Tarih, 1075 yılını gösteriyordu…
Daha önce Arap akınlarına direnen etrafı surlarla çevrili Nicaea’yı, Selçuklu reisi Kutalmışoğlu Süleyman Şah fethetti…
Hatta bence özel bir makberdir, bu gün şehrin “güney girişinde” Kırgızlar Türbesi vardır; o günlerde savaşa katılıp da büyük fedakarlıklar gösteren Kırgız Türklerinin anısına yapılan.
İlk göz ağrım güzel dilimizi de çok severim…
“Kutalmışoğlu…”
“Kut almışın oğulu” yani iyilik, mutluluk, uğur, baht, talih getirenin soyundan gelme kişi..”
Tabii bu arada “şah” ifadesi de Selçukluların, Pers devlet geleneğinden esinlenilerek kurulduğuna dair sarih bir örnektir.
İlk dönemin meşhurlarından bu devletin haşmetli veziri Nizamülmülk’ü ve tarihin kanlı sayfaları arasına ilk terörist başı olarak giren Hasan Sabbah’ı hala ilgi ve merakla anıyorum.
Oysa ne çok “Hasanlar” gelip geçmiştir “anarşist” olarak anılan ve başka iktidarlar tarafından beslenmiş olan!
Örneğin Trakyalı Spartaküs…
Bilinen 3’ncü köle savaşının Roma’ya kök söktüren liderlerinden biridir bu meşhur gladyatörümüz!..
“Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.”
Roma olmak da ayıp değil, isyankar bir insan olmak da…
Hatta belki de Roma olmak, yüzyıllarca Roma olarak kalmak daha zordur kim bilebilir?
Osmanlıcada “dürrü” tek olan, eşsiz bir inci anlamını taşır…
“Dürrü Şehvar” iri taneli inci demektir mesela…
Nicaea yani, İznik de -şimdikinin aksine- “inci gibi” bir yerdi bundan yaklaşık 2 bin yıl önce…
Kültür ve sanatta dürrü, ticarette dürrü, savaş sanayi ve yapı alanında dürrü, güzellikte göle karşı dolunay gibi ışıldayan bir dürrü, kısacası, mücevher misali bir kentti o vakitler…
Gerek Arap, gerek Türk, gerekse haçlı akınlarında amfi tiyatronun oturma gruplarını surları yükseltmek için kullanacak kadar azimli ve çalışkan, aynı tiyatronun ortasına gömmeye vakit kalmadan gelen ölülerini sıra sıra dizip, üstlerini örtecek kadar da kalender insanların yaşadığı bir antik şehirdir İznik…
Ve Bursa’nın adı sanı yoktur henüz o sırada!..
Bataklıklarla kaplı bir ovanın yamacına kurulmuş kimsesiz bir şehirdir.
Kutalmışoğlu Süleyman Şah, 1075 yılında Nicaea'yı aldı ve 5 sene sonra 1080’de Anadolu Selçuklu devletinin ilk başkenti yaptı.
Buralara ikinci kez gelen haçlılar tarih 1097’yi gösterdiğinde zorladılar şehrin surlarını…
Başkentini kurtarmak için ordusuyla birlikte Konya’dan gelen 1’nci Kılıç Arslan bu işi başaramadı ne yazık ki ve geri çekildi…
Haçlıların asıl amacı Kudüs’ü almak ve Bizans’a yardım etmekti sözde!
Fakat işin özünde yağma ve talan vardı!
Kendilerinin olmayan, kendilerinin kurarken hiç emek sarf etmedikleri, güzelleştirmedikleri şehirlere girip etrafı soyup soğana çevirmekti tüm amaçları…
Haçlıların öyle de Selçukluların farklı mı sanki?
Ne işleri vardı uzak Asya’dan dört nala çekip gelen çekik gözlü çobanların diyar-ı Rum’da?
Oysa dünyanın düzeni böyle oluşmuştu ve baştan nasılsa öyle de devam etmekteydi:
“Hırsızlık, yağma, üretilen değere çökme, el koyma, bunları yaparken de sahiplerini köleleştirme, işkence, cinayet, toplu kıyım, zulüm ve tüm vahşilikler…”
Batı Latin’di, Bizans Ortodoks devamında…
Hazinelerini doldurmaktan başka Papalığın bir diğer amacıysa sonraki haçlı seferlerinde bu sert zinciri kırıp, Hristiyanlığı tek elden kontrol edebilmekti…
“Allah adına savaştıkları” yalanını ortaya atanlar aynen şimdi olduğu gibi keseleri doldurmaya devam ediyordu…
Kudüs’e kadar gittiler…
Orayı da yağmaladılar…
Gelirleri uzun zamandır Roma’ya akan bu kadim şehri yeni sahipleri Haçlıların elinden söke söke alacak olan komutansa, 1187’de amacına ulaşan Selahattin Eyyubi’den başkası değildi…
Ve artık bundan sonra da Kudüs’ü tekrar ele geçirecek olan her kim idiyse, “kutsalların kutsalı” kabul edilen bölgeyi almakla kendisine “kutsallık” atfedilecekti!..
Ve Osmanlı halifeleri…
Bursa’nın ardından tam 234 yıl sonra İznik’e çökecek olan komutansa Sultan Orhan Bey oldu…
Kudüs’ü de Yavuz Sultan Selim fethetti…
Bu gün dünyada neredeyse her toplum birbirlerinden kurtuluşlarını kutlar…
Türkler, Yunan’ı denize döktükleri için bayram ederler, Yunan ve Bulgarlar Türklerden kurtuldukları için!
Amerikalılar “kırmızı urbalılardan” yani, İngilizlerden kurtulmalarını kutsarlar, pek çok Avrupa devleti Almanlardan!..
Sahi, Çelik Blek’in manitası Suzi’nin sürekli yaptığı meyveli pastanın adı neydi acaba?
Ya da Kaptan Swing’in pire torbası köpeği sıska Puik kasabın önünden iplere dizilmiş hangi ürünü çalardı?
Günümüzde dünyanın en büyük haydudu, en zalim gangsteri Amerika’dan başkası değildir!
Malum, atalarından aldıkları genleri taşıyanlar tarafından kurulan bu devlet her yönüyle hepimizin başına beladır!
Ve bu gün yer kürede en çok Amerikan askeri nerede var biliyor musunuz?
“Almanya’da!..”
Almanların bir çanta içindeki proje ve formüllerden her zaman olağanüstü fabrikalar kurabileceklerini gayet iyi bilen Amerikalılar, orayı hiç boş bırakmazlar!
Rakiplerinin güçlenme ihtimali en büyük risktir egemen güçler için…
İşte bunun için de sık sık hırlaşıp, arada bir de dalaşırlar…
Olan garibanlara, gariban milletlerin çocuklarına olur daima…
İngilizler, Anzakları Çanakkale’de niye savaştırdı, Osmanlı’ya karşı kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki Müslümanları hücuma niye zorladı sanıyorsunuz siz?
Kore’de onca vatan evladını niye kurban verdik ki biz?
Günümüzde hala parası olan askerlik yapmıyor yani, savaşlarda ölmüyor, onların yerine gariban ailelerin çocukları şehit oluyor, neden?
Çünkü, para güç demektir de ondan…
2000 yılına 4 varken İstanbul’da bir suikast sonucu ölen dönemin kumarhaneciler kralı Ömer Lütfü Topal’ın infaz gerekçelerinden biri de çok çok büyük paraya kavuştuğu, bu servetle devletin en tepesindeki insanları bile amaçları uğruna kullanma ihtimalinin bulunduğu gerçeğiydi!..
PKK’ya yardım ve yataklık yaptığı iddiasıyla 17 milyon dolar parayı bir yerlere teslim ettiği de konuşuldu ama bu meblağ Topal için devede kulak bile değildi!..
Çöktüler kumarhaneciler kralının birikmiş servetine, alması gerekenler paylarını da ceplerine koydular…
Bu olayın ardından Türkiye’de kumar oynanmadı mı sanıyorsunuz?!.
Hele hele İnternet ortamının gelişmesiyle birlikte sadece Türkiye’deki cirosu yıllık 10 milyar dolar bandında Ahal Teke atları gibi şahlanan bahis sektörü varın görün, her türlü gayrı meşru ve uyuşturucu ticaretinin de kol gezdiği Gıprıs’ta nereleri buluyor?!.
İnsanlık tarihinde “artı değerin” oluşmasıyla birlikte meydana çıkan “kapitalizm” bu gün isminin önüne “vahşi” tanımını çoktan almış vaziyette!
Kısa bir süre önce basit bir “kumarhane çalışanı” olan Halil Falyalı’ya o para ve gücü ilelebet teslim edeceklerini mi sanıyordunuz?
Ömer Lütfü Topal hem kumarhaneciydi hem de uyuşturucu baronu!
Falyalı farklı olabilir miydi sizce?
Günümüzde herkes birbirinden çalmak istiyor…
Kimi devletten, kimi belediyeden, kimi de hala Bursaspor’dan çalmak istiyor!
Büyük hırsızlar olan büyük devletler örneğin Amerika, İngiltere, Çin, Rusya, Fransa, İtalya gibileri Güney Afrika’daki elmasları, orta doğu ve Kafkaslardaki petrolleri, sahilleri, limanları, bankaları, toprakları, suyu, pazarları hatta, uzayı çalmak istiyor…
Biraz daha ufaklar da işte öyle kumar, bahis, uyuşturucu falan filan…
Sedat Peker mi?
Neydi o ya bi tane kavuk vardı eskiden, “Ben hahamım” diye geziyordu ortada, Tuncay Güney; işte onun gibi zavallı, çaresiz bir piyondur Sedat Peker de!..
An gelir cesedini çöllerde ararsınız bu alemde!
Böylesine puslu havalarda şuna bakacaksın:
Bir, şimdi ve devamında paraya kim çökecek?
İki, bu operasyonu yapanların hedefi ne; neye, kimlere hizmet ediyorlar?
Parayı bilemem de ikinci sorunun ilk yanıtının “Ak Parti Hükümeti” olduğu çok açık!..
Hedefteyse elbette Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve şimdilerde bir miktar da yeni Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati görünüyor!
Süleyman Soylu’yu o makama getirip, orada tutanın kim olduğunu bir yana koyarsak eğer, başında bulunduğu Türk polis ve jandarma teşkilatına, “Eğer okul önlerinde uyuşturucu satanlar olursa, onların bacaklarını kırın” talimatı veren bir adamın bu bezde tarağı olur mu?
Soylu’nun kurduğu şirketin poliçelerini öne sürüyorlar ikide bir…
O makamda bulunan bir insan bir sigorta poliçesinden alacağı yüzde bilmem kaç komisyona mı bakar?
Yapacaksa eğer, ayda bir-iki TIR’ın önünü açar, paraları da koyacak yer bulamaz; poliçe moliçe işleriyle uğraşıyorsa ki, bunu kanıtlayan hiçbir delil yok ortada, işte o zaman adamı tutup alnından öpmek lazım!
İnsanoğlu hala böyle sevgili okur…
Yaşanan kaos hiç bitmeyecek gibi duruyor!..
Arapça bir isim olan “harese” nedir bilir misiniz?
“Bizde eşek dikeni” olarak bilinir, onlarda “deve dikeni”…
Deve çölde bunu yedikçe ağzı kanar, tuzlu kanın tadını alınca hayvan, çiğnedikçe çiğner hareseyi!..
Kanadıkça da yer; bir türlü kendi kanının lezzetine doyamaz!
İnsanlığın ortak kaderi işte budur:
Tarihleri boyunca birbirlerini öldürürler, aslında kendi kendilerini yok ettiklerinin farkında bile değillerdir!
Ya da en geç birkaç bin yıl sonra bu gezegenden tümüyle silinip gideceklerinin!