Virginia Woolf, James Joyce, Vladimir Nabokov gibi büyük yazarlar yapıtlarını kaleme alırlarken ondan fazlasıyla esinlendiler.
Kitaplarında dile getirdiği felsefesinden ziyadesiyle etkilenenler arasında İngilizlere karşı, Hindistan’ın bağımsızlık ve özgürlük hareketinin öncüsü ve bu ülkenin kurucusu olan Gandi de vardır.
“Kötülüğe karşı aktif ama şiddet unsuru içermeyen direnişe” dayanan “Satyagraha felsefesinin” öncüsü olan Gandi de bugün biraz size kendisinden bahsedeceğim “Tolstoy’un” ünlü hayranları arasındadır.
Bugün hâlâ hayatın gerçeklerini öğrenmek veya hatırlamak mı istiyorsunuz?
Kendisi de bir ömür boyu “arayış” içinde yaşamış olan Tolstoy’un “İnsan Ne ile Yaşar” isimli kitabını okumakla başlayabilirsiniz mesela işe.
“İyilik ve kötülük, yaşamla ölüm, aç gözlülükle tamahkarlık” gibi kavramların ele alındığı 4 kısa mükemmel öykü bulacaksınız orada ve hayata dair “farkındalık” düzeyiniz birkaç basamak birden artacak.
Rus edebiyatının diğer büyük yazarlarından Maksim Gorki ve dünyada öykücülük ve tiyatro tekniklerinde çığır açan büyük deha Anton Çehov’la da yakın arkadaştı Tolstoy.
“Henüz çok genç bir yazar olduğu halde Çehov’un kendisininkilerle kıyaslanabilecek ölçüde ürünler verdiğini ve onu ne kadar çok kıskandığını” anılarında açıkça belirtecek kadar da egosunu yenmiş biriydi Tolstoy.
Dünyada ne kadar insan bunun farkında hiç bilmiyorum ama Tolstoy’un yeryüzünde bıraktığı etki bugün hâlâ varlığını olanca sıcaklığıyla sürdürüyor, bence gelecekte de sürdürecek.
O yıllarda böylesi “tehlikeli düşünceler” henüz kağıt üzerine geçirilmemiş, Simavnalı Şeyh Bedrettin’den bu yana “eşitlikçi anlayışı” hiç kimse bu denli savunmamıştı.
Paraya pula önem vermeyen, özel mülkiyet fikrine karşı çıkan, lüks yaşamı sevmeyen dahası, bu yöndeki eylem ve düşünceleri yüzünden en başta karısı olmak üzere ailesiyle büyük sorunlar yaşayan bir insandı Lev Tolstoy.
Yeryüzüne gelen ender ruhlardan birine sahipti o!
Sürekli kendinde olanı dağıtmayı, paylaşmayı seviyordu.
O, eserlerini arka arkaya vermeye başladıktan çok sonra 1847 yılında yayımlayacaklardı “Komünist Manifestoyu” Londra’da, Friedrich Engels ve arkadaşı Karl Marx.
Das Kapital’in ilk cildini anca 1867’de tamamlayabilecekti Komünizmin mimarı Karl Marks.
Tolstoy doğduğunda “Ekim devrimine” daha yaklaşık 90 yıllık zaman vardı.
Oysa, zengin ve asil bir ailenin ferdi olarak 9 Eylül 1828 senesinin güneşli bir 9 Eylül sabahında Moskova yakınlarındaki Tula şehrinde, “Yasnaya Polyana” isimli bir malikanede dünyaya gelmişti Tolstoy.
Anne ve babasını çok erken yaşlarda kaybetmiş, halaları tarafından büyütülmüştü.
Babasından kalan toprakların ucu bucağı, servetinse sonu yoktu.
İsviçre, Almanya ve Fransa’yı kapsayan bir Avrupa seyahatinden dönüşte yaptığı ilk iş, arazilerinde çalışan yoksul ailelerin çocukları için bir “okul” açmak oldu!
İkinci seyahatindeyse Batı’nın “yapay ve maddeci uygarlığını”, insanı bozan yapısını sentezlemeye başladı.
Onun için en büyük deneyimlerinden birisi de asker olan abisinin çağrısı üzerine gönüllü olarak katıldığı Rus ordusunda yaşadıklarıydı.
“Savaş ve Barış’la, Hacı Murat’ı” o yılların birikimiyle kaleme almıştır.
Tolstoy’un artık gittikçe olgunlaşmaya başlayan fikirleri o sıralarda Rusya’da oluşmaya başlayan ve ileride Çarlık rejimini yer ile yeksan edecek “Hristiyan anarşizmine” de öncülük ve rehberlik eder.
“Hristiyan anarşizmi” akımına göre insanoğlunun bağlı olması gereken tek mercii Tanrı’dır, “devleti” zararlı kabul ederek kurumlarını da reddeder bu anlayış.
Ünlü yazar bu konuya ilişkin fikirlerini de “Diriliş” ve “Tanrı’nın Egemenliği İçimizdedir”isimli kitaplarında ayrıntılı şekilde paylaşmıştır.
Tolstoy’un aklı fikri Rus toplumunda, özellikle de yoksul ve cahil bırakılmış köylülerdeydi.
Dünyaya soylu olarak gelmekten çok mutsuzdu büyük yazar.
Bu nedenle de aynen bir “köylü” gibi yaşıyordu.
Onlar gibi giyiniyor, onların arasında bir hayat sürüyordu.
Onların durumunu iyileştirebilmek için pek çok şey yaptı.
“Kroyçer Sonat, İtiraflarım, Efendiyle Uşak” gibi eserlerini o dönemlerde üretti mesela.
Son yıllarını baba ocağında geçiren Tolstoy, servetinin ve arazilerinin tamamını köylülere dağıtmak istediği için karısı Sofya’yla büyük tartışmalara girişiyor ve en sonunda evden kaçarak ondan kurtulmaya çalışıyor!
Yârin yanağından gayrı her şeyi paylaşma taraftarı Tolstoy da.
Tam bir Komünist.
Katıksız, gerçek solcu.
Almaktan değil, vermekten, paylaşmaktan yana.
Ve içine dert ettikleri, düşündükleriyle yan yana, birlikte, omuz omuza.
CHP’deki “solcu bozuntularıysa” günümüzde halktan, işçiden, köylüden fersah fersah uzakta Beymen takım elbiseler giyip “solculuk” taslarlar, Yavuz Sultan Selim’e “katil” diyerek mezhepçilik, Alevicilik yaparlar…
Laf ebeliğinden başka halk için ortaya koydukları hiçbir şey yoktur bunların.
Rezil mi rezil, etrafa kendini bir haltmış gibi gösteren, kepaze, karanlık ruhlu, içinin çirkinliği yüzüne vurmuş bir “balkon gülü” de var Bursa’da; arada sevip hatırlarını kırmak istemediğim insanlar olduğu için yıllardır hâlâ kendimi tutuyorum ama artık çok zor tutuyorum bilesiniz…
Onun balkonunda toplaşıp yedikleri “içli dolmaları” Facebook’ta paylaşarak siyaset yaptıklarını sananlara ne demeli peki?
Koskoca CHP Genel Başkan Yardımcısı olan Lale Karabıyık’a ne demeli?
O karının tehditleri ve telefon tacizlerinden korkan Lale hoca, aynen bir temizlikçi gibi mutfağına girip bulaşıklarını yıkıyor ya, hiç olacak şey mi?!.
Profesör müsün sen yoksa hademe mi?
Lev Tolstoy’un bir tespitiyle bitireyim bugünkü sohbetimizi ve elbette anlayanlara gelsin!
“Bil ki, yaşadıklarınla değil, yaşattıklarınla anılırsın.
Ve unutma, ne yaşattıysan, elbet bir gün onu yaşarsın."
İyi pazarlar hepinize.