Yazarlar

İntihar

post-img
Hep gelir aklıma. İsviçreli bir hanımla hayatını birleştirmeye karar veriyor Haluk Payaslıoğlu. Birkaç sene de orada yaşamayı tercih ediyorlar. Fakat o kadar sıkılıyor, o kadar sıkılıyor ki Haluk Bey, en sonunda dayanamayıp eşinden Türkiye’ye gelmesini rica ediyor. Çünkü en ufak bir hadise, insana adrenalin salgılatacak en küçük bir adli olay yoktur ülkede! Günün birinde üç Mormon intihar eder… “İnanır mısın” demişti Payaslıoğlu, “tam 6 ay boyunca tüm gazetelerin manşetlerinde, televizyonların ilk haberlerinde bu Mormonların neden intihar ettikleri konusu işlendi”?!. Evet, bizim memlekette adrenalin çok fazla ancak, önce İstanbul Fatih’ten ulaşan sıra dışı 4 intihar, ardından Antalya’dan gelen yine 4 intihar sonucu ölüm haberi bize bile çok geldi doğrusu!.. “Yavrusuyla birlikte beşinci kattan atlayan anne haberlerini” anımsarsınız değil mi? Neden evladını da ölüme götürür bir insan? Nedeni çok basit! Kendisi öldükten sonra çaresiz kalıp, bu dünyada acı çekmesin diye! Her iki vakada da bu güdüyle hareket eden birer baskın karakter var. Yavrularıyla birlikte bir kafesin içinde arabanın bagajına koyup seyahat ettiğimiz bir gün, durup da kapağı açtığımda, anne Hamster’in çocuklarından birini burnunun ucundan başlayarak bedeninin yarısına kadar yediğini görünce yaşamıştım o dehşet anını! Sonradan öğrendim ki, meğerse tüm memelilerde varmış bu temel içgüdü… Hayvan kendini tehlikede ve çıkmazda hissettiği an yavrularını da öldürürmüş! Bundan beş sene önce Facebook’ta düzenlediği bir törenin ardından kendini asan Mehmet Pişkin’in sözleri geliyor aklıma: “Hayatın tatsız taraflarıyla çok başa çıkamadım herhalde. Çünkü nazik, neşeli, eğlenceli, akıl ve ruh olarak böyle bir inceliğe ve derinliğe sahip birisi olmayı çok önemsedim. Ve şu anda bunları korumak ve sağlamak ciddi bir yük haline geldi benim için." Pek çok anlam barındırıyor içinde “intihar” eylemi. Mesela? “Duygusallık, umutsuzluk, tehdit, incinmekten, incitilmekten korkma  ya da geride kalanlardan intikam alma isteği!..” Örneğin 57’nci Hükümet’in Ekonomiden Sorumlu Bakanı Hikmet Uluğbay’ın intihar girişimi, Ecevit’in uyguladığı ekonomik politikalara karşı bir “intikam” hareketi değil de neydi? Ya da Ayşen Gruda’nın Yeşilçam filmlerinde sürekli “Ay kendimi intihar edicem” diye seslenerek ailesini tehdit etmesi? Diğer taraftan, kafayı çekip çekip Murat Kekili’nin şarkısı “Bu akşam ölürüm, beni kimse tutamaz” dizeleriyle veya Müslüm Gürses eşliğinde kendisini doğrayanların da ülkesi bu coğrafya! Son 40 yılda Türkiye’de intihar olayları tam yüzde 50 arttı ki, kendisini öldürmenin en büyük günahlardan sayıldığı bizim toplumumuzdaki bu artış hayli çapıcı! Sadece geçen yıl 3 bin 161 kişi kendi isteğiyle yaşamına son vermiş memlekette. İçinizden 40’a kadar sayın 1, bir daha sayın 2 kişi… Tüm dünyada her 40 saniyede, bir insan hayatına son veriyor. Yakın zamanda Bursa’da yaşanan sarsıcı intihar olayları geliyor aklıma… Mesela kentimizin tanınmış müteahhitlerinden Engin Çelik… Çocuklarına hitaben yazdığı mektupta “Ben bu işleri başaramadım. Elimden geleni yaptım. Olmadı, bir sürü insanı sıkıntıya soktum. Bu dünyadan gidiyorum. Beni affedin" diyerek yaşamına son verdi Engin Çelik. Oysa “başarı” kadar “başarısızlık” da hayatın bir gerçeğiydi ve bir yaşanmışlık öğesi olarak göğse takılı, insanı daha da öteye götürebilecek bir nişandı aslında. Bursa Barosu avukatlarından Murat Karaman’ın intiharına da çok içim acımıştır örneğin. Sonradan kamera kayıtlarından görülüyor; bir alışveriş merkezine gidip bobinden yeteri kadar urgan kestirip satın alıyor Karaman. Kendi kendisinin celladı olacak; kararlı, soğukkanlı, sakin… Sonra, Orhaneli yolunun kıyısında ormanlık bir alana girip ilmeği hazırlıyor ve kendisini boşluğa bırakıveriyor. Murat Karaman’ın son gördüğü manzara Doğancı Barajı’nın yeşil sularıdır. Geride kalanlara verdiği mesajsa Yunus Emre’nin dizelerindeki gibidir adeta: “Bir garip ölmüş diyeler Üç günden sonra duyalar Soğuk su ile yuyalar Şöyle garip bencileyin” Tam 10 gün sonra bulunuyor Murat’ın cansız bedeni. Yaslı bir anne düşünün? Oğlunun tabutunun başında bekliyor… Tabutun kapağı da bir miktar açılmış… Eliyle kapağı ittirerek şöyle diyor anne: “Üstünü kapatayım da oğlum üşümesin!..” Bu karikatürü çizecek kadar duygusal ve hassas bir kişiliği vardı Bursalı sanatçı Serdar Gilkal’ın. Uzun yıllar Bursa Hakimiyet ve Olay Gazetesi’nde karikatürler çizdi. Bu gün yaşasaydı 56 yaşında olacaktı. Mesleğine artık kimse para vermiyordu. Ablasıyla birlikte oturdukları evin terasından bir kuş gibi salıverdi kendisini boşluğa, aynen Eşkıya filminin finalindeki gibi havai fişekler patladı adeta dört bir yanda. “The End” yazıldı bir ömrün sergilendiği sinema sahnesinin perdesine. Cenazesi kaldırılırken Serdar’ın, bir-iki meslektaşından başka hiç kimselerin olmaması oradakilerin içini daha da acıttı. Bir insanın kendi elleriyle ölüme gitmesinin sebebi ve de hikayesi ne olursa olsun bu durum, geride kalan herkesi düşündürmesi gereken bir hadisedir. Hepimiz sorumluyuz intihar olaylarından. Ancak, son olarak… Freud der ki, “Bir insanın ruhsal açıdan sağlıklı sayılabilmesi için iki temel ölçüt vardır; çalışmak ve sevmek”!.. Pek insan sevmiyor musunuz artık? Usandınız mı iki yüzlülükten, riyalardan, yalanlardan? Kedi sevin, köpek sevin, inek sevin… Ama sevin işte!

Diğer Haberler