Meğerse ne kadar çok meraklısı ve de ilgilisi varmış şu “inek” meselesinin.
Önceki yazım üzerine “inekler” hakkındaki düşüncelerini paylaşmak isteyen okurlarım sağ olsunlar, dün akşama kadar hiç susturmadılar telefonumu.
Sadece o da değil, sosyal paylaşım siteleri vasıtasıyla özelden yazarak konuya kendilerince açıklık getirmeye çalıştılar.
Hayvanına yedireceği besini kendisi yetiştirmek yerine hazır yem almayı seçen tembel Türk köylüsünden dem vuran mı ararsın yoksa, “çocukken benim de bir ineğim vardı. Adı Sarı Kız’dı” diye anılarını anlatmaya başlayan mı…
Hatta bir okurum “eğer dünyada inek sayısı daha fazla artarsa bu yaşlı gezegenin çok kısa bir süre sonra yok olacağını” söyledi, düşünebiliyor musunuz?
Efendim, çok af edersiniz inek milletinin iki saman arasında yellenmesi ve büyük abdestlerini pat pat görmesi sırasında atmosfere karışan bir takım gazlar ta ozon tabakasına kadar ulaşarak orayı deliyormuş!
Azimle yapıyorlar demek ki o işi inekler, bırakın duvarı, ozon tabakasına kadar ulaştırıp delmeleri hakikaten dikkate şayan bir durum!
Ben de dedim ki kendisine, “ineklerin yaydığından ne olur onu bilemiyorum ama şu insan milletinin atmosfere saldığı sanayi gazları yüzünden torunlarımız pek yakında aynen şişe suyu gibi, tüplerde oksijeni de parayla satın almaya başlayacaklar bu gidişle!”
18 Mart Üniversitesi’nde “tarım ekonomisi” dersleri veren akademisyen bir arkadaşım Facebook’tan yolladığı notuna samimiyetinden ötürü yazarınıza takılarak, “Allah’ın çakma ekonomisti (!)” diye başlamış.
“Sensin kız çakma! Hem benim diplomam öyle Tayyip Erdoğan’ınki gibi ne idüğü belirsiz de değil! Uludağ Üniversitesi’nin rahmetli eski rektörlerinden Profesör Doktor Nihat Balkır’ın at nalı gibi kocaman imzası var altında. Yolarım o saçlarını bak senin!..”
Neyse…
Hocanımın yazısı şöyle:
“Allah’ın çakma ekonomisti!.. Köylerdeki çiftçilerin hayvanlarından fayda sağlamaları için kooperatifleşmeleri lazım... Bir kaç hayvanı olan işletme sahipleri bir araya gelerek, hayvanlarını birleştirip en az 50 baş hayvan oluşturmaları lazım... Ancak, bu sayede istedikleri olabilir... Öncelikle, yem paritesini 1,5 kg yemden 1 lt süt elde edebilecek düzeye getirilmesi lazım ki... Bu da hayvanların iyi bakılması ve ırklarının da iyi olması ile bağlantılıdır... Ayrıca, işletme sahiplerinin hepsinin kendi kaba ve keyif yemlerini üretmesi koşulu ile hayvancılıktan para kazanılabilir… Bu da anca 50 başlı bir sürüde çok daha mümkündür. Özellikle, Hollanda’da kooperatifçilik çok gelişmiştir ve bir hayvancılık işletmesine işletme diyebilmek için şart olarak 50 baş hayvan gösterilmektedir. Dünyada hayvancılığı gelişen ülkelerin temeli kooperatifçilik ile başlamıştır ve hepsi de örgütlenmiş durumdadır...
Biz de küçük işletmeleri örgütleyerek kooperatifleşme kapsamında birleştiremiyorsun çünkü, adamlar kendi hayvanlarını başkalarının hayvanlarıyla birleştirmek istemiyor...
Türkiye’de sadece 2 hayvanı olanlar bile “ben bir işletmeyim” diyor…”
Doğru, olmadı bizde kooperatifçilik, olmuyor da…
Bakın Bursa’da Aroma ve Sütaş olmak üzere iki örneği var çoklu katılımla ve büyük umutlarla başlanan ama ikisi de daha sonra şahısların eline geçti.
Tarih, kooperatiflerin parasını yiyen başkan ya da muhasiplerinin üçkağıtçılık hikayeleriyle dolu.
Oysa İsrail’de, kibutzlarda ne kadar da güzel çözmüşlerdi bu işi.
Bizim köylerdeki gibi her evde bir traktör yoktu orada.
Buna gerek de yoktu zaten. Aksin düşünüp uygulamak akılsızlıktı.
Dünyada süt üretiminin en modern tesislerini kuran Yahudiler asla gereksiz yere alet edevat almıyor, ortak kullanmayı seçiyorlardı.
Yem tesislerini, silaj hazırlama ünitelerini bile ortak kullanıyor, birlikte faydalanıyorlardı.
Yeni nesil “kibutz” kavramını pek bilmez.
İsrail’de, ortaklaşa kullanılan yerleşim bölgelerine verilen isimdir kibutz.
Bu devletinin kuruluşunda çok önemli etkileri olmuştur.
Sosyalizm ve Siyonizm’i pratik bir şekilde bir araya getiren kibutz kavramı İsrail'e özel bir deneyimdir ve tarihte gelmiş geçmiş en büyük ortaklaşa yürüyen toplum hareketlerinden biridir.
Bu gün yaklaşık bin nüfuslu 250 kadar kibutz vardır İsrail’de.
Başlangıçta sadece tarım tabanlı kurulmuş olsalar da bugün genellikle fabrikalar ve sanayi üretimiyle devam ediyorlar.
Başlangıçta amaçları elbette Yahudilerin, Arap’larla dolu o bölgeye yerleşip tutunmalarını sağlamaktı.
Zorlu bir arazi ve tarih boyunca sürekli kıyıma uğramış Museviler…
Bir olmaktan, birlik olmaktan ve eldekini eşit biçimde paylaşmaktan başka çareleri yoktu.
Bu gün Sosyalizm dünya üzerinde devrildi gitti ama bir şekilde İsrail’de hala yaşıyor!
Kibutzun esası, tüm üyelerin birleşmesi temeline dayanır.
Tüm sakinler haftada bir kez toplanarak önlerindeki sorunlara dair karar verirler.
Tüm resmi görevliler halk tarafından belirlenir.
Ekonomi, maliye, kültür, iskan ve sağlık gibi alanlarda görev yapan komiteleri ve bir de meclisleri vardır.
Fabrikalarda ya da çiftliklerde çalışan ne kadar yönetici varsa tamamı işçiler tarafından seçilir.
Kibutzlardaki üretim anlayışı “herkes kabiliyetine göre katkıda bulunmalıdır” ilkesine göre yürür.
Tüketimdeyse bu yaklaşım “herkesin ihtiyacına göre” şeklindedir.
Üyeler ev, elbise, yiyecek, ihtiyarlık ve hastalık anında gereken bakımı eşitlik esasına göre paylaşırlar.
Ailenin ekonomik sorumlulukları yoktur. Çocuklarla ilgili olarak anne ve babalar farklı sorumluluklar yüklenmezler. Kibutz yönetimi ilke olarak çocukların yetiştirilmesini ve eğitilmesini ortaklaşa yürütür.
Kibutz çocuklarının çoğu, eğitilmiş bakıcıların nezaretinde çocuk yuvalarında yaşayıp büyürler.
İlkokul eğitimi her kibutzda mutlaka vardır.
Orta ve lise dengi okulları da yine birkaç kibutz bir araya gelerek kurmuştur.
Çocuklar 18 yaşına gelene kadar 12 yıllık kesintisiz eğitime tabi tutulurlar oralarda.
Ekonomik araçlar üyelerin ihtiyaçlarına, eğitim, kültür ve sosyal konumlarına göre kolektif tarzda tespit edilir.
Üyelik, kişilerin kendi iradesiyle olur ve kişiler istediklerinde topluluğu rahatça terk edebilirler.
Kısacası kibutz, bütün değerlerin bireysel değil toplu mülkiyet altında bulunduğu, çalışmanın ortaklaşa örgütlendiği ve çocuklardan başlayarak hayatın büyük bir kısmının birlikte düzenlendiği zirai bir köydür.
Dünyanın başka hiç bir yerinde de böyle kitlesel bir yerleşme yoktur.
Kibutzlar, kapitalist makro yapısı ve sosyalist mikro yapısı olan kurumlardır.
Geçmişte bir ekonomik kriz sonrasında borsa ve bankalarla yaşadıkları kötü bir deneyimleri oldu ama bu gün hala kibutzlar ne kapitalizme yenilmiştir ne de kapitalizm onları değiştirmeyi başarabilmiştir.
Bırakın kibutz dostlarını bir yana, eleştirenler dahi “bu modelin gelecekte yer yüzünde oluşacak yeni bir toplumun embriyosu olduğunu” söylemektedir.
İsrail’de bir kibutzu ziyaret ettiğimizde bize “her çocuğun mutlaka bir müzik aleti çalması, her çocuğun bakım ve sorumluluğunu üstleneceği koyun-keçi gibi bir hayvanının olması, yine her çocuğun bir metrekare de olsa bir parça toprağı ekip toplamasının şart olduğunu” anlatmışlardı.
Arapların acınası hallerini gördükçe Yahudilerin medeni ve tekamül etmiş halleri geliyor aklıma.
Mescid-i Aksa ve Kubbet-ül Sahra’nın bulunduğu alana girerken kapıdaki Filistinli askerlere üzerinde dini “İslam” yazan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin verdiği nüfus cüzdanını görmek kafi gelmemiş ve hepimize kelime-i şahadet getirtmişlerdi.
Ne lüzumsuz işlerdi bunlar.
Aynı gün aynı yerde Filistinli gençlerin gösteri yaparak İsrail’i protesto etmelerine de şahit olmuştuk.
O gün bu gündür de hala devam edip gidiyor bu nümayişler.
İsrail’in geldiği noktaysa artık uzay teknolojisi.
Sahi!
Marsta bulunan suyla alınan abdest kabul olunur muydu acaba?