Gerçekte insanlığın geçmişine şöyle bir göz atarsanız eğer, sadece “savaşların tarihi” olduğunu görürsünüz.
İki savaş arasında geçen süreyse barış değil, yeni savaş hazırlıklarının yapıldığı dönemlerdir.
Bizim atamız Latince adıyla “Homo Sapiens” olarak adlandırılan bir hominid yani, insanımsı canlı türü.
Homo Erectus, Australopithecus, Australopithecus Boisei, Homo Neanderthalensis gibi benzer başka türler de yaşıyor yer yüzünde milyonlarca yıl önce.
Üstelik tümü de insandan daha güçlü ve iri.
Gelin görün ki Homo Sapiens’in beyninin ön lobu daha gelişmiş, alet kullanma, birlikte hareket edebilme ve tuzak kurma yeteneği var.
Tüm hominidler yamyam o sıra.
Yakaladıkları vakit birbirlerini de yiyiyorlar!
Aslında şimdi yeryüzünde yaşayan insanlar da yamyam; uzaydan bazı ziyaretçiler gelse doğrudan “yamyam” olarak tanımlar bizi.
Bu gün memeli bir tür olan bizler, diğer memelileri yemiyor muyuz?
Yamyamlık tam olarak da budur işte, daha sonraları köle olarak kullanmak daha avantajlı olduğu için birbirlerini yemekten vazgeçmiş insanoğlu, yoksa başka hiç bir nedeni yok!
Bu bizim büyük büyük büyük atalarımız Homo Sapiens’ler mesela bir çukur bulup bunun üzerini çalı ve yapraklarla kapatıyorlar…
İçlerinden biri de örneğin bir kenarda kuş burnu çiğneyen bir Neanderthal adamının kafasına bir taş atıp kaçıyor.
Minik Homo kaçarken nereye basmayacağını biliyor ama diğeri bilmiyor elbette.
Ve Neanderthal çukura düşünce sürünün tamamı ortaya çıkıp hep birden taş ve sopalarla öldürüyorlar kurbanlarını.
Alın size nefis bir Neanderthal çevirme!
Milyonlarca yıl ağaç tepelerinde ve mağaralarda vahşi hayvanlara da yem olarak son derece güç kominal bir yaşam sürüyor insanoğlu.
Cennet-Cehennem obruklarını, Hasankeyf ve Kapodokya bölgesindeki mağara ve yer altı şehirlerini gezdiyseniz eğer sizler de benim gibi yüzbinlerce yıl öncesinin atmosferini solumuşsunuz demektir.
Mesela size ilginç bir bilgi:
Pek çok insan yaşamı boyunca en az bir kez rüyasında yüksek bir yerden düşerken dehşet içinde uyanır.
İşte o insanlar dev ağaçların tepesindeki dallarda uyurlarken gece aşağıya düşmüş ama can havliyle yeniden tırmanmış olan hominidlerin torunlarıdır!
Aşağıda yırtıcılar yemeklerini beklemektedirler çünkü!
Ve onlara av olanların çocukları da dünyaya gelememiştir hiç bir zaman.
Bu kadim “düşme korkusuna” dair bilgi insanda nesiller boyunca genetik olarak korteks yani beyin zarına aktarılarak muhafaza edilir.
Onun için rüyalarımızda bazen düşerken korkuyla uyanırız.
Başlangıçta vahşi hayvan tehlikesi dışında önemli pek bir sorunu yoktu insanoğlunun, şimdi filler, ceylanlar, kurt sürüleri nasıl yapıyorlarsa onlar da toplu olarak yaşıyor, hep birlikte avlanıyor, herkes ihtiyacı olduğu kadar tüketiyor, giyiniyor ve doğup büyüyen çocuklar da tüm kabilenin kabul edilip, hep birlikte korunuyordu.
Erkeklerse yaklaşık 3 yıl kadar anne ve çocuğuna bağlı kalıyor, onları besleyip koruyor, daha sonra doğası gereği kendine başka bir dişi bularak insan popülasyonun artmasını sağlıyordu.
Günümüzde evliliklerin üçüncü yıldan itibaren çatırdamaya başlamaları belki de bu genetik kod yüzündendir kim bilir?
Ne zaman “artı değer” oluşmaya başladı yani, bazı insanlar tükettiklerinden daha fazla üretmeye ve biriktirmeye başladılar, işte geçen gün Koç Holding’in sahiplerinden Ali Koç’un da “asıl sorun orada” diyerek yakındığı “kapitalizmin” ondan sonra insanlığa hep acı verecek çirkin yüzü çıktı ortaya.
Birinde daha çok hayvan postu vardı, diğerinde buğday, berikinde bal…
Ancak ötekinde yoktu. Bu nedenle kışın soğuktan ya da açlıktan ölmemek için diğeri ne derse yapmak, onun için çalışmak, savaşmak yani “köleleşmek” durumundaydı.
Süreç aynen de böyle devam etti zaten.
Esasında bu gün de düzen hala öyledir.
Asgari ücretle çalışanlar gerçekte özgür olduklarını sanan gözleri boyanmış modern kölelerdir.
Bu gün Tofaş’ta çalışan bir işçiye ödenen asgari ücrete yakın bir maaşla en az iki çocuk ve bir kadına baktırılmakta, o kadına da neredeyse boğaz tokluğuna kocasına karılık, çocuklarına analık, çamaşır, bulaşık, temizlik dahil olmak üzere evin her türlü hizmeti gördürülerek ömür boyu tam bir köle hayatı yaşatılmaktadır.
En büyük lüksü, ödedikleri paranın hiç olmazsa bir kısmını geri alabilmek amacıyla “çalışanımız olduğunuz için size ucuza veriyoruz” denilerek satılan Fiat marka araçlarıyla bir dere kenarına giderek çoluk çocuk mangalda tavuk kanadı ya da ekmeği bol katılıp yoğurulmuş köfte pişirip yemektir bu kesimin.
Toplumun şişen karnındaki gaz her hafta futbolla alınır.
Gezi olayları gibi toplumsal enerjinin ortaya çıktığı zamanlardaysa tam tersi, gaz sıkılır bu sefer milletin üzerine!
Ailenin erkeği akşamları evde durmaz, kahvehaneye çıkar mutlaka; en büyük zevki kendi sınıfından arkadaşlarıyla yanık oynamaktır.
Artı değer ortaya çıkıp da birilerinde mal mülk birikmeye başlayınca bunlar sonra yabancıya gitmesin diye “evlilik kurumunu” keşfetti insanoğlu; buna ritüeller uydurup resmiyete bağladı daha sonra.
Gelin görün ki fakirin çocuğu fakirle, zenginin evladı da zenginle evlendiği için sınıflar arasındaki uçurum daha da yükseldi.
Zengin sınıfla mensup aileler varlıklarını koruyabilmek için kendilerine savaşçı askerlerden oluşan birlikler kurdular. Ardından da adını nasıl koyarsanız koyun, irili ufaklı devletçikler çıktı ortaya.
Sosyalizm, kapitalizm ya da monarşi hiç fark etmez…
Geçmişte olduğu gibi yeryüzünde bu gün de devletlerin tümünü o coğrafyadaki varlıklı aileler ya da onların belirlediği insanlar yönetir.
Bir de her devletin hamisi, abisi, yer altı jargonuyla güya onu koruyup kollayan ama gerçekte sürekli haraç alan “mafyası” başka bir devlet daha vardır ki, onun sözünden de asla dışarı çıkılamaz.
Bir kısım haklarını Amerika’ya devretmiş olmakla birlikte mesela Cumhuriyet’in kuruluşundan beri Türkiye’nin hamisi İngiltere’dir.
Bu günkü AKP de Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana devlet imkanlarını kullanıp palazlanarak devleşmiş bazı varsıl ailelere, “durun artık, bu pastadan bizler de yiyeceğiz” diyen Anadolu sermayesinin bir projesidir gerçekte.
Ve onların rakipleri de Ali Koç’un dedesi Vehbi Koç’un kurduğu Koç Holding, Sabancı, Eczacıbaşı gibi dev holdinglerdir; bunlar yıllarca hem devletten beslenmiş, hem de bir yandan halkı sömürmüştür.
Siz hiç Türkiye’de “deprem geldi geçti, yaralar çoktan sarıldı. Ayıp oluyor. Halktan hala deprem vergisi alıp duruyoruz. Kaldıralım artık şunu” diyen bir hükümet ya da başbakan gördünüz mü?
Ya da bunu dillendiren bir muhalefet?
Peki, biz bu ülkeyi daha öncekilerden daha iyi yönettik, yönetiyoruz; “artık şu vergileri azıcık düşürelim” diyen bir hükümet?
Göremezsiniz.
Çünkü adına devlet denilen sistem daima her bahaneyle halktan daha fazla toplayıp, yandaşlara daha fazla dağıtma üzerine kuruludur.
Savaşlar da gerçekte bu devletleri perde arkasından yöneten sözünü ettiğim o grupların menfaatleri ve aç gözlülükleri yüzünden çıkar.
Hitler 2’nci dünya savaşını kesinlikle kendisi başlatmadı mesela; daralan Alman sanayisi ve dolayısıyla sanayicisinin daha fazla para kazanma hırsı yüzünden yaşandı onca acı.
Güya insanlığın eşitliği için Rusya’da yapılan Ekim Devrimi sonrası Stalin tam 70 milyon insanı insaniyet namına mı öldürdü dersiniz?
Ya da Polonyalı yetişmiş 10 bin subayın bir gecede başlarına birer kurşun sıkılıp çukurlara gömülmesi emrini verirken insanlığı aklına getirdi mi??
O katliamın yıllarca Hitler tarafından yapıldığını sandı insanlar.
Oysa emri veren eşitliği, hümanizmi savunan sosyalist bir liderdi!
İngiltere, Amerika, İtalya, İspanya gibi Fransa’nın tarihine de bakarsanız birer soykırım ve sömürgecilik tarihleri olduğunu görürsünüz.
Cezayir’de göz göre göre 1 buçuk milyon, Ruanda’da 800 bin insanı katleden, Gaziantep’te, Kahramanmaraş’ta sayısız katliamlar yapan Fransa bu gün hiç utanıp sıkılmadan sözde “Ermeni soykırımından” bahsedebiliyor.
Katledilen on binlerce Cezayirlinin bir kısmı şehir dışında açılan dev çukurlara gömüldü.
Bir kısmıysa, kamyonlara doldurularak kireç fırınlarında yakılmaya götürüldü.
Cezayirlilerin cesetleri, Nazi fırınlarına benzeyen ölüm fırınlarında yakıldı.
Var mı bu dünyada bu durumu dile getiren bir Allah’ın kulu?
Devletler tarihi boyunca o devletleri yöneten varlıklı aileler hem kendi halklarını sömürmeye devam ettiler, hem de ya asker, ya da kurban olarak başka ülkelerdeki milyonlarca insanı da birbirine kıydırdılar.
Hele hele İngilizler, tarihleri boyunca hep insan kullandılar, ne işleri vardı Avustralya’da yaşayan Anzak’ların Çanakkale’de?
Anadolu’da bir tek İngiliz savaştı mı, o zaman da Yunanlıları kullandılar?!.
Fransa’daki terör eylemlerini gerçekleştirenlerin Selçuklu Veziri Nizamülmülk’ü zehirli hançerle öldürdüğü rivayet edilen Hasan Sabah’ın cennet peşindeki fedaisinden hiç bir farkları yoktur.
Terörü yaratan, onu besleyen ve birbirlerine karşı onu kullananlar da bizzat devletlerin kendileridir.
Amerika’daki İkiz Kuleler saldırısı olmasaydı, dehşete kapılan Amerikan halkını ikna edip gelebilir miydi Busch Irak’a?
Londra metrosu, İstanbul’daki İngiliz sermayeli HSBC Bank ve İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosluğu bombalanmasaydı eğer, bu devlet ikna edilebilir miydi Orta Doğu petrolünün yeniden paylaşımına?
Bu yaşanan hadiselerin etnik kökenle, dinle, mezheple filan uzaktan yakından alakası yoktur.
Alın size buradan iki küçük örnek:
Özdemir Sabancı’yı “komprodor kapitalisttir” diye oradaki baronların kontrolündeki DEV-SOL’cu sosyalist çocuklara, Nesim Malki’yi de “Siyonist Yahudidir” diye eski ülkücü İslamcılara vurdurttular.
İkisinin arkasında da büyük para vardı!
Bu terör eylemlerinin de öyle.
Fotoğraftan alınması gereken mesaj açık:
Biri ya da birileri Fransa’ya “ya bir şey yap, ya da yaptığını yapma” diyor.
Görünüşe göre de Rusya ve Fransa arasındaki petrol mücadelesi gibi duruyor.
Ve bu çıkar savaşında olan yine masum zavallı insanlara olmakta.
Türkiye’nin en büyük kapitalistlerinden Al Koç’un dediği gibi asıl sorun “kapitalizmdir” ve insanlık buna karşı bir panzehiri mutlaka geliştirip uygulamak zorundadır.
“Homo homini lupus” yani “insan insanın kurdudur” ve tarihi boyunca da böyle olmuştur.
İlk başlarda kendine benzeyen insanımsı türlerin tamamını kıtır kıtır yiyerek yok eden Homo Sapiens, ondan sonra da kendi türüne girişmiştir.
Acaba ilk başlardaki gibi devletsiz ve sınıfsız bir topluma mı geçsek acaba, ne dersiniz?
İşte onun bir ön aşaması olan Sosyalizm’i bile beceremedi insanoğlu, yüzüne gözüne bulaştırdı öte yandan da!
Önceki gün kaleme aldığım “Kendi Kendini Yemek” başlıklı yazımda anlattığım Taso’nun da dediği gibi, kendine yeni bir yön, yeni bir yol bulamadığı takdirde bu gidişle insanoğlu günün birinde mutlaka “kendi kendini kesin yer”!..