehine değişen, memleketi iyi idare etme adına gelişen hiçbir şey yok… AKP halkın gözünü habire boyayıp duruyor… Ecevit Hükümeti zamanında yapılan ekonomik düzenlemelerin ve bu halktan alınan aşırı vergilerin rantını yediler senelerce… Elde satacak bir şey de kalmadı…
Kalmadı ama…
Daha geçen hafta yapılan bir ankette yüzde 54 çıktı bu partinin oyu!
Biz mi hiçbir şey görüp bilmiyoruz yoksa, bu halk mı bizden farklı şeyler görüyor?
Her daim iktidarın oyu düşer, muhalefetin yükselir…
Niye AKP’nin oyları habire artıyor Sayın Genel Başkan?”
Kılıçdaroğlu başladı anlatmaya:
-Biliyorsunuz, en başta dini siyasete alet ediyorlar… Hem sonra iktidar olanaklarından yararlanarak medyayı çok iyi kullanıyorlar……
Araya girdim:
“Efendim bunlar sonuç, çözüm ne?.. Çözüm için ne yapmak lazım?..”
Kemal Kılıçdaroğlu top dolaştırırken bendeniz yine araya girdim:
“Bakın bu ülkede bir Şemsi Denizer örneği yaşandı… Adam aldı kömür işçilerini Zonguldak’tan, ta Ankara’ya kadar yürüttü… Buraya yaklaştıklarındaysa, ne istiyorlarsa alıp döndüler geri… Siz burada Ankara’da toplayın 1 milyon kişiyi, biz sadece Bursa ve Güney Marmara’dan yuvarlana yuvarlana 1 milyon insan daha yürür geliriz!.. AKP’yi hizaya sokabilmek için demokratik çözüm üretelim efendim?.. Bir şeyler yapmak lazım?”
[caption id="attachment_78437" align="aligncenter" width="400"] Zonguldak İşçileri Ankara Yürüyüşü[/caption]
İki seneyi aştı herhalde bu konuşma yapılalı.
Salı günleri yapılan grup toplantıları haricinde pek bi muhalefet yapamadı Kılıçdaroğlu, halkta biriken enerjiyi görüp yönlendiremedi.
Şu yapılan gösteriler var ya?
En az iktidar kadar muhalefet partilerinin de köküne kibrit suyu dökmüştür kanımca!
Ve oturulup üzerinde günlerce düşünülüp konuşulması gerekir.
Gerçekte, muhalefet partilerinin seçmeni ne kadar boğup sıktığı, patlayıp kabaran ruhları bir şövalyenin demirden dövülmüş zırhı gibi nasıl da sıkıp bunalttığıdır ortaya çıkan tablo!
Vatandaş, üzerinde yapışıp kalmış “muhalefeti de” bir buhar kazanı gibi patlatarak birden bire akıvermiştir cadde ve sokaklara.
Oysa CHP bu durumu görüp, kabaran öfkeyi yönetme becerisini gösterebilseydi eğer, Tayyip Erdoğan’ın pervasızca konuşan dili bu kadar uzamazdı.
Şemsi Denizer örneğini ve Kılıçdaroğlu’na önerimi o yüzden paylaştım.
Peki ya Devlet Bahçeli’ye ne demeli?
“Taksim’de ülkücülerin işi yokmuş!..”
Allah seni bildiği gibi yapsın Bahçeli!
Aksini söylesen zaten şaşardım!
Ne kadar dar geliyorsun, bir sel gibi taşıp herkesle birlikte caddelere akan milliyetçilere?!.
Ne kadar dar ve sığ!
Diğer taraftan hani Tayyip Erdoğan diyor ya, “evde oturan yüzde 50’yi zor tutuyoruz” diye?
Herhalde Erdoğan’a başka bir film izletiyorlar!
Şu ablanın fotoğrafını geçen gün cep telefonumla, Ulus Pastanesi’nin önünde çektim:
[caption id="attachment_78438" align="aligncenter" width="400"] Erdoğan'ın yüzde 50'si çoktan sokağa çıkmış bile![/caption]
Millet evden çıkalı yıl oluyor ey Tayyip Erdoğan!
Bak ayranlar bile içilmiş:
Kurt kuzuyla, serçe kartalla çoktan dost olup, karşında birleşivermişler:
[caption id="attachment_78440" align="aligncenter" width="400"] Bursa sokaklarında bir kardeşilik tablosu![/caption]
Hatta geçmişte sana oy veren dindar neslin bile senden sıtkı sıyrılıp, çoktan “Allah-Ekmek-Özgürlük” peşine düşülmüş:
[caption id="attachment_78441" align="aligncenter" width="400"] Bursa sokaklarında Allah-Ekmek-Özgürlük arayan dindar nesil![/caption]
Hülasa, olayların sonu nereye varır bilemem?
Bunu toplumun biriken talepleri belirleyecek.
Ancak, AKP’nin muhakkak sandıkla gitmesi gerektiğini düşünenlerdenim.
Vatandaşın öfkesi dinmezse, dahası artarak yayılırsa AKP’nin yapacağı tek şey genel ve yerel seçimlerin birlikte gerçekleşeceği bir seçim kararı almak olur!
Ama bildiğim tek şey var o da kararlı ve kitlesel taleplerin karşısında hiçbir iktidarın duramayacağı gerçeğidir ki, Türkler bu açıdan “Haziran” ayını pek severler!
Bundan tam 43 yıl önce yani 1970 yılının 15 Haziran’ında iki gün sürecek ve sonu sıkıyönetimle de bitse, Türkiye’de sendikal hareketin kazanılmış doğumuna sahne olacak bir sabaha uyanıyordu güzel İstanbul’un güzel insanları yine.
Bu tarihten bir süre önce çalışma yaşamını ve temel sendikalar mevzuatını düzenleyen 274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası'nda değişiklik yapan tasarı, Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin işbirliğiyle önce Millet Meclisi ardından Senato'dan geçirilmişti.
Yapılan değişiklik, işçilerin sendika seçme özgürlüğünü önemli ölçüde kısıtlamakta, sendika değiştirmeyi güçleştirmekteydi.
Bu durum Disk için ölüm fermanı demekti.
Yasa taslağı 11 Haziran 1970'te cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın onaylamasıyla yürürlüğe girdi.
Kanunlaşan tasarı esas olarak Türk-İş'ten DİSK'e işçi akışını önlemeyi amaçlamaktaydı. DİSK ve bağlı sendikalar yeni yasaya tepki gösterdiler.
Türkiye İşçi Partisi ise sözkonusu yasa değişikliklerini Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğini açıkladı ve iptal davası açtı.
DİSK'li sendikacıların ve yöneticilerin tepkileri, 15 Haziran 1970 sabahı, İstanbul'un belli başlı merkezlerine doğru yürüyüşe geçmeleriyle yeni bir evreye girdi.
Son 1,5 yıldır bazı büyük fabrikalarda çeşitli işçi hareketleri ve direnişleri sürmekte olduğundan birçok fabrikada ve işçi semtinde gerginlik artmıştı.
15 Haziran 1970'te patlak veren olaylar da bir nevi dışavurum oldu.
Kentin Anadolu yakasında başlayan yürüyüş Kartal İlçesi'nden yürüyüşe katılan işçilerle Ankara Asfaltı (E-5 karayolu) boyunca ilerlerken, kendilerine başka fabrikalardan da katılanlar oldu.
Göztepe dolaylarında, Otosan Fabrikası işçileri ile DMO işçileri de onlara katıldı ve yürüyüş saat 17:00'ye kadar sürdü.
Bir başka yürüyüş kolu daBeykoz ve Paşabahçe'den Üsküdar'a doğru oluştu.16 Haziran'da ise Gebze'den başlayan işçi yürüyüşü, Kartal'dan katılan işçilerle birleşerek Bağdat Caddesi üzerinden Kadıköy İskele Meydanı'na kadar ulaştı.
Avrupa Yakası'nda ise 15 Haziran 1970'te, Bakırköy - Topkapı - Sağmalcılar güzergahında yürüyüş yapıldı.
16 Haziran'da da, kentin Topkapı dışındaki kesimlerinden gelen kollar birleşip, Aksaray üzerinden önce Sultanahmet'e, oradan Cağaloğlu ve vilayetten geçip Eminönü'ne geldiler.
Valilik Haliç üzerine yer alan o zamanki iki köprüyü de açtırarak, eylemcilerin Beyoğlu tarafına geçmesini engelledi.Levent ve Beyoğlu'nda da küçük yürüyüş kolları oluşmuştu.
Gösterilere pekçok fabrikadan 75,000 dolaylarında işçi katıldı.
Gösterilen tepki esas olarak DİSK üyesi işçilerden geldiği halde, yürüyüşlere çok sayıda Türk-İş işçisi de toplu halde katıldı.
Olayların birinci günü akşamı Bakanlar Kurulu 60 günlük bir sıkıyönetim ilan etti.
DİSK ve bağlı sendikaların yöneticilerinin pek çoğu sıkıyönetim mahkemelerince tutuklandılar ve yargılandılar.
Kadıköy'de meydana gelen olaylarda 2 işçi, 1 polis ve 1 esnaf yaşamını yitirdi.
16 Haziran'da Ankara, Adana, Bursa ve İzmir'de de küçük çaplı olaylar yaşandı.
Olayların ardından CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit, Genel Başkan İsmet İnönü ile birlikte partisi adına, TİP'den ayrı olarak Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu.
Anayasa Mahkemesi, yasa değişikliği konusunda açılmış olan davaları daha sonra karar bağlayarak, söz konusu yasa değişikliklerini iptal etti.
Bu toplu hareket ve talep karşısında antidemokratik yasalar geri çektirilmiş, işçiler ayrıca CHP’yi de hizaya çekmiştir!
Sıkıyönetim süresince açılan davalar bir bir düşer ancak, kapitalistlerin ve ülkeyi yönetenlerin 15-16 Haziran tarihlerinde yaşadıkları korku öyle büyüktür ki, 12 eylül darbesinden sonra toplam 1477 sendikacı için ağır hapis cezası, 52 sendikacı için idam cezası istenen DİSK davası başlatılmış ve iddianamede 15-16 haziran 1970 direnişi yeniden suçlama konusu bile yapılmıştır sevgili okurlar.
Çok korkmuşlardı o gün ülkeyi yöneten zalimler!
Hani diyorum ki, bundan sonra hiçbir şey olmasa, hiçbir şey yaşanmasa bile Tayyip Erdoğan’a şu yaşadığı korku bile yeter!
Haksız mıyım?