Yazarlar

Her şeyin başı diyalog

post-img
Adamın biri yaşamı boyunca her gün “Allah’ım, ne olur Milli Piyango’dan büyük ikramiyeyi bana çıkar” diye dua etmiş.   Ama her gün, sabahtan akşama kadar!   En son artık vadesi gelmiş, Azrail gitmiş yanına, canını alacak, acımış haline, geri dönmüş, çıkmış Allah katına.   “Allah’ım ya” demiş, “gittim, elleri havada hala zat-ı âlinize dua edip duruyordu titreyerek o adam, ‘N’olur piyangodan büyük ikramiyeyi bana çıkar ya Rabbi’ diye. Hani bi artık son günlerinde çıkarıverseniz, sevinse şu gariban da gidip canını öyle alsam?”   “Çıkaracağım, iş sadece bana kalsa şimdiye kadar çoktan çıkaracaktım” diye yanıt vermiş Tanrı, “fakat adam gidip de  bilet almıyor ki birader!..”   Rahmetli hiç bilet almadı o makamda bulunduğu dönemde.   Osmangazi Belediye Başkanlığı görevini yürüttüğü 5 yıllık süre boyunca hiç temasa geçip görüşmedi benimle.   Daha çok etrafındakiler fişfirikleyip dolduruşa getirdiler.   İktidarda olmanın getirdiği ego şişkinliği şımarttı onu.   Hep öyle olacak sandı.   Rahmetli Basri Sönmez’den bahsediyorum.   O kastıkça ben yazdım, ben yazdıkça o kastı!   Mahkemelik olduğumuz yazılarımdan birinin başlığı şöyleydi mesela:   “Söz vermek başka bir şey vermeye benzemez!..”   Sürekli dava açtı hakkımda.   Oysa bir gazeteciyle temas kurmanın, ona derdini anlatmanın basit ve yegâne yolu gidip konuşmaktır.   “Seviyosan git konuş abi” gibi açık ve net bir şeydir bu durum!   Bunu yapmadı Basri Sönmez, görevde bulunduğu süre içerisinde bir “bilet” olsun almadı.   Bu şansı tanımadı ne kendisine ne de bana!   Sonra…   Aradan çok uzun yıllar geçtikten sonra iki iyi dost, ahbap olduk Basri abiyle.   Eskiden yanından ayrılmayanların hiçbiri yoktu son günlerinde.   Bir İngiliz Kemal (Yetişen) bir de ben giderdim Anadolu Hastanesi’ndeki yoğun tedavi günlerinde ziyaretine.   Sonradan öğreniyorum kimler olduklarını, belediye başkanlığı döneminde zarfların içinde tomar tomar paralar giden kokulu “köşe yastıklarının” hiçbiri adını bile anmadı o öldükten sonra; Bursa’da sadece yazarınız uğurladı onu köşesinden, bana kısmetmiş Basri Sönmez’i bu sütunlardan yolcu etmek!   Yazarken hatalarımız olmuyor mu?   Olmaz mı hiç!   Yıllar yılı onca yazı kaleme alıyorsun, bu arada bazen hiç hak etmedikleri halde kimi insanları istemeden de olsa incitip kırabiliyorsun tabii, elbette dediğim gibi, layık olanlar müstesna!   Mesela “Karesi Tekstil’i” yazmıştım geçenlerde.   Çevredeki köylülerden gelen yakınmalar üzerine üşenmeden olay yerine de gitmiş, koca koca borulardan derelere akan kırmızı, yeşil ya da mavi renkli atıklara bizzat gözlerimle şahit olmuştum.   Çevrede boya ve apre işlemi yapan en büyük tesis Ramazan Bayduz’a ait Karesi Tekstil’di.   Bayduz’u bi güzel benzettim tabii daha sonra kaleme aldığım makaleyle.   Bunu yapacaklarını adım gibi biliyordum zaten, pek çok insan arayıp dolduruşa getirmeye çalışmış onu.   Eskiler “kış kışlığını, puşt puştluğunu mutlaka yapar” der durumu açıklamak için, bu tipler bulabildikleri her fırsatta,  aynen bir akrep gibi sokmaya çalışırlar insanı, eskiden sokak köpeğiyken eve alındıktan sonra uysallaşıp “evcil hayvan” kıvamına gelen kişi de öyledir mesela, emekli olduktan sonra okul müdürlerine avanta vererek beden eğitimi dersinde kullansınlar diye gariban öğrencilere kazık spor kıyafeti satan solcu bozuntusu “18.128 O”da keza!   Seni ne yazıcam be folluk, nereni yazıcam, Bursa’daki “eski köpeklere” değin senin ne mal olduğunu herkes çok iyi biliyor zatena be kart kaşar, hoşuna mı gitti yoksa yeniden anılmak, etrafta konuşulmak filan sayemde öyle?   Hemen olmaz o işler öyle, yavaş yavaş, sakin sakin olur, “eski faşist katillerle ezelden beri aranın neden bu kadar sıkı fıkı olduğunu” anlatarak başlayabilirsin mesela söze, “O.şortman” mı verdin diğerleri gibi onlara da yoksa?   Neyse…   Bilenler bilir, yazılarımda dozunca “argo”da kullanırım; bir makaleyi daha da lezzetli hale getirir öyle dokunuşlar ama böyle bir “pisliği” gündeme getirerek keyfinizi bozduğum için gerçekten çok özür diliyorum hepinizden.   Etraftan gelen “hemen mahkemeye ver” yollu telkinlerin hiç birine itibar etmedi Ramazan Bayduz.   Peki ne yaptı?   “Bilet almayı” yani, oturup konuşmayı tercih etti!   Sonuç?   Beni kazandı!   Kendisinden de çok çok çok özür diliyorum!   Sonradan bu diyalog sayesinde öğrendim ki, Karesi Tekstil’den ovadaki derelere salınan o renkli sular asla ve asla kesinlikle zehirli değilmiş.   Bir bölümünü kendi bünyesinde arıtıyor, kalan kısmını da tamamen temizlenmesi için çevredeki fabrikalara hizmet sunan “Yeşil Çevre Arıtma Tesisine” gönderiyormuş Bayduz.   Peki, o renkli sular neyin nesi o zaman?   Çevre Bakanlığı ve Valiliğin “online” bir şekilde denetlediği “Yeşil Çevre Arıtma Tesisinden, arıtıldıktan sonra salınan sularmış” onlar da!   “Arıtma” işleminde “renk paritesinin” hiçbir önemi yokmuş meğerse, önemli olaniçeriğindeki ağıt metal ya da zehirli kimyasal unsurların yok edilmesiymiş!   Geçen gün Bursa Valiliği kocaman bir tabela dikti o boruların yanına, “buradan akan sular bir miktar renk pigmenti içerebilir ancak, tesisimizde kimyasal unsurlardan tamamen arındırılmış olarak dereye salınmaktadır” diye.   Hem, biz “gâvur” muyuz adama karşı hususi bir kin besleyelim, onun kötülüğünü isteyelim kasıtlı olarak?   Sonra fabrikasına da davet etti Ramazan Bayduz.   Sen Orhaneli’nin, Karesi Köyü’nden yalın ayak başı kabak çık, bugün en az 10 bin aileyi geçindiren öyle bir tesis kur!   Ve kendi alanında Türkiye’nin “bir numarası” ol!   Yeşim Tekstil’i aldı, Karesi Tekstil’i kapsayacak kadar da Batı Organize Sanayi Bölgesi’nden yer aldı Ramazan Bayduz, bundan böyle aşama aşama dükkanı artık oralara taşıyacak.   “Helal olsun” diyorum, başka da bir şey demiyorum!   Günün birinde onun da başarı öyküsünü yazmayı çok isterim.   Geçenlerde bir dost meclisinde “BTSO Başkanı İbrahim Burkay’ın konusu” açıldı, onu sürekli ve ağır biçimde eleştirmemden bahisle.   “Adam bilet almıyor ki” dedim, arkadaş, “bir bilet alsa mesele belki de kendiliğinden çözülüp gidecek!..”   Bugüne dek ne bir aramışlığı, ne bir telefon etmişliği, ne de kalkıp gelerek bir çayımızı içmişliği mevcut değil!   Kendisini tenkit ettiğim konular istisna, yok mudur Burkay’ın iyi yaptığı, bu şehre kattığı şeyler?   Olmaz mı hiç!   Fakat adam gelip anlatmıyor!   Mesela Bursa’nın merkezi bütçeye katkısı son 4 yılda yüzde 100’ün üzerinde artış göstererek 4.3 milyar liraya yükselmiş.   Bursalı sanayiciler kentimizin ihracattan aldığı payı yüzde 10’a yükseltmişler ve tam 7.1 milyar liralık yeni harcamayla  Türkiye’nin en fazla yatırım alan şehri Bursa olmuş.   (Sana söylüyorum Zülfikar (Yüksel), Osman’ım (Güleç) sen anla!..)   Allah bin bereket versin, az şeyler mi bunlar?   Tüm bu sürecin yönetilmesinde Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nın rolü yok mu?   Olmaz mı hiç!   Aha, şöyle bir baktım, BTSO ve İŞKUR’un el birliğiyle kurdukları istihdam bürolarına daha yeni 1.200 firma, 5 bin 300 kişilik çalışan talebinde bulunmuş.   Ne güzel.   Bu gün bakıyorsun, eskiden olduğu gibi sadece makine, tekstil, otomotiv ya da kimya gibi sektörlerle anılmıyor Bursa, havacılık, savunma, raylı sistemler ve yazılım gibi alanlarda yatırım yapıldığını, binlerce uzmanın ve mühendisin çalıştığını görüyorsunuz artık.   Geçenlerde ziyaret ettim, yine ne kadar gurur duydum, alın size bir örnek daha:   Kendisini gıyaben tanırdım ama bir araya gelmişliğimiz yoktu daha önce, ortak bir arkadaşımız vasıtasıyla diyalog kurdu, “görüşüp, konuşmak istediğini” iletti.   Niye olmasın, elbette konuşuruz, gâvur muyuz biz!   Görüşmek isteyen kişi CHP Bursa İl Başkanı Şadi Özdemir’in ortağı Osman Akın’dı.   Hani ben de yazıp duruyordum ya “Şadi Özdemir şu belediyenin yazılım işini yapıyor, bu belediyeden iş aldı” filan diye?!.   “Arkadaş” dedi Osman, “birincisi ben bu şirketin yüzde 50 ortağıyım, her vurduğunda aynı oranda ben de zarar görüyorum, rakiplerimiz internet ortamından yakalayıp, aleyhimizdeki bu yazıları koz olarak kullanıyorlar bize karşı!.. Bana haksızlık değil mi şimdi bu? Suçum, kabahatim ne şimdi benim?”   Şimdi haklı adam, meseleyi ben o açıdan hiç görmemiştim; dahası, bir ortağı olduğunu bile bilmiyordum Şadi Özdemir’in.   “Sonra, Mudanya Belediyesi’ni yazılım işi bu dönemde değil, orayı ANAP’lı bir başkanın yönettiği sırada alındı. Keza Osmangazi ve Nilüfer ilçeleri DSP zamanında başlayan işler. Büyükşehir’le de hiçbir alakamız yok. Yani Şadi abinin siyasetle uğraştığı sırada edinilmiş tek bir işimiz yok bizim!..”   Şimdi bu durumda benim hem Osman Akın’dan, hem de Şadi Özdemir’den “özür dilemem”gerekmez mi?   Elbette gerekir, her ikisinden de bu konuya dair çok çok çok özür diliyorum gerçekten!   Sürekli takipçilerim mutlaka farkına varmışlardır, uzun bir zamandan beri Özdemir’e ilişkin yergilerimde Osman Akın’la ortak oldukları “Prodes ve Teracity” isimli şirketlerine hiç değinmiyorum o gün bugündür kesinlikle, adam haklı ve doğru çünkü!..   Kaldı ki çok uzun zamandır Şadi Özdemir arada bir sadece kahve içmek için uğrarmış dükkana da…   Yaklaşık 70 kadar yazılımcı, elektronik mühendisi haldır haldır gece gündüz çalışıyorlardı orada da.   Sonra ben de ziyarete gittim Osman Akın’ı, bir yeri geldiğinde onun da “başarı öyküsünü”yazmayı, sizlerle paylaşmayı çok arzu ediyorum, “yapay zeka” ve “yeni bir robot” üzerinde çalışıyorlarmış!   Ülkemiz, Bursamız için muhteşem bir şey, ayrıntıları öğrendiğimde kafam tavana vuruyordu neredeyse!   İşte aralarındaki fark, Osman’ın “diyaloğu”, ortağı Şadi Özdemir’inse “susmayı” tercih etmesiydi, hepsi bu işte!   Bu arada Osman Akın, aynen Ramazan Bayduz gibi beni de kazanmayı başardı aynı zamanda!   Bu devirde bir “Mehmet Ali Yılmaz” da öyle pek kolay ve  sık çıkmıyor canım!   Hiç de fena bir kazanç değil yani!

Diğer Haberler