İlkokul dördüncü sınıfa kadar çocukluğumun ilk dönemi Keles’te geçti.
Ne güzel yıllardı o yıllar.
Sürüler halinde gezer, fındık fıstıkla beslenirdik!
Civardaki bütün bahçeler tarlalar bizimdi.
Canımız taze süt mısır mı çekti?
Ateşi bulabildiğimiz ilk tarlanın yanına yakar, her birimiz üçer beşer koçan yedikten Saffet’in Çeşmesi’nin üstündeki çayırlık alana gidip yatardık.
Yanlış anlaşılmasın, öyle anılırdı ama çeşme Saffet’in filan değildi, suyundan içilip de ardından edilen dualar gelmiş geçmişlerinin ruhuna gitsin diye hayır için Kocayayla’ya dek uzanan o toprak yolun sol kenarına Saffet tarafından yaptırılmıştı.
En sevdiğimiz yiyeceklerden biri de taze nohuttu.
Etraftan bulabildiğimiz çalı çırpının üzerine tarladan kopardığımız taze nohut öbeklerini yığar, sonra da tutuştururduk.
Saha sonra ağzımızı yüzümüzü kapkara hale getirecek o az pişmiş taze nohutların tadını hiç unutamam.
Kütür kütür elmalar elmaydı o sıralar, armutlar da armut.
Dereler billur gibi akar içleri kırmızı benekli alabalıklarla kaynardı.
Susadığımızda yere uzanarak eğilir, kuzular gibi içerdik suyumuzu kana kana.
İlçe pazarının kurulduğu Cuma günleri kestane kaynatıp satarlardı bakır kazanlarda.
25 kuruşa koca bir külah dolduruverirdi satıcı.
Şimdiki kestaneler kestane mi, bir alsaydınız tadını, sizin de hiç çıkmazdı belleğinizden.
İçine leblebi tozu doldurulmuş dondurma külahları, kırmızı horoz şeker, iki bisküvi arasına sıkıştırılmış lokum o dönemin favorileri arasındaydı.
Taze koyun sütünden elle yapılıp yine Cuma günleri satılan dondurmayı asla geçmemeliyim.
Yaşları birbirlerine yakın çocuk grubu olarak kolektif bir ruhla yaşardık bir de.
Mesela o gün canımız yaz helvası mı çekti?
Kimde ne kadar para varsa toplanır, aramızdan bir-ikisi bakkala helva almaya yollanırdı.
Eşit şekilde paylaşıp yerdik daha sonra.
Biliyor musunuz, bir seferinde de yağmur duasına çıkmıştık hep birlikte.
Önce ilçenin bütün çocukları bir araya toplandı.
Sırayla her kapı topluca seslendirdiğimiz şu tekerleme eşliğinde tek tek çalınmaya başlandı:
Yağ yağ yağmur
Tarlada çamur
Teknede hamur
Ver Allahım ver
Sellice yağmur
Evlerinden çıkan kadınlar artık ellerinde o an ne varsa sepetlerimizi her türlü yiyecek ya da paralarla doldurmaya başladılar.
Toplanan paralarla daha sonra yine başka yiyecekler de alacaktık kendimize.
Asırlardır devam eden adet böyleymiş.
Büyükler yağmur duasına çıkarlarken, küçükler bu seramoni eşliğinde de sevindirilirmiş.
Hemen ertesi gün de şakır şakır yağmur yağmıştı biliyor musunuz?
Bir de Kocayayla’nın girişinde sağ tarafta, Cuma Mahallesi Muhtarı Mustafa Orhan’ın yayla evinin orada yağmur taşı vardı. Şaman adetlerinden kalan bir kültür izi. Babam anlatmıştı. Beldenin en yaşlı koca karısı normalde yatık durumdaki taşı bir ip bağlayarak dualar eşliğinde diker ve ondan sonra da yağmurun yağması beklenirmiş.
Yine her yanda gelincik çiçekleriyle papatyaların açtığı bir yaz günü 10-15 kişilik bir grup olarak Saffet’in çeşmesinin üstündeki çimenlikte otururken gündeme nasıl geldi, kim önerdi hiç hatırlamıyorum, “sigara içilmesi” kararı alındı ekip tarafından.
Öyle şimdiki gibi filtreli sigaralar nerde?
En iyi sigara Bafra, onu da kalite ve fiyatına göre Birinci ve Üçüncü sigaraları takip ediyor.
Aramızdan birini Saleh’in (Salih) dükkanına gönderdik.
Babasına alıyormuş gibi isteyip az sonra getirdi paketleri.
Herkese üçer adet düşmüştü.
Eza (kibrit) almayı da unutmamıştı bizim arkadaş.
Tecrübeli ve yaşça büyük olanların benim gibi ilk kez deneyenlere “şöyle ağzındaki dumanı içine hızlıca çeksene” diye yaptıkları kandırmaca sonucu dakikalarca da öksürmek durumunda kalmıştım.
İlk sigara içişim henüz ilkokul üçüncü sınıfa giderken Saffet’in Çeşmesi’nin orada gerçekleşmişti.
Sonra lise ve üniversite yıllarımda da tiryakilik başladı artık.
Hoş kendisi şimdi sıcak demli bir çayın ardından pöfür pöfür arka arkaya tüttürüyor ama sigara kullanmama ömrü boyunca muhalefet eden annem o gençlik yıllarımda önce üzerinde ismimin yazılı olduğu altın bir künye, ardından da motosiklet aldı bırakmam karşılığında rüşvet olarak ama ı-ıh nafile, bir süre sonra hep yeniden başladım.
Terk etmek istiyor ancak bir türlü başaramıyordum.
Daha sonraki ömrüm sigarayla mücadele içinde geçti.
Akşamdan karar veriyor, evdeki tüm sigaraları kırıp atıyor, sonra ertesi sabah tıpış tıpış bakkala gidiyordum!
Ne yılbaşı akşamları, bayramlar, doğum günleri geçti milat olarak kabul ettiğim ama nafile, olmadı br türlü işte.
Neler mi yapmadım bırakmak için?
Nikotin sakızı veya nikotin bandı kullandığım dönemler oldu.
Hemşerim Yazar İlhami’nin (Yıldız) ısrarı ve önerisiyle kulağıma elektrik dahi verdiler.
Nasıl canım yanıyor, nasıl yanıyor hiç sormayın.
Meğerse insanın çektiği acı vücutta beyin tarafından salgılanan ağrı kesici bir hormonun üretilmesine neden oluyormuş. Sözünü ettiğim bu Endorfin hormonunun etkisi morfinden de tam 30 kat daha fazlaymış.
Mutluluk hormonu olarak da anılır bu. Heyecan, ağrı, egzersiz, baharatlı yiyecek tüketimi, seks ve orgazm gibi durumlarda da salınır vucuda.
İnsanların neden arabesk sevdiklerini, neden acı biber tükettiklerini anladınız mı şimdi?
Acıların çocuğu olarak Leyla gibi çıkıyordum o elektrik seanslarından.
Sonra Psikolog Yalçın Kireççi’nin sigara bıraktırma programlarına da katıldım.
Yanarken ucunda çıt çıt parlayıp patlayan şeylerin aslında böcek yumurtaları olduğunu öğrenmek beni hayli sarstı açıkçası ama bu acılı aşk bir türlü bitmek bilmiyor, insanı tam anlamıyla süründürüyordu.
Etrafımda sigara içenlerin hepsi sonunda kanser olup ölüyordu.
Aynı hastalıktan gözlerimin önünde babamı kaybetmiştim ama yine bırakamıyordum bir türlü.
Bir de “kesin bende de bir şey vardır” paranoyasına kapılmış, bu nedenle rutin kontrollerimi de yaptırmaz olmuştum.
Bir gün dostum Kemal Pehlivan’la birlikte Heykel’den aşağıya doğru yürüyerek iniyoruz.
Solda Hayat Hastanesi’nin giriş kapısına check up kampanyalarının duyurulduğu afişler asmışlar.
Görünce Kemal’e dedim ki, “var mısın yarın sabah aç karına buraya gelmeye?”
“Varım” dedi Kemal Pehlivan ve o sıra günde bazen 4 pakete varıncaya dek sigara içen bendeniz ertesi sabah sağlık kontrolü yaptırmak için saat tam dokuzda oradaydım.
Kan alındı, filmler çekildi, daha sonra hepsi uzman doktorlar tarafından değerlendirilip bilgi verildi.
Çok şükür kötü bir şey de çıkmamıştı.
Hastanenin Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doktor Fulya Gürkan’a dedim ki bunun üzerine, “doktor hanım, yok mu sizin bir sigara bıraktırma programınız acaba?”
İşin açıkçası daha önce doktora da gitmiştim.
Profesör İsmail Tatlıoğlu Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde o sıra yeni kurulan Sigara Bıraktırma Kliniği’den randevu almıştı benim için. Tam 10 gündür de ön hazırlık olsun diye hiç içmiyordum. Odadan içeri girince masasının arkasında önündeki kasede bulunan son kırıntıları kaşıkla kazıyıp yalamakta olan şöyle 120-130 kiloluk beyaz önlüklü doçent bir hanım karşıladı beni.
“Çok zor be gülüm” dedi sohbetimiz sırasında, “ben de tam 15 gündür tatlı yememek için mücadele ediyordum kendimle ama artık dayanamayarak az önce aşağıdaki pastaneden bir profiterol söyledim kendime!..”
Oradan çıktığımda yine doğruca Tekel bayiine gitmiştim.
Fakat, kim bilir işte şimdi tam da vakti saatidir belki de.
Fulya hanım bir test yaptı önce.
Bağımlılığım, eroin kullananlardan yüksek çıktı!
Sonra bir hap yazıp, “bunu kullanın 15 gün sonra tekrar gelin görüşelim” dedi.
Peki, ilacı kullandığım süre içerisinde sigara içecek miydim?
Elbette içebilirmişim.
Fulya Gürkan’ın yanına tekrar vardığımda benim günlük 4 paket yerini, 4-5 adete bırakmıştı.
İnanılacak bir durum değildi bu!
“Hazırsanız bırakalım” dedi.
Ve bıraktım.
Ardından 1,2 ve 3 numara olmak üzere nikotin bantlarına başladı.
Sıra daha üçüncüsüne gelmeden arayıp “ben bunu da bırakayım artık kendimi çok iyi hissediyorum” dedim?
“Sakın, sakın” diye yanıtladı Fulya hanım, “geri dönüşlerin büyük bölümü bu evrede gerçekleşiyor, tedaviyi sakın yarım bırakmayın!..”
Düşündüm tam 4 yıl olmuş o acılı ve berbat kokulu birlikteliğe elveda diyeli.
Bana doktor ve ilaç maliyeti 100 liranın altında oldu.
Yirmişerden iki kez 40 lira katkı ücreti ödedim, gerisi de nikotin bandı ve ilaç.
Şimdiye dek tam 3 kere rüyama girdi sigara.
Kabus gibi ilkini yakıyor, sonra büyük bir vicdan azabıyla uyanıyordum uykumdan.
Hiç zorluk çekmedim. İnanın çok kolay oldu.
Dahası pek çok arkadaşımı da gönderdim oraya ve çoğu da bıraktı sigarayı.
Benim için Saffet’in Çeşmesi’nde başlayan macera, Ahmet Özkul’un hastanesinde sonlandı.
Yaşam bana “asla” diye bir şeyin “asla” geçerli olmadığını pek çok defa gösterip öğretti ama bir daha hiç bir güç o pis şeye yenden başlatamaz beni.
Tam 15 kilo kadar fazlam oldu bu arada ama nedeni tamamen benim tembelliğim.
Biraz spor yapıp hareket etmek zor geliyor.
Oysa ne güzel olurdu çocukluğumun geçtiği Keles’in yaylalarında yürümek, erik dallarına çıkıp sallanmak, Canip Ağa’nın bahçesindeki sulama havuzunda sürüler halinde hep birlikte yüzmek, şimdi geriye dönebilmek mümkün olsaydı eğer.