Yazarlar

İnegöl’deki olayın perde arkası

post-img
Babamın babası Ethem dedemle, eşi Emine ninemi çok erken kaybettik.   O nedenle çocukluğumun ilk dönemi daha ziyade annemin babası İsmail dedemle ve anneannemle birlikte geçti.   Anne tarafım kadar renkli insanlardı babamın rahmetli babası ve annesi de.   Keles’te bir dönem belediye başkanlığı da yapmış Ethem dedem.   Yaşadığı süreçte ilçenin 38 parça köyünde yaşayan tüm çocukların çüklerini o kesmiş!   Gelen ulakların getirdikleri haberlere göre yaz sezonunda atına biner, günlerce köyden köye geçerek çocukları sırayla sünnet edip öyle dönermiş.   Tabii dönüşte atının eyerinin etrafına asılı sıra sıra tavuklar, kara kara gulüler, sepet sepet erzak getirirmiş beraberinde kendisine oralarda hediye edilen.   Sadece basit bir sünnetçi değil, tam anlamıyla bir şifacıydı Ethem dedem.   Kulaktan diş ağrısına, böbrek taşından, şarbona kadar pek çok derdin dermanıydı, bu nedenle gece gündüz kapılarından hiç insan eksik olmazdı.   Keza Emine ninem de aynı şeyleri kadınlar için uygulardı.   Her türlü küçük ameliyatı rahatlıkla yapacak kadar tıbbi alet edevat ve ecza malzemesi bulunurdu hanede.   O yıllarda nerde doktor, nerde ilaç?   Antibiyotikten mikrop öldürücülere kadar pek çok malzeme  doğal yollarla bitkilerden ya da hayvanlardan elde edilirdi.   Mesela kalaycıların kullandığı nişadırla yakardı bazı yaraları dedem.   Elektrik de yok, nerde?!.   Gecenin bir vaktinde ellerinde gaz lambalarıyla kulağı iltihaplanınca yerinde duramayan kız çocuklarını getirirdi kadınlar…   Bir yıl önceden içinde saf zeytinyağı bulunan şişeye atılmış sıçan yavrularının oluşturduğu solüsyondan birkaç damla damlatılınca çocuğun kulağına ağrısı kesilir, derhal susardı!   O senelerde ölümcül bir hastalık olan Şarbonu nasıl tedavi ettiklerini bir yazımda anlatmıştım, yeri gelir gene anlatırım.   O vakitler tüm oğul ve gelinlerin bir arada yaşadıkları o eski ataerkil mimarili evden hatıra aklıma önce elma ve saman kokusu gelir; sonra üst katındaki helasından aşağıya, gübürlüğe doğru bakan koca delik!   Tam açıldığında rahatlıkla bir öküz arabasının geçebileceği kadar büyük bir avlu kapısından içeri girdiğinizde sizi hemen sol yandaki yüksek tavanlı samanlık karşılardı.   Koca koca tomruklar üst üste çatılarak yapılmış o ahşap yapının bir yanındaysa, bir önceki yazdan tüm yıl boyunca büyük baş hayvanların yiyeceklerine karıştırılmak üzere oraya depolanmış küçük küçük elmalar olurdu.   Yeni ürün çıkana dek de biraz buruşurlar ama hiç bozulmazlardı bulundukları yerde.   İşte her gidiş gelişte birer tane yediğim o elmaların kokusunu ve lezzetini hiç unutamam.   Bir sürü de tarlası vardı dedemin.   Bir dönem Keles’te muhtarlık ve belediye başkanlığı görevini de yürütmüş ama…   Bir yandan da çiftçilik yaparlardı.   O dönemlerde öyle traktör filan henüz yaygın değil, her evin bir damı vardı ve o damlarda da bir çift öküzle birkaç inek ve danaları bulunurdu.   Haneler kalabalık oldukları için onca insanın süt, yoğurt ve peynir ihtiyacı onlardan karşılanırdı.   Siz hiç minik bir danayı sevdiniz mi?   Şimdiki çocuklar ne kadar şanssız!   Burunları nemli olur danaların; nasıl tatlı ve sevimlidirler bir bilseniz, dayanamazsınız, tutup burunlarının ucundan öpmek istersiniz onları.   Çok eskiden, öküzlere göre daha güçlü oldukları için mandalar tercih edilirmiş hem çift sürmek, hem de dağdan tomruk taşımak için.   Rahmetli babam anlatmıştı…   Tam dokuz yaşındaymış…   Kocaman, fil gibi iki kara mandayı yanına katmış Ethem dedem, “Al bunları” demiş, “İnegöl’ün,İsaören Köyü’ndeHamdi ağa var, benim ahbabım. İlçede Perşembe günleri Pazar kuruluyor. Bu hayvanları orada satsın, parasını da seninle bana geri yollasın!..”   Dokuz yaşında bir çocuk, arada, üstelik de her türlü tehlikeli yabani hayvanın kol gezdiği dağlarda yaya yürünecek 25-30 kilometre yol…   Akıl işi değil ama…   O devrin insanları böyle yaşıyorlar, dokuz yaşında bir çocuk alıyor eşeği, elinde baltasıyla dağlara giderek yazın  her gün akşama kadar bir yük odun kesip getiriyor ve evin kışlık yakacak ihtiyacını karşılıyor; nerde öyle kömür, doğalgaz filan?   Ha! O senelerde hanelerde öyle musluk filan da yok!   Tüm evlerin su ihtiyacı mahalle çeşmesinden karşılanıyor; ellerinde su testileriyle gençler birbirlerini oralarda görüp, oralarda buluşuyorlar, göz süzüyorlar birbirlerine, şimdiki gibi Facebook’tan dürtmüyorlar!   Akşama doğru bir çift mandayla varıyor babam köye.   “YavRağıp” diyor mesajı alan Hamdi ağa, “yarın İnegöl’de Pazar var ama benim de dağdan çekilecek bir kamyon odunum var. Biz bu hayvanları bir dahaki hafta satalım be, sen de bana yardım et de birlikte odunları taşıyalım dağdan!..”   Tam bir hafta kalıyor Hamdi ağanın evinde babam.   Arayan yok, soran yok, merak eden yok!   Herkes kendinden, birbirinden o kadar emin ki…   Mesela Hamdi ağanın mandaları üçe satıp, çocuğun eline bir verebileceğinden asla şüphe duymuyor dedem!   Herkes, hiç kimsenin emanete hıyanet etmeyeceğini çok iyi biliyor çünkü.   Parayı bir kuşakla babamın beline sarıyor Hamdi ağa, sonra da erzağını heybesine koyarak yola çıkarıyor onu.   Bu anlattıklarım 70 sene kadar öncesi…   O sıralar da bölgenin en büyük pazarı İnegöl’de kuruluyor.   Hem sonra İnegöllüler zengin ve varlıklılar, bu gün sıfır bir traktör hükmünde olan bir çift mandayı parayı “tak” diye  çıkarıp satın alabiliyorlar.   Para yok o zamanlar, nerde para?   O vakitlerde de ormancılık, kerestecilik ve marangozlukla geçiniyor yöre halkı.   Yüzyıllardan beri Osmanlı donanmasındaki kadırgaların kürekleri, ahşap kısımları İnegöl’ün zengin ormanlarından sağlanan keresteyle yapılıyor.   Nereden mi biliyorum bunu, sağ olsun İnegöl’ün ufku açık, vizyonu geniş, üretken mi üretken, arı gibi çalışkan  Belediye Başkanı Ali Nur Aktaş’ın yapıp, gelecek nesillere armağan ettiği ormancılık ve kerestecilik müzesinden biliyorum elbette, başka nerden bileceğim?!.   Kent müzesinin haricinde biliyorsunuz bir de ilçesinin sanayi tarihini ölümsüzleştirdi Ali Nur Aktaş.   “İnegöl” ismindeki “ine” tanımlaması Osmanlı döneminde refah, huzur, mamur veya bulunduğu konum nedeniyle ayrıcalığı olan şehir adlarının önünde kullanılmıştır; İnebahtı, İnebolu, İneçay ya da İneoba gibi örneğin.   Tarihi, milattan önce 5 bin yıl öncesine dek dayanan Angelecomayani, İnegöl’de bu gün de yaşayanlar son derece mutlu, refah içinde ve tertemiz bir şehirde bulunmanın keyfini sürüyorlar.   Çok şanslılar, şanslılar çünkü Ali Nur Aktaş gibi bir belediye başkanına sahipler!   Öyle bir donanım ve birikime sahip ki Aktaş, al bu gün İstanbul’un başına koy, mükemmel bir şekilde dört dörtlük Avrupa standartlarında yönetir, eminim bundan.   Bu arada, belediyenin basın ve halkla ilişkilerden sorumlu yöneticisi Ahmet Bayhan’ı da çok beğenip takdir ederim, kendisi de arı gibi olan bir başkanın birlikte çalıştığı bir insandan farklı bir şey beklenmez zaten…   Başkanının tüm hareketlerini mükemmel şekilde basına servis ediyor sevgili Ahmet.   Alın size son günlerde mail kutuma düşen bazı haber başlıkları:   “Aktaş’tan Minik Ela İçin Yardım Çağrısı...   Aktaş Lise Öğrencilerini İftarda Ağırladı...   Milli Voleybolcu Berkay Bayraktar İnegöl Belediyesi’nde…   Yeni Kapalı Pazar Yeri Ekim’de Hizmete Girecek...   Ramazanda Denetimler Devam Ediyor...   Samet Et, Huzur Evi Sakinlerini İftarda Ağırladı...   (Bu arada, muhteşem bir de huzur evi yaptı Aktaş oraya.)   Geri Dönüşüm Yarışmasının Ödülleri Sahiplerini Buldu…   Dostum Okçuluk Eğitimi Kurslarına Yoğun İlgi...   Aktaş Üniversite Öğrencileriyle İftarda Buluştu...   İnegöl Tarım Fuarı 10 Eylül’de Kapılarını Açacak...   İnegöl’ün Caddeleri Çiçek Açıyor...   Ramazan Davulcuları Denetimden Geçti...   Aktaş Gazi Ve Şehit Yakınlarıyla İftar Sofrasında ...   İnegöl Tarımına Yeni Bir Ürün Geliyor...   Aktaş Türkiye 2’ncisini Altınla Ödüllendirdi...   Daha Temiz Bir İnegöl İçin Çalışıyoruz...   Fethin Ruhunu Gönüllerimizde Yaşamalıyız...   Özel Çocuklardan Başkan Aktaş’a Ziyaret...   1500 Öğrenci Çevre İçin Yürüdü...   100 Araçlık Katlı Otopark Eylül’de Hizmete Girecek...   (Helal!..)   25 Girişimci Adayı Kursu Tamamladı...   İnegöl Tarihi Bu Kitapla Gün Yüzüne Çıktı...   Aktaş Emlak İstimlak Müdürlüğü Personeliyle Bir Araya geldi…   Engelliler Federasyonu’ndan Aktaş’a Ziyaret...   Dünya Oryantiring Günü Kültürpark’ta Kutlandı...   İnegöl Türkiye Şampiyonasına Ev Sahipliği Yapıyor...   İnegöl Süte Doydu...   Çeltikçi’de Doğalgaz Çalışmaları Başladı...   Özel Çocuklar Şenliği Renkli Görüntülere Sahne Oldu...   (Engelli yakınlarının gündüz çocuklarını bırakabilecekleri bir bakım ve eğitim evi de açtı İnegöl’de Ali Nur Aktaş.)   İnegöl Belediyespor Anıl Tokat İle Anlaştı...   Dostum Oryantiring Sporcuları Başarıya Doymuyor...   Doğanın Keyfini Doyasıya Yaşadılar...   Çarşıspordan Aktaş’a Teşekkür Ziyareti...   Doğal Yaşam Çiftliği İnegöl’ün Vizyonunu Yükseltecek...   Lokantalar Denetimden Geçti...   Kırsalda Spor Yatırımları Sürüyor...”   Ne diyim başkan, duyuyorum, sadece Ramazan ayında değil,  ihtiyaç duyan kişilere veren elin, alan elden haberi olmaksızın yaptığın yardımlar da tam gaz sürüyormuş…   Sosyal belediyeciliğin de en güzel örneklerini veriyorsun orada, yine kutluyorum, bir kez daha tebrik ediyorum, ne diyim?   Sakal yakışmamış ayrıca, onu da söyleyeyim!   Geçen hafta bir de tatsız olay yaşandı İnegöl’de; ona da şöyle bir değinmeden geçmeyeyim:   “Nedim Serbestol” diye bir adam yaşar Bursa’da…   Bundan birkaç dönem önce Şıble Mahallesi’nin muhtarlığını yaptı.   Sonra insanlar bir daha seçmediler bunu; artık tadını aldığı için de boşta kalınca“muhtarlar bilmem ne derneği” diye bir şey kurdu, sağda solda onun başkanlığıyla pirim yapmaya çalışıyor nicedir.   Çok eskiden Yıldırım Eski Belediye Başkanı Cüneyt Karlık’ın yancısıydı bu Nedim Serbestol.   Şimdiyse, sürekli Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’nin yanında saf tutmaya çalışıyor.   Aklınca onun etrafında görünüp gücünü de kullanarak iş yapacak.   Zaten Bursa’da herkes bilir, “lavantacının önde gidenidir” bu adam, lavantanın kokusunu aldığı anda, Aydemir Akbaş Yeşilçam filmlerinde elleri arkada nasıl kadınların popolarını takip ediyorsa, bu da işte öyle lavantanın peşine düşer!!   Bu Nedim Serbestol’un belediyede iş bitirebildiğini sanan İnegöl Kafkas Derneği Başkanı Ömer Faruk Demirtaş telefon ediyor ona, “Derneğin bu sene vereceği iftar yemeğinin BURFAŞ tarafından karşılanıp, karşılanamayacağını” soruyor?   “Tamam gülüm” diyor Serbestol, “hallederiz, kolay, söylediğin tarihte iftarlıkları oraya gelmiş bil.”   Fakat bilmiyor ki Recep Altepe bu sene BURFAŞ’ın derneklere iftar yemeği vermesini yasaklamış ve bu talimatını da kurumun başındaki isim olan Muhammed Gümüşsoy’abildirmiştir.   Esasında ortada BURFAŞ’a yapılan sözlü ya da yazılı bir başvuru da yoktur zaten!   Derneğin ilan ettiği “iftar günü” gelir çatar…   Akşamı zor etmiş 600 kadar oruçlu İnegöllü vatandaş hazırlanan masalara yerleşir…   Gelin görün ki ortada ne gelen vardır ne de giden!   Sonuç hüsran ve dernek adına tam bir rezalettir!   Sonra da aç bilaç dağılmak zorunda kalır insancıklar.   Geçen gün bir farkettim ki birileri ben de dahil bazı meslektaşları manüple edip, süngüyü Muhammed Gümüşsoy’un üzerine sıçratmaya çalışıyor!..   Adamın ne kabahati var, haberi bile yok öyle bir organizasyondan!   Her şey bu kez lavantayı kapamayan Nedim Serbestol’un başının altından çıkıyor tabii ki!   Nediimm…   Biraz limon kolonyası çalış Nediim, ömrün boyunca hep lavanta, hep lavanta peşinde oldun, bu ne be!..   Bu arada…   Ömer Faruk Demirtaş kardeşim, bak senin orda gül gibi Belediye Başkanın var…   Madem 600 kişiye iftar verebilecek, bu parayı toplayabilecek kadar gücü yok dernek yönetiminin, ne istiyosan Ali Nur Aktaş’tan iste bundan böyle!   Derdini hiç tanımadığın adamlara değil, kendi belediye başkanına söyle!   İnanıyorum ki, “tak” diye yapacaktır.   Tamam mı gülüm?  

Diğer Haberler